İsrail'in Filistinlilere karşı yürüttüğü zulüm İngiliz yönetimine uzanıyor

İsrail'in Filistinlilere karşı yürüttüğü zulüm İngiliz yönetimine uzanıyor

İsrailli yetkililer Filistin ulusal kimliğini bir tehdit olarak görmekte ve İngilizlerin isyan sırasında Filistinlilere davrandıklarına benzer şekilde bu kimliği bastırmak için aktif olarak çalışmaktadır.

YDH- Araştırmacı A. Buston, Declassified UK'de yayınlanan ''Israel's Brutality Against Palestinians Draws on British Rule'' başlıklı makalesinde, İsrail'in Filistinlilerle çatışmasında kullanmaya devam ettiği Filistin'deki İngiliz sömürge taktiklerinin tarihsel mirasını vurgularken Filistin ulusal kimliğinin ve sembollerinin bastırılması, İrlanda'daki geçmiş İngiliz eylemlerini yansıtan İsrailli yetkililer için kilit bir strateji olmaya devam ettiğini gözler önüne seriyor.

***

İsrail'in bugün Filistinlilere karşı kullandığı toplu cezalandırma yönteminin kökenleri büyük ölçüde Filistin'deki İngiliz yönetimine dayanmaktadır. Hava bombardımanları, askeri baskınlar, Filistinli sivillerin canlı kalkan olarak kullanılması ve işgal altındaki, ezici çoğunluğu sivil bir nüfusa karşı uygulanan askeri hukuk altyapısı da öyle. İngiltere Filistin'i 1920-48 yılları arasındaki “manda” döneminde yönetti ve baskıcı altyapısı 1936-39 Büyük Arap İsyanı sırasında tam olarak yürürlüğe girdi. 1936'da Filistin, İngiliz yönetimine karşı yirmi yıl süren barışçıl direnişin ve 1920'ler boyunca başarısızlıkla sonuçlanan birkaç ayaklanmanın ardından, Arap çoğunluk için siyasi ve ekonomik durumun vahim hale gelmesiyle ulusal bir ayaklanmaya sahne oldu. Ayaklanma, Siyonist sömürgeciliğe İngiliz desteğinin sona erdirilmesi ve Filistinlilerin kendi kaderlerini tayin etmelerinin garanti altına alınması çağrısında bulundu. Ancak İngiltere bunu kendi egemenliğine bir tehdit olarak gördü ve acımasız bir baskıyla karşılık verdi.

İsyanın sonunda yetişkin Arap erkek nüfusunun %10'u İngilizler tarafından öldürüldü, yaralandı, hapsedildi ya da sürgüne gönderildi. Bu isyanı sona erdirdi ama aynı zamanda Filistin toplumunu harap etti ve 1948 Nakba'sı (felaket) sırasında Siyonist milis gruplarına karşı savunmasız bıraktı. Ardından, Filistin halkının üçte ikisinden fazlası İsrail Devleti'ni kurmak için ülkelerinden etnik olarak temizlendi. Filistinli tarihçi Reşit Halit, isyan sırasında Arap direnişinin silahlı olarak bastırılmasının İngiltere'nin Siyonist harekete sağladığı en değerli hizmetlerden biri olduğunu savunmuştur.

Sıkıyönetim

İsyanı bastırmak için İngiltere, İrlanda ve Hindistan gibi diğer sömürgelerinde geliştirdiği karşı isyan taktiklerini kullanarak Filistin'i sıkıyönetim altına aldı. Tarihçi Matthew Hughes'un açıkladığı üzere, 1936 ayaklanmasına yanıt olarak İngiliz yetkililer, Filistinlilere karşı toplu cezalandırma uygulamak için 1920'lerde çıkarılan ve “acil durum yasaları” olarak adlandırılan yerel yasaları yeniledi. Bu, manda hükümetine sokağa çıkma yasağı uygulama, yazılı materyalleri sansürleme, binaları işgal etme ve avukat hakkını askıya alırken bireyleri yargılamadan tutuklama, hapsetme ve sınır dışı etme imkanı verdi ki İsrail bugün hala Filistinlilere karşı bu politikaları uyguluyor. Silahlı isyancılar ile siviller arasında ayrım yapmak bir yana, İngiltere tüm nüfusa karşı toplu cezalandırma uyguladı. Gizliliği kaldırılan dosyaları inceleyen David Cronin, “Britanya'nın elit kesiminin Filistinlilerin toplu olarak hedef alınması gerektiğine erkenden nasıl karar verdiğini” anlatıyor. 1937 yılına gelindiğinde Filistin etkin bir askeri yönetim altındaydı. Manda döneminde Britanya, Filistinlilerin siyasi örgütlenmesini engellemek için tasarlanmış bir hukuk sistemi kurmuş ve aynı zamanda kendisine geniş yetkiler vermişti.

Kamplar ve hapishaneler

İngiliz askeri yönetimi ülkenin büyük bölümünü hapishaneye çevirdi. Askeri hukuk, köylülerin ve şehirli işçilerin büyük ölçekli gözaltılar anlamına gelen hızlı cezalar verilmesini mümkün kıldı. Tutuklular, genellikle yargılanmadan, yetersiz sağlık koşullarına sahip aşırı kalabalık kamplarda tutuluyordu. Mayıs 1939'da bir parlamento sorusunu yanıtlayan Sömürgeler Bakanı Malcolm MacDonald, Filistin'de 4.816 kişiyi barındıran 13 gözaltı kampı olduğunu doğruladı. Bu kamplar arasında, Filistin'in en büyük askeri üssünde bulunan ve binlerce mahkumu barındıran Sarafand el-Amar gibi (İngiltere'nin kendi deyimiyle) birkaç toplama kampı da bulunuyordu. Diğer kamplar arasında Tulkarem yakınlarındaki Nur Shams ve Filistin'in en büyük hapishanesine de ev sahipliği yapan Akdeniz kıyısındaki Acre hapishanesi de vardı. Bir noktada aşırı kalabalık o kadar kötüydü ki, her yeni tutuklu alındığında eski tutukluların serbest bırakılması gerekiyordu. 1939 yılında tutuklu sayısı 9 binin üzerine çıkarak iki yıl önceki rakamın on katına ulaştı.

Filistinli mahkum hakları grubu Addameer'e göre, bugün İsrail'in başlıca hapishane ve gözaltı merkezlerinden en az altısı manda döneminde inşa edilmiştir. Bunlar arasında Kişon, Damon, Ramleh, Aşkelon, Megido ve el-Muskubiyye (Rus Yerleşkesi) yer alıyor ve İsrail tarafından Filistinlileri hapsetmek için hala kullanılıyor.

İdari gözaltı

Kasım 2023'te İsrail ile Hamas arasında dört gün süren insani “duraklama ”nın ardından İsrail hükümeti yüzlerce Filistinli mahkûmu serbest bıraktı. Bu durum batılı izleyiciler için binlerce Filistinlinin bugün İsrail hapishanelerinde düzenli olarak tutuklu bulunduğu gerçeğine ışık tuttu. En çok dikkat çeken husus ise, aralarında çocukların da bulunduğu pek çok Filistinlinin, İsrail'in tutukluları suçlama ya da yargılama olmaksızın alıkoymasına olanak tanıyan hukuksuz bir süreç olan idari tutukluluk politikası kapsamında tutuluyor olmasıydı. Ancak İsrail'in bu uygulamayı, binlerce Filistinliyi yargılamadan düzenli olarak gözaltına alan İngilizlerden miras aldığı anlaşılıyor. İsrail, 1948'de kurulmasının ardından askeri yönetimin temel bir unsuru olarak yargılamadan gözaltı uygulamasını sürdürmüştür. 1939'da isyanın sona ermesinin ardından İngiltere manda yönetiminin yetkilerini güçlendirdi ve 1945'te Savunma (Acil Durum) Yönetmeliğini yürürlüğe koydu. İronik bir şekilde bu, o dönemde Siyonist paramiliter gruplar tarafından gerçekleştirilen şiddete bir yanıttı.

İsrail bu yönetmelikleri ve diğer İngiliz manda kanunlarının çoğunu 1948 tarihli İsrail Hukuk ve İdare Yönetmeliği'ne dahil etti. Bu yasaları 1948-66 yılları arasında İsrail içindeki Filistinlilere karşı kullandı ve 1967'de işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze topraklarındaki Filistinlilere de teşmil etti. Bu yasalar, daha sonra bu kez İsrail yönetimine karşı halk ayaklanmalarına yanıt olarak tekrar tekrar kullanılacaktı. Filistinli insan hakları örgütü Al-Haq'ın 1989 tarihli bir raporunda, İsrailli komutanların 1967 yılında Savunma (Acil Durum) Yönetmeliklerinin yürürlükte kalacağını teyit eden bir bildiri yayınladıkları anlatılmaktadır. İngiltere tarafından görev süresinin sonunda feshedilmiş olmalarına rağmen, İsrailli liderler bu yönetmelikleri Filistinlilere karşı kullanmaya devam etti.

İnsan Hakları İzleme Örgütü 2019 yılında, İsrailli yetkililerin, diğer önlemlerin yanı sıra, İngiltere'den miras kalan 1945 tarihli Savunma (Acil Durum) Yönetmeliklerini kullanarak “Filistinlileri barışçıl ifadeleri veya şiddet içermeyen gruplara veya gösterilere katılmaları nedeniyle askeri mahkemelerde yargılamak” için askeri emirleri kullandığı sekiz vakanın altını çizdi.

Charles Tegart'ın çiti

1930'lardaki isyanla mücadele etmek için İngiltere, daha önce sömürge Hindistan'da polis teşkilatının başında bulunan Sir Charles Tegart'ı Filistin'e gönderdi ve burada şüphelileri gözaltına almak için kullanılan altyapının çoğunu inşa etti. Tegart, işkence odaları olarak kullanılan Arap Soruşturma Merkezleri inşa etti. Sorgucuları işkence konusunda eğitmek için Kudüs'te özel bir merkez kurdu ve burada şüpheliler aşağılama, dayak ve fiziksel kötü muamele içeren acımasız sorgulamalardan geçirildi.

Sömürge yöneticisi Edward Keith-Roach anılarında bu merkezlerin amacının polis memurlarını “ağzındaki baklayı çıkarana kadar” Araplar üzerinde kullanmak üzere “‘üçüncü derece’ nazik sanatında” eğitmek olduğunu anlatır.

İsrailli tarihçi Tom Segev, Tegart'ın “ülke çapında düzinelerce polis kalesi inşa ettiğini ve yollar boyunca İngilizlerin korugan adını verdiği beton nöbetçi kulübeleri kurduğunu” anlatıyor. Tegart'ın en bilinen önerisi, Filistin'in kuzey sınırı boyunca “Tegart'ın çiti” olarak bilinen büyük bir çitin inşa edilmesiydi. Bunun inşası için, Filistin'e Yahudi yerleşimini teşvik eden ana kuruluş olan Yahudi Ajansı'nın yardımını aldı. İnşaat ihalesi, Filistin'in önde gelen Siyonist sendikası ve bugün İsrail'in ulusal sendikası olan Histadrut'un bir projesi olan Solel Boneh inşaat şirketine verildi. Solel Boneh, halk arasında “Tegart Kaleleri” olarak bilinen yeni polis binalarını da inşa etti. BBC'nin 2012 yılında Tegart hakkında hazırladığı bir profil, bu binaların birçoğunun bugün hala kullanıldığını anlatıyor.

Çoğunlukla ülkenin kuzeyinde yer alan bu kaleler şu anda İsrail'in Lübnan sınırına yakın bir yerde bulunuyor ancak İngiliz askerleri yerine İsrail askerleri tarafından yönetiliyor.

Askeri taktikler

İngiltere 1936-39 yılları arasında Filistinli isyancılara karşı hem kara birliklerini hem de Kraliyet Hava Kuvvetleri aracılığıyla hava gücünü kullandı. İngiltere'nin Nazi Almanyası ile yaptığı Münih Anlaşması'nın 1938'de feshedilmesinin ardından İngiltere Filistin'e 100 binden fazla asker göndererek ülkeyi askerle doldurdu. 7 Mayıs 1936'da Filistin Yüksek Komiseri Arthur Wauchope, itaatsizlik eylemlerinin meydana geldiği şehir ve kasabalara toplu cezalandırma uygulamak için Sömürge Ofisi'nden “genel örtülü onay” istedi.

Hemen onay aldı ve cezalandırılmak üzere Nasıra, Safed ve Bisan'ı seçti. Haziran 1936'da İngiliz kuvvetleri Eski Yafa Şehri'nin büyük bölümünü yerle bir etti. Ordu 220 ila 240 arasında çok meskenli binayı havaya uçurarak 6 bin kadar Filistinliyi evsiz bıraktı. O zamanki yıkım seviyesi bugün Gazze'deki yoğun İsrail bombardımanıyla karşılaştırıldığında küçük görünse de, çoğunlukla sivillerin hissettiği bir askeri operasyon sırasında orantısız güç kullanımı ve toplu cezalandırma Filistin için yeni değildir.

Yeni kurulan Arap Yüksek Komitesi tarafından ilan edilen genel grevin bastırılması ve greve katılan kilit isimlerin çoğunun hapsedilmesi ya da sürgüne gönderilmesinin ardından, 1937'de başlayan isyanın ikinci aşamasında, ülkenin büyük bir bölümünü kapsayan ve 1938'de zirveye ulaşan büyük bir silahlı ayaklanma yaşandı. Bununla mücadele etmek için İngiliz kuvvetleri baskılarını silahlı grupların çoğunun bulunduğu Filistin'in kırsal kesimine taşıyacaktı.

Köy baskınları

Ayaklanmaya katılanları avlamak ve ortadan kaldırmak için İngilizler düzenli olarak tüm köyleri kordon altına aldı ve ardından ölümcül baskınlar düzenledi. İngiliz birlikleri isyancı savaşçıları ya da silahları aramak için evleri yağmalıyor, çoğu zaman mülkleri tahrip ediyordu. Silahları ve hatta mermileri bulunan Filistinli erkekler vurularak öldürülüyordu. Birçoğu askeri faaliyetlere karıştığına dair herhangi bir kanıt olmaksızın öldürüldü. Baskınlar sırasında İngiliz askerleri sık sık köy sakinlerini topluyor ve onları dikenli tellerle çevrili açık hava hapishanelerine hapsediyordu. İngiliz askerlerine yönelik saldırılarda, saldırganın söz konusu köyden geldiğine ya da o köyün yakınlarında yaşadığına inanılıyorsa, köyler toplu olarak para cezasına çarptırılıyordu.

Buna ek olarak, şüpheli saldırganların ve akrabalarının evleri yıkılıyordu ki bu İsrail'in bugün hüküm giymiş ya da şüpheli Filistinli militanlara karşı uyguladığı bir politika.

Suistimallere maruz kalan iki köy olan el-Bassa ve Halhul, hayatta kalanların resmi tanınma ve İngiliz hükümetinden özür talep eden dilekçelerinin ardından 2022 BBC raporuna konu oldu. Bu raporda “tarihsel kanıtların keyfi öldürmeler, işkence, canlı kalkan kullanımı ve toplu cezalandırma olarak ev yıkımlarının detaylarını içerdiği” tespit edilmiştir. Raporda ayrıca şu ifadelere yer verilmiştir: “Bu eylemlerin çoğu, o dönemde Birleşik Krallık kuvvetleri için geçerli olan resmi politikalar çerçevesinde ya da üst düzey subayların rızasıyla gerçekleştirilmiştir.”

İsrail ordusunun Batı Şeria'daki Filistin köylerine düzenlediği baskınlar hayatın günlük bir parçasıdır ve 7 Ekim 2023'ten bu yana tırmanışa geçmiştir.

Canlı kalkanlar

İngiltere'nin kullandığı bir başka taktik de Filistinli sivilleri devriyelerde kendilerine eşlik etmeye zorlamaktı. İsyancıların yoğun olduğu bölgelerden geçerken askeri konvoyların önünde korumasız bir şekilde oturmaları ve hatta İngiliz birlikleri ilerlemeden önce mayınların üzerinden geçerek onları patlatmaları isteniyordu.

Bu taktik Hindistan'daki İngiliz yönetiminden geliyordu ve “mayın tarama” olarak biliniyordu. Birçok Filistinli bu şekilde öldürüldü ya da ciddi şekilde yaralandı. İngiltere Filistinli sivilleri etkin bir şekilde canlı kalkan olarak kullanmıştır ki İsrail güçleri yıllardır hem Batı Şeria'da hem de Gazze'de bunu yaparken defalarca filme alınmıştır. Aralık 2023'te Gazze'de 15 yaşında bir çocuk ve 30 yaşında bir adam olmak üzere iki Filistinli İsrail askerleri tarafından canlı kalkan olarak kullanıldıklarını iddia etmiş, çocuk askerlerin kendisini bir tünele sokmadan önce üzerine bomba bağladıklarını söylemiştir. İsrail'in 2014 yılında Gazze'ye yönelik saldırısında da benzer iddialar ortaya atılmıştı.

Batı Şeria'da İsrail askerlerinin Filistinli sivilleri alıp operasyonlar sırasında İsrail araçlarının önünde gözleri bağlı bir şekilde oturmaya ya da ayakta durmaya zorladıklarını gösteren çok sayıda video var. Hatta bazı durumlarda, tıpkı İngiltere'nin isyan sırasında yaptığı gibi, diğer Filistinlileri işgalci İsrail güçlerine taş atmaktan caydırmak için sivilleri bu araçların önüne yerleştirdiler. İsrail yıllardır Hamas gibi Filistinli grupları sivilleri canlı kalkan olarak kullanmakla suçladığı için bu tarihsel bağlamı anlamak özellikle önemlidir. Bu iddiayı destekleyecek çok az kanıt olmasına rağmen (ve mevcut kanıtlar aslında İsrail güçlerinin bunu bizzat yaptığını gösteriyor) temel tarihsel bağlam, İngiliz birliklerinin Büyük İsyan sırasında Filistinli sivillere karşı bunu kullanmış olmasıdır.

Orde Wingate ve Özel Gece Timleri

İsyanın bastırılmasında İngiliz-Siyonist işbirliğinin en açık örneği, İngiliz general Orde Charles Wingate'in Filistin'e girmesi ve Özel Gece Timleri'ni (SNS) kurmasıyla ortaya çıktı. Bir istihbarat subayı ve kendini adamış bir Hıristiyan Siyonist olan Wingate, İngiliz Ordusu tarafından Irak Petrol Şirketi'nin boru hattında devriye gezecek Yahudi savaşçıları eğitmekle görevlendirildi. SNS ile birlikte, Siyonist askeri örgüt Haganah'a katılanlardan kendi özel milislerini oluşturdu ve onları pusu ve suikast taktikleri konusunda eğitti. Kendisini Siyonizm'e inanan biri olarak tanımlayan Wingate'in adamlarına “Araplar gecenin kendilerine ait olduğunu düşünüyor. İngilizler geceleri kendilerini kışlalarına kilitliyorlar. Ama biz Yahudiler onlara geceden gündüzden daha çok korkmayı öğreteceğiz”. diye konuşma yapardı.

Wingate, Haganah'ın ana vurucu gücü Palmach'ın komutanı ve İsrail ordusu gelecekteki kurucusu Yitzhak Sadeh ile birlikte SNS'yi Filistin köylerine gece baskınlarına götürdü. Boru hattına yönelik saldırılar gerçekleştikten sonra, Gece Birlikleri şafak vakti yakındaki köyleri işgal ederek tüm erkek sakinleri topluyordu. Onları duvara karşı durmaya zorlayan timler daha sonra erkeklerin çıplak sırtlarını kırbaçlıyordu. Wingate bazen köylüleri aşağılıyor, bazen de onları vurarak öldürüyordu. Segev'e göre, emrindeki adamlar arkasından onun deli olduğunu düşündüklerini söylüyorlardı.

İsrailli askeri tarihçi Ze'ev Schiff, Wingate'in “Haganah'ın askeri düşüncesi üzerindeki en önemli etki olarak iz bıraktığını” savundu. Ölümünden yıllar sonra İsrail Savunma Bakanlığı tarafından yayınlanan bir sözlükte şöyle denmektedir: “Orde Charles Wingate'in öğretisi, karakteri ve liderliği Haganah'ın birçok komutanı için bir mihenk taşı olmuştur ve etkisi İsrail Savunma Kuvvetleri'nin savaş doktrininde görülebilir.” İsrail'in gelecekteki önde gelen komutanlarından ikisi de SNS'de Wingate'in emrinde görev yapmıştır: İsrail ordusunun genelkurmay başkanı olan Moshe Dayan ve geleceğin İsrail ordusu generali ve dışişleri bakanı Yigal Allon.

Dayan, Wingate'in “bize bildiğimiz her şeyi öğrettiğini” ve “hiçbir şey olmadığında bile Wingate'in talimatlarından çok şey öğrendiğimizi” söyledi. Allon ise “Yahudi savaşçıları birliklerine bağlayarak, pratik eğitim için olanaklar sağlamaya da yardımcı oldu... Kendisini pratikte Haganah'ın bir üyesi olarak görüyordu ve hepimiz onu böyle gördük - yoldaş ve bizim deyimimizle ‘Arkadaş’ olarak.”

Tümgeneral Bernard Montgomery

Wingate'den sonra, isyan sırasında Filistin'deki en kötü şöhretli İngiliz askeri figürü Bernard Montgomery idi. “Monty” olarak bilinen Montgomery, isyanın ulusal bir ayaklanma olduğuna dair her türlü öneriyi reddeden, bunun yerine isyancıları “haydutlar” olarak tanımlayan, çabuk sinirlenen, eski kafalı bir askerdi. İngilizlerin kullandığı eski Lewis hafif makineli tüfeğinin yerine Filistin'e Bren silahını getirdi ve adamlarına isyancılarla nasıl başa çıkacakları konusunda basit talimatlar verdi: onları öldürün.

Daha önce İrlanda'da görev yapmış ve 1921'de İrlandalı isyancılara karşı operasyonlar başlatmış olan Montgomery, sık sık iki sömürge arasında karşılaştırmalar yapıyordu. Montgomery, İngiltere'nin İrlanda'nın büyük bölümünün kontrolünü nasıl kaybettiğiyle meşguldü. Sinn Fein'e çok fazla taviz verildiğini düşünüyordu. Bu nedenle Filistin için vardığı sonuç, İngiltere'nin her türlü ulusal kimlik ifadesini bastırması gerektiği yönündeydi. Kareli başörtüsü (Keffiyeh) takarken yakalanan Arapların “kafeslenmesini” emretti. Ayrıca ceza olarak insanların bacaklarının zincirlenmesi fikrini de ortaya attı. İsrail'in 1967'deki askeri işgalinin başlamasından bu yana yetkililer Filistinlilerin ulusal sembollerine karşı defalarca kampanya yürüttü. Filistin bayrağı Batı Şeria'da, Kudüs'te ve İsrail'in kendi içinde hedef alındı ve düzenli olarak halkın gözünden uzaklaştırıldı ve el konuldu.

İsyan sırasında İngilizlerin yaptığı gibi, İsrailli yetkililer de Filistin ulusal kimliğini bir tehdit olarak görüyor ve ortadan kaldırmak için çalışıyor.

Çeviri: YDH