28 Şubat'tan fişleme komedileri... Görünmeyen kara çarşaflı!!!

Genç muhabirlerimizden Murat Alan'ın, bugün "manşet"ten verdiğimiz haberini okurken; elbette, "Demek bunlar da oldu ha!" diye şaşıracak ama bir yandan da gülmekten kendinizi alamayacaksınız.

Mevzu malûm...

"Fişlenen vali ve kaymakamlar!"

Pardon, sadece "vali" ve "kaymakam"lar değil, onların "eş" ve "çocuk"ları da fişlenmiş!..

Sizin anlayacağınız;

Tam bir "cadı avı"na girişilmiş ve "gereği" de yapılmış!..

Eğer "28 Şubat Süreci" devam etseydi ve Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun dediği gibi "bin yıl sürseydi" var ya; ortada ne "vali" kalırdı, ne de "kaymakam!"

Hepsini; önce fişlerler, sonra şişlerler, en sonunda da "kışkış"larlardı!..

DUYUMA GÖRE FİŞLEME!

Murat Alan'ın haberini okuyup, ele geçirdiği "belge"leri görünce, asıl "cadı avı"nı kimlerin yaptığını anlayacaksınız!..

Olay, gerçekten ciddi...

Dile kolay;

Refahyol'un, sadece 1 yıllık iktidarı döneminde; "17 valiyi, 296 kaymakamı ve 370 üst düzey personeli" fişleyip, "İrticacı" demişler, "Refah yanlısı" demişler, "Tehlikeli" demişler, "Namaz kılıyor" demişler, "Erkeklerle el sıkışmıyor" demişler!

Öyle anlaşılıyor ki;

Adamlar, "fişleme"ye başlamadan önce ciddi ciddi çalışmışlar derslerine... Ancak, şu da bir gerçek ki; bir insan, ne kadar "ciddi" olursa, o kadar "açık" verir, o kadar "gülünç" olur!..

İşte, ben de;

"Cuntacı"ların veya "onların emirerleri"nin, "fişleme" yaparken düştüğü "komiklik"leri yazmak istiyorum...

Meselâ, bir "vali yardımcısı" ile ilgili "fişleme notu"nda şu ifade var:

¥ "İrtica eğilimli... Eşi türbanlı iken yakın zamanda başını açmıştır!.. Başını açmış ama, fikirleri değişmemiştir!"

Görüyorsunuz ya;

Adamları "baş açmak" da tatmin etmiyor!.. Eşe, başını açtırmak, hiç kimseyi "irticacı" olmaktan kurtaramıyor!..

Dolayısıyla; onlara "şirin" görünmeye çalışıp da, "yamulma"nın hiç âlemi yok!..

Ne yaparsan yap, kurtulamıyorsun!..

Kararlarını vermişler;

Eşinin başı "açık" da olsa, "kapalı" da olsa, seni yiyecekler!..

Bir "komik örnek" de şu:

¥ "İrticaî faaliyetlerin içinde olduğuna dair duyumlar alınmaktadır!"

Dikkat edin, "net bilgi" yok ellerinde ama "duyum" almışlar!..

Hani, "kenar mahalle karıları" vardır ya, camdan cama birbirlerine "Huu komşu, duydun mu?!?" diye seslenip saatlerce "dedikodu" yaparlar ya, "cuntacı"lar da, "dedikoducu karılar" gibi "fişleme" yapmışlar!..

"Huuu komutanım, duydun mu, filânca kaymakam, irticaî faaliyetler içindeymiş!.. Duyanlar ööle diyo!"

ÇARŞAFLI AMA GÖREN YOK!

Buyrun bir komedi daha:

¥ "İrtica eğilimlidir... Eşi yabancılara görünmez, el sıkmaz, siyah çarşaf kullandığı söylenmekte olup, evden hiç çıkmadığı için hiç kimse tarafından görülmemiştir!"

Görüyorsunuz değil mi; bunlar sadece "fişlemecilik" değil, "sotacılık" ve "müneccimlik" de yapmışlar!..

"Müneccim" olmasalar;

"Evden çıkmayan" dolayısıyla "hiç kimse tarafından görülmeyen" bir kadının "siyah çarşaf kullandığını" nereden bilecekler!..

Ya "müneccimlik" yaptılar,

Ya da "müneccim dolması" yuttular!..

Yoksa, görmeden fişleyemezlerdi!..

YURT İYİ, AMA KAPATIN!

Bu "fişleme" işlemlerine maruz kalanlar, elbette sadece "vali"ler, "kaymakam"lar ve "üst düzey bürokratlar" değildi!

Tarihe "Postmodern Darbe" olarak geçen "28 Şubat'taki MGK kararları"ndan sonra denetimi sıklaştırılan "Kılık-Kıyafet Yönetmeliği" ile birlikte "üniversite"lerde, "okul"larda, "dersane"lerde ve özellikle "öğrenci yurtları"nda adeta "cadı avı" başlatıldı ve bu avdan, "azgın azınlık" hariç, herkes nasibini aldı!..

Buyrun, birkaç örnek...

¥ Uzunköprü Dağlı Halil Vakfı Kız Öğrenci Yurdu'nun 11.5.1997 tarihli Başmüfettiş M. Erdal Tur ve Müfettiş Dr. Rıfat Araz imzalı denetleme raporunda eğitim-öğretim çalışmalarının, mevcut şartlara göre iyi seviyede görüldüğü belirtiliyor... Fakat yurdun kapısına 21.10.1998 tarihinde kilit vuruluyor...

Niye, biliyor musunuz?

Zira, yurtta "15 başörtülü öğrenci" kalmaktadır!..

¥ Merkez İlim Yayma Cemiyeti Yükseköğrenim Kız Öğrenci Yurdu ise yönetim memuru Dilek Y. ile 10 öğrencinin başörtülü olması ve yönetim odasında, yatakhanelerde, tuvalet kapısında dini içerikli levhaların bulunması sebebiyle 5.11.1998 tarihinde Vali Yardımcısı Hikmet Çakmak ve Milli Eğitim Müdürü Reşat Küçükdemir'in imzasıyla kapatılıyor!..

Bunlar, "ciddi" örnekler!..

Gelin, bir de; "Mizah değil, ayniyle vaki" dedirten olaylara bir bakalım.

PERUK MU, SAÇ MI?

İstanbul'dan bir örnek:

¥ Özel bir okulu teftişe gelen müfettiş, bir "bayan öğretmen"in dersine giriyor.

Uzun süre izledikten sonra dışarı çıkmak için kalkıyor. Kapıya yönelirken bir anda öğretmenin saçını tutup çekiyor!.. Bu sırada canı yanan öğretmen, çığlık atıyor.

Müfettiş, pişkin pişkin; "Sadece peruk mu diye kontrol ettim!" diyor.

Öğretmen, hıçkırıklarla ağlamaya başlıyor, daha sonra psikolojik sorunlar yaşadığı için öğretmenliği bırakıyor...

ERKEK ÖĞRETMENE BAŞÖRTÜSÜ!

Ve, bir başka örnek:

¥ Milli Eğitim'in açtığı ve stajer öğretmenlerin katıldığı kursa kolejden iki öğretmen katılıyor. Kursa takım elbiseleriyle devam eden öğretmenlerin ardından Milli Eğitim Teftiş Kurulu'ndan okullarına yazı geliyor... Sınava katılan 4 stajer öğretmenden, kılık kıyafete uymadıkları için ifade vermeleri isteniyor...

İsmi İbrahim Halil olan öğretmene "Niye başörtülü girdin?" diye soruyorlar.

Öğretmen, elbette şaşırıyor!..

Öyle ya;

Kursa, niye "başörtülü" olarak katılsın ki!.. Bunda, bir yanlışlık olmalı...

Sonradan anlaşılıyor ki;

İsmi "İbrahim Halil" olan öğretmen, Teftiş Kurulu'na gidinceye kadar "dönüşüm"e uğrayıp, "İ. Hilal" olmuş, iyi mi?..

Eee, "İ. Hilal" de, herhalde "bayan" olmalıdır!..

Soyadı "Hilal" olduğuna göre de, bu hanım mutlaka "irticacı"dır!.. İrticacı olduğuna göre de, herhalde "başörtülü"dür!!!..

Görüyorsunuz ya;

"Vanlı" birinin "zanlı" yazılması gibi, "Halil" adı "Hilal" yazılınca, İbrahim öğretmene "başörtüsü" bile taktırmışlar!..

Eee, dönem 28 Şubat!..

Olur böyle vak'alar!..

DERSANE REKLÂMI YAPARSAN!

Ama, tek vak'a bu değil!..

Buyrun, son bir örnek:

¥ 1996 yılında İmam Hatip öğrencisi Selim Tuzci, ÖYS sonuçları kamuoyuna açıklanmadan önce dönemin ÖSYM Başkanı Fethi Toker'den telefon alıyor.

ÖSYM Başkanı; Selim'in ilk 10'a girdiğini ve uçak biletinin hazır olduğunu, hemen Ankara'ya gelmesini söylüyor.

Dersane hocaları da, Tuzci ile birlikte Ankara'ya gidiyor.

ÖSYM'nin koridorunda karşılaştıkları ÖSYM Başkanı Fethi Toker; Tuzci'yi kolundan tutup bir odaya götürürken, öğretmenleri binadan dışarı çıkartıyor. Tuzci'yi otele yerleştirip kimseyle görüştürmüyor.

Başkan, Tuzci'ye diyor ki;

"Bak oğlum, sınavda ilk 10 arasına girdin. Bu dersanecilerle görüşmeyeceksin, onların bu başarıyı reklam etmesine izin vermeyeceksin. Söylediklerimi yapmazsan seni ilk 10 içinden alır, 11. yaparım."

Sonuçlar açıklandıktan sonra, ne görülüyor dersiniz?..

İHL öğrencisi Selim Tuzci'nin;

"İlk 10'da" değil, "Türkiye birincisi" olduğu görülüyor, iyi mi?!?..

HESAP SORULMASIN MI?

Uzun lâfın kısası;

Türkiye halkı, "28 Şubat Süreci"nde bunların hepsini yaşadı!..

Bunları ve daha fazlasını!..

Şimdi kalkmışlar;

"28 Şubat Cuntası"na yönelik operasyonların "cadı avı"na dönüştüğünü, operasyonların "rövanş" ve "öç" alma amacıyla yapıldığını iddia ediyorlar!..

İddia sahiplerine derim ki;

Ellerinizi vicdanlarınıza koyun ve cevap verin... Fişlenen "vali"lerin, "kaymakam"ların ve onların "eş"leri ile "öğretmen" ve "öğrenci"lerin yaşadıkları "travma"ların hesabı hiç sorulmasın mı?..

"Peruk mu" diye "saç çeken" müfettiş, hiç hesaba çekilmesin mi?..

Bence, o dönemin "zalim"leri tek tek hesaba çekilmelidir...

Ama, sadece "askerler" değil, "medyacılar, işadamları ve brifingli yargı mensupları" da hesaba çekilmelidir!..

Onlar, bu millete acıdı mı?..

 

 

Helâl, Darwinci Celâl!

1965'te Öztürk Serengil ve Vahi Öz'ün oynadıkları bir film vardı: "Helâl, Adanalı Celâl." Aradan geçmiş koskocaman 47 yıl...

Ne Öztürk Serengil yaşıyor, ne de Vahi Öz... Öyle sanıyorum ki; "Helâl, Adanalı Celâl" filmini hatırlayan da pek yoktur!..

Çünkü efendim; Öztürk Serengil ve Vahi Öz gibi "komedyen"lerin oynadıkları "Adanalı Celal" tiplemesinin yerini, günümüz Türkiye'sinde "Darwinci Celâl" aldı... "Darwinci Celâl"i herhalde tanırsınız... Kendisi; "teoloji" düşmanı bir "jeoloji" Prof.'udur!..

Herhalde tanıdınız; Prof. Celal Şengör'den söz ediyorum...

Bilenler bilir... Öztürk Serengil ve Vahi Öz, aslında ciddi adamlar olmalarına rağmen, rol icabı "yalakalık, soytarılık ve şaklabanlık" yaparlardı... Ama, "Darwinci Celâl", özellikle "asker"lere karşı, yalakalığın da ötesinde bir "tutku" besliyor...

Meselâ; o günlerde lisede okuyan oğlunun "mareşal üniforması" giymesi gerekiyormuş... Giymiş ve salonda o üniformayla oturuyormuş... Darwinci Celâl; oğluna seslenip, "çoraplarını istemeye" niyetlenmiş ki, "üniforma"ya bakıp; kalkmış, çoraplarını kendisi almış!..

Öyle bir "asker hayranı"ymış ki; bugüne kadar hiçbir general veya amiralle "oturduğu yerde" konuşmamış!..

Askerden telefon geldiğinde hemen ayağa kalkar, "hazırol"a geçer, "Rahat" deseler bile oturmazmış!..

İşte bu adam; "Evren ve Şahinkaya lehinde şahitlik yapmak" için dün mahkemeye başvurmuş...

Anlayacağınız; "militarist"liği, "ateist"liğinin de fevkinde!..

yeniakit

Bu yazı toplam 916 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar