Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Ab-dest almak

Sorun nedir? Bana kalırsa abdestsiz yapılan her iş ve sözde potansiyel bir risk sözkonusu.

Abdest, sadece namaz kılmak için alınmaz. Abdestli iken yalan söylenmez, harama bakılmaz, rüşvet alınmaz ve verilmez, yanlış karara imza atılmaz, yalancı şahidlik yapılmaz. O zaman hem abdest bozulur hem de bu bozgun imana zarar verir. Allah’a verilen sözden dönülmüş olur.

Şehadet, kanla alınan abdesttir bir bakıma. Akan kendi kanınızdır, Hak namına, ham uğruna, Hak yolda. Mümin, başkasının kanı ile abdest almaz, başkasının akan kanını durdurmak için kendi kanını ona bedel olarak akıtır. Başkalarının gözyaşları dinsin diye döker gözyaşını, başkalarının malı, parası, aklı korunsun diye düşünür, kendi parasını, malını harcar!

Abdest hem Necaset’ten ve hem de görünmeyen kirlerden, Hades’ten arıtır bedeni, aklı ve düşünceleri..

Abdest meleklere çağrıdır. Selamdır. Hanımım abdestsiz sokağa çıkmaz. O manevi korumalarını çağırır okumalarıyla, Şeytana ve Şeytanın işbirlikçilerine karşı. Abdest /Vudu duanın eyleme dönüşmüş şekli de olabilir bir başka yanı ile.

Aslında biz Riba’yı Faiz yaptık, Enflasyonu ve Devalüasyonu hiç hesaba katmadık bu arada, Salad’ı Namaz, Vudu’yu Abdest, Savm’ı Oruç yaptık. Ezanı aslında döndürdük ama bazı kelimeleri aslında döndüremedik. Aylarımız “Şabat, Martius, Nissan, Mai, Tammuz, Ağustus, Alül” gidiyor işte.

Dikkat Şeytan bizi Allah’la aldatmasın. Bataklık güllerinden uzak durduğunuz gibi “Dırar Mescidleri” ve o dillerine Allah’ın ayetlerini dillerine geçirip kendi yalanlarını ve günahlarını meşrulaştırmak için ortalıkta dolaşan giydirilmiş odun kılıklı BİREY’lerden ve onları alkışlayan TROLLERinden uzak duralım.

Düşünsenize, CHP tek başına o İstanbul Sözleşmesi’ni ya da Lanzarotte’yi geçirebilir miydi!

Ya da insanları pandemi yalanına, iklim yalanına bu kadar kolay inandırabilirler miydi. Dün dünde kaldı. Olan oldu. Her şey olacağına varıyor sonunda.

Bakın, intihar ve antidepresan kullanımında dünyada ilk sırada Japonya, ABD ve İskandinav ülkeleri var. Tek başına para ile saadet olmuyor. Haz ve heyecan bir yere kadar sonra tatminsizlik başlıyor ve hiçbir şeyden mutlu olmuyorsunuz. Yaşamak anlamını kaybediyor, derin bir boşluğa düşüyorsunuz ve intihar için uygun hale geliyorsunuz.

Yoksulun açlığından daha büyüktür, zenginin gördüğünden mahrum olması bazı durumlarda. Rütbe, şöhret, makam ve iktidar sarhoşluğu da böyle bir sonuca götürür insanı.

Acı, haz kadar büyüktür. Ceza, suç kadar nasıl büyükse, işte öyle.

İnsanın sadece aklı yok, bir de şuuraltı var. O farklı çalışıyor. Bir vijdanı var.. İmanı, ahlakı, geleneği, genetik bir algılama biçimi var. Bu alanda akıl tek başına karar vermiyor. Eğer o cevabını arayan sorular tatmin edici bir cevap bulamıyorsa o zaman insanlar farklı dünyalara savrulabiliyor. Alkol, uyuşturucu, intihar eğilimi, kumar, macera arayışı bunun farklı tezahürleri, bunalım, aklını kaçırma da olabilir..

İnsanlık bu anlamda giderek bir intihar toplumuna dönüşüyor. Kendini öldürmeye yönelen biri, başkasını da öldürebilir. Hatta dünyanın geleceğinden umuru ve umudu kalmayan biri dünyayı ateşe verebilir. Kitlesel katliamlara yönelebilir.

Batılılar için bu çok da yabancı bir fikir değil. Kendi çıkarı bir kıta dolusu kızılderili, bir kıta dolusu siyah derili, bir kıta dolusu sarı derili insanı öldürüp, köleleştirip, sömürgeleştirmedi mi. Uygarlığını(!) bu insanların kanları ve gözyaşlarına borçlu değil mi?

Hitler kimin çocuğu idi, dünya savaşlarını kim niçin çıkardı, soğuk savaş neyin nesi idi.

Biz bunları tanıyoruz. Demokrasi, liberalizm, modernizm, özgürlük, insan hakları hepsi birer makyaj malzemesi idi onlar için. Helvadan puttu, acıktıkça yedikleri.

Yunus Emre enstitüleri kurmak güzel de, sadece bu şiirleri ezberleyip okumak değil, hayatta karşılığı var mı ona bakmak gerek:

Bir kez gönül yıktınsa / Bu kıldığın namaz değil / Yetmiş iki millet dahi / Elin yüzün yumaz değil”, “Yol odur ki doğru vara / Göz odur ki Hakk’ı göre / - Er odur alçakta dura / Yüceden bakan göz değil”..

Biliyorsunuz, “İman ettik demekle yakamız bırakılmayacak”.

Aslında abdest alırken 5 duyumuzu, el ve ayaklarımızı yıkarız. Ağzınızı çalkalarken, dilinizi de yıkarsınız, burnunuzu, göz, kulaklarınızı yıkarsınız. Pislik yediğiniz için değil, kötü söz ve mübah olmayan bir lokma da olsa hepsi temizlenmeli. Kem bir bakış bile kirletir insanı. El ve ayaklarınız yeni hamamdan çıkmış da olsanız, daha ilk anda kirlenebilir. Bu Hijyenle ilgili bir konu değil.

Biliyorsunuz, “Higien” “Temizlik tanrısı”nın adı. Hijyenik derken, “o’nun razı olduğu şekilde ve ona sunulacak kadar temiz” anlamına geliyor. Hygieia veya Hygeia, Yunan ve Roma mitolojisinde “tıp tanrısı, şifacı Asklepios”un kızıdır. “Koruyucu şifa ve temizlik tanrıçası”dır. Hygieia’nın diğer kız kardeşleri ise şunlardır: Iaso (Hastalıklardan iyileşme tanrıçası), Aceso (Nekahet dönemi tanrıçası), Aglæa (Afiyet tanrıçası) ve Panacea (Evrensel şifa tanrıçası)dır.

Şu bizim sağlık bakanlığının logosunda da yer alan yılanlı asa var ya, o Tanrı Asklepios’un Asası’dır. Laiklik bu alana girmiyor. Bunun sembolik anlamı o tanrının İlahlık yani hüküm koyucu olduğunu, Rablik de onun etik, moral, terbiye kurallarına sadakatle bağlılığı ifade ediyor. (Asklepios onlardan razı olsun)(!)

Bu yılanlı asa bugün de hekimliğin simgesidir. Ve bu simge aynı zamanda, çift başlı yılan Şeytan’ın “yeryüzünde bir cennet ve ebedi hayatı”nın sırrını da sembolize etmektedir. Asklepios ayrıca çam kozalakları, defne dalları, keçi ve köpeği de sembol olarak kullanır. Bu anlamda batıda çam kozalakları ve defne dalı da çok kullanılan semboller olup, keçi Şeytanla ilişkilendirilirken, köpek de sadakat sembolü olarak kullanılmaktadır.

Bir asaya sarılı iki yılan sembolüne “Caduceus” adı verilir. Mitolojide Tıpla ilgili olan asaya sarılı tek yılandır. Bu sembol aynı zamanda Hermes’in asasını temsil eder.. Bu asanın anlaşmazlık içinde olanları uzlaştırma gücü bulunduğuna inanılır. Hermes, tüccar, haberci ve hırsız bir tanrıdır. Tıpla da alakası yoktur. Sağlık Bakanlığı, ezoterik anlamda tehlikeli tedaviler yapan bu sembolü niçin ve nasıl seçmiştir bilinmez!

Hani “Men teşebbehe” diye bir kural vardı. Tamam anladık, bizim Laikçiler için Pagan tanrılar bir sorun değil, onun için Sağlık Bakanlığının bu amblemine itirazları yok da AK Parti’ye oy veren dindar insanların hassasiyetlerini dikkate alan insanlar nerede bugün. Y

oksa o birileri, sakallarını kesip, başörtülerini çıkaranlar, akıllarını, inandıkları şeyleri de mi değiştirdiler!. Ya da bu sembollerin ne anlama geldiğini bilmiyorlar mı veya artık umursamıyorlar mı?

Hani biz, alameti farikalarımızı korumak istiyor, umursuyoruz da!

Temel dini metinlerde bazan Mitolojiye de atıf yapılır. Mesela “Allah Şira’nın da Rabbidir” örneğinde olduğu gibi. Misal olarak, abdest alırken necasetten taharetin yanında bir de HADES’ten taharet vardır.

Peki “Hades” nedir? Hades, mitolojide Pluton ile ilişkilendirilir.

Zeus ve Poseidon’un kardeşidir. Zeus dünyayı kardeşleri arasında paylaştırırken kendine gökyüzünü, Poseidon’a denizleri ve Ölüm tanrısı Hades’e de yer altını vermiştir.

Yani bizde Hades, zahiri kirler ve kötülükler yanında batini, görünmeyen kir ve kötülükleri ifade eder.

Günümüzde Pandemi lobisi gibi Şeytani yapıların esoterik kehanetlerini anlamak açısından mitolojiye başvurmak bazan gerekebiliyor. Selâm ve dua ile.

Bu yazı toplam 602 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar