Abdurrahman Dilipak
Abdülhamid’i anlamak
Sevenin sevmek için, nefret edenin nefret etmek için çok fazla sebebi var. Kimi daha sonra fikrini değiştirip pişmanlık duymuş. Osmanlı İmparatorluğu’nun 34. padişahı, 113. İslam halifesi ve çöküş sürecindeki en önemli politik figür. Kimine göre “kızıl sultan” kimine göre “Cennet mekan”.. 7 tarikatın postunda oturan dini bütün bir Müslüman.
21 Eylül 1842’de doğdu - 10 Şubat 1918’de 76 yaşında hayata veda etti. 31 Ağustos 1876’da 34 yaşında tahta çıktı ve 31 Mart Vakasından kısa bir süre sonra, 27 Nisan 1909’da, tahttan indirilene kadar 33 yıl ülkeyi yönetti.
Garip bir dönemdi. Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak akımlarının çatıştığı bir ortamda, Abdülhamid de “İslamlaşmak”tan yana olduğu halde, mesela Said Nursi, Mehmet Akif, Şeyhülislam’lardan Mustafa Sabri, Babanzade, Hasan Basri Çantay, Elmalılı Hamdi, İskilipli Atıf, Ömer Rıza Doğrul Abdulhamid’in karşısında idi. Biz bu durumu anlamaya çalışmadık.. Osmanlı devletinin kurtuluşu için kimi Fransa’ya yanaşmaktan söz ediyordu, kimi İngiltere’ye, kimi Almanya’ya, kimi Amerika’ya!
Rıza Tevfik Bölükbaşı’nın “Sultan Abdülhamid Han’in Ruhâniyetinden Istimdat / Nerdesin şevketlim, Sultan Hamid Han?” isimli meşhur bir şiiri var.
Hani meşhur bir söz var: “Beni bir tek sen anladın, onu da yanlış anladın” diye. Sevenlerin de nefret edenlerin de sebebleri aslında üretilmiş. Sebebler büyük ölçüde.. “Şeyh uçmaz, mürit uçurur” hikayesi. Birileri geçmiş algısından kendi için bir gelecek algısı üretme adına, din, tarih, gelenek, her şeyi kullanıyor. Bu hep böyleydi. Adil şahidler olmayı bir türlü beceremedik. Oysa insanlar hata yaparlar. Peygamberler müstesna hiç kimse kemal ve masumiyet makamında değildir. Hep işin kolayına kaçıyoruz. Kolay çözümler peşindeyiz. Biri gelecek bizi kurtaracak, Mehdi, Mesih, hep bir kurtarıcı bekliyor insanlar. Ya da mevcut önderleri kaybederlerse helak olacaklar. Onların tam karşısındaki grub da, böyle devam ederse helak olmaktan korkarlar. Mevcudun karşısındaki kazanırsa o zaman kurtulacaklardır.
Bu Şeytani bir oyun aslında, siyasi bir intihar ve toplumsal çatışmanın tohumunu içinde taşır bu fitne.
Abdülhamid Hanı göklere çıkarmak için de, sert bir şekilde eleştirmek için de bahane bulabiliriz. Sonunda o zor bir dönemde görev yapmış, hataları da olan, güzel yanları da olan bir “abd-i aciz”, yani bir kul. Madem o 7 tarikatın postunda oturuyor, o zaman “fakir-i pür-taksir” de diyebiliriz. Bir peygamber “İnni küntü minezzalimiyn” diyebiliyorsa, bir halife de, yaptığı yanlışlar için aynı şeyi söyleyebilir.
Tanzimat sonrası, İttihat Terakki’nin yükselişte olduğu, Osmanlı’nın çöküş yıllarda görev yapan bir padişahtan söz ediyoruz. 93 harbini gördü, 31 Mart’ı yaşadı, 1 ve 2. Meşrutiyeti yaşadı. Kendi memurları tarafından Selanik’e, Yahudi işadamı Alatini efendinin evinde mecburi iskana tabi tutuldu.
Burada asıl üzerinde durmak istediğim asıl konu, “adil şahidler” olmakla ilgili. İstişare ve şûra ile ilgili, ehliyetle ve liyakatla ilgili.
Abdülhamid’den hemen sonra pişmanlık gösterenler oldu. “Onun ruhaniyetinden istimdat” dileyenler oldu. Oysa bu yardım ancak Allah’tan beklenir, kullarından değil! Abdülhamid başta kalsaydı, haşa hüküm değişecek mi idi! O gitti diye mi yıkıldı imparatorluk, haşa!
Babamız peygamber olsa gelse (Haşa, çünkü başka peygamber gelmeyecek) olacak olan olur. Biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmeden Allah bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir. Peygamberler, “kurtarıcı” değil, kurtuluşa çağırır. Kurtuluşun adresi ise bellidir: Allah, resul, kitap!
Ama bakıyorum da birileri; birileri gelirse ya da giderse ülkenin kurtulacağını söylüyor. Hayır, ayrıca bir de Allah (cc) bizleri mallarımız, canlarımız, sevdiklerimizle kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edeceğini söylüyor.
“Göklerin ordularının komutası” ya da “göklerin hazinesinin anahtarı” kimsenin elinde değil.
Şeytan insanları hep karizmatik liderler ve gizemli yapıların esoterik yönetimleri ile kandırdı durdu. Bize peygamberler ya da krallar soyundan bir değil, içimizden biri gerek. Talut-Calud olayına bakın. Davud’un “sapan taşı” yeter. Aklın muktezası olan sorumluluklarını elbette kuşanacağız, ancak bunlar, haşa Allah’ın yetmeyen gücüne güç, yetmeyen parasına para, yetmeyen aklına akıl yetirmek için değil!
Bir ümmetin geleceğini tek kişinin iktidarı ile ilişkilendirmek, birini yüceltirken, bütün o toplumu aşağılamaktan başka bir şey değildir. Kemalistler bu hataya çok düşüyorlar, aslında milliyetçisi, dindarı, lideri, örgütü ile aynı yanlışa sarılıyor.
“Şöyle olmasaydı böyle olurdu ya da olmazdı” diye akıl yürütme, Allah’ın yarattığı kaderde geriye dönük ihtimal hesabı yapmak Şeytanın insanoğlunun aklına kurduğu tuzaktan başka bir şey değildir.
Kim Allah’ın ipine tutunursa, o tek başına da olsa kurtuluşa erenlerden olacak. Allah’ın ipini bırakanlar ise, başlarında kim olursa olsun, helak olacaklar.
Bizden istenen adil şahidler olmamız. Sözü dinleyeceğiz, doğrusuna tabi olacak, yanlışına karşı çıkacağız. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacağız. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa. Düşmanımızın bile hakkını savunacağız. Başka bir kurtuluş yok. Ve dikkat! Şeytan bizleri Allah’la aldatmasın! Tek başına iyi niyet yetmez. Cehennemin yolları iyi niyet taşları ile döşelidir. Ya Rab, bize hakkı hak, batılı batıl göster, hakta toplanmamızı nasib et. Bizi nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğrayanların değil. Bizi rızanın tecellisinin vesilesi kıl.
Selâm ve dua ile.