Selâhaddin Çakırgil
Abdullah Gül ve Ahmed Davutoğlu beylere yakışan...
Dünya siyasetinin bu kadar karmaşık olduğu bir zaman diliminde, bu yazıda bazı şahıslar üzerinde durulması ilk planda yadırganabilir. Ama, bu hassas zaman diliminde bazı şahısların söz ve tavırları da daha bir önemlidir. ‘Abdullah Gül veAhmed Davutoğlu beyler de bu kabildendirler. Bu iki ismin müktesebatı ortada iken,referandum mitinglerinde yer almamaları, onlar üzerinde yerli-yersiz yorumlara yol açmakta..
***
Neyse ki,Konya’daki mitinge katılacağının açıklanmasıyla, Davutoğlu, bu yorumların dışında artık..
Abdullah Bey için de vakit henüz geçmiş değildir. O da, bugüne kadar aynı safta olduğu arkadaşlarıyla ve geniiiş kitlelerle kol-kola girebilir. Hele de dünya siyasetinin nasıl şekilleneceğinin bilinmediği bir zaman diliminde, onun da bir ömür boyu birlikte olduğu toplum kesimleriyle birlikte olması son derece önemlidir. Onun -ileri sürüldüğü üzere-, ‘eski bir cumhurbaşkanı olarak siyasî faaliyetlere katılmamak’ gibi bir prensibi varsa, bu, mazeret sayılamaz herhalde. Çünkü bu referandum, dar mânâda bir parti siyaseti olmanın çok ötesindedir.
Ülkemizde, 90 yıla varan ve bir örneği bugün ancak Kuzey Kore’de kalmış olan bir ‘tekadam’ın ilkelerine bağlılık’ adına denilerek tahakkümünü sürdüren oligarşik yapının ve her türlü vesayetçi anlayış ve alışkanlıkların sona erdirilmesi yönünde de önemli bir adım teşkil edecek bu değişiklik adımının günlük bir siyasî mücadele olarak görülemeyeceğini Abdullah Bey de bilir.
***
Mevcut sistemin kurallarına uyularak yapılan sınırlı bir anayasa değişikliğinin ideal olması mümkün değişse de, bir darbe anayasasına göre daha sağlıklı bir düzenleme imkanı sunan bu değişim çabasından uzak duranlara tarihî bir sorumluluk düşeceği açıktır. Kaldı ki, bu konuda, uluslararası kampanyalar bile yürütülür, terör örgütleri ve, içte de milletin üzerine 90 yıldır bir vesayet sistemi kurmuş olan odaklarca nasıl bir direnç sergilendiği de ortada iken..
Abdullah Bey’in bu mücadelenin dışında gibi gözükmesi onun muktesebatıyla da çelişir.
Temel Karamollaoğlu Ağabey’e...
Bu sütunda daha önce, 23 Şubat günü de Temel Ağabey’e hitap ile serzenişlerimi dile getirmiştim. Görmemiş olabilir. O yazıda, 1990’lı yılların başında, yurtdışındaki bir buluşmamızda kendisini eleştiren gençlere, ’Kardeşler, bizim neslimizden bundan fazlasını beklemeyin. Ama, daha iyi yapacak birisi çıkar da ona destek vermezsek, bizi o zaman eleştiriniz..’ dediğini hatırlatmış ve, ‘ideallerimiz açısından hayal bile edilemeyenleri uygulamaya koyan birileri yok mudur?’ diye sormuştum; tekrarlıyorum.
Temel Ağabeygibi birikimli birisinin, referandum konusunda ve kendi gönül dünyasına karşı olan ve hele de Sivas - Madımak Hadiseleri’nden dolayı yıllarca, kendisini en ağır ve haksız şekilde suçlayan mâlum cenahla bugün, -onların deyimiyle, imece durumunda olması- ve onlar tarafından şimdilerde, ‘entelektüel bir kişi imiş..’ diye yeni yeni keşfedilmeye başlanması ve onların neyi- niçin böylesine korumaya çalıştıkları ortada iken; Temel Ağabey'in, Genel Başkanı olduğu kitle adına,kimlerle saf tuttuğunu göz önünde bulundurmaması esef vericidir.
***
Ve, Süleyman Soylu Bey’e:
Eskiden işkence merkezleri olarak bilinen polis merkezleri ve karakollar son 15 yıldır adım-adım iyileşip, vatandaşın korkusuzca gitmeye başladığı ve genel olarak saygı gördüğü ve memnun döndüğü mekânlar haline gelmiş ve hele de, 15 Temmuz Darbe Hıyaneti’ sırasında, Emniyet güçleri, milletle birlikte olmanın semeresini görmüşken..
Son zamanlarda bu tablonun değişmeye başladığı ve özellikle Anayasa değişikliği için iki parti arasında varılan uzlaşmanın etkisinin bu mekânlara da çarpık şekilde yansıdığı ve geçmişte örnekleri çok görülen, ‘vatandaşa ve değerlerine itinasız duran ve tehditler savuran polis tiplerinin yeniden ortaya çıktığı’na dair şikayetler giderek artıyor.
Bu iddia ve ihtimallere karşı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun hassasiyetle eğileceği umulur.
stargazete