Abdurrahman Dilipak: Hz. Süleyman ve karınca
Habervakti.com yazarı Abdurrahman Dilipak'ın yazısını iktibas ediyoruz.
Abdurrahman Dilipak: Hz. Süleyman ve karınca/ Habervakti.com
Artık, “Tarihin sonu”nu getirecek, bir “Medeniyetlararası savaş”tan söz ediyoruz. Yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir hayat vadederken, yeryüzünü cehenneme çevirmekten söz eden birileri de var! Dini metinlerde sözü edilen “Melheme-i Kübra” ve “Armagedon” savaşının tabii platosu olan bir coğrafyada yaşıyoruz. Savaş Hukuku / Havf fıkhı hakkında maalesef çok kıt bilgilere sahibiz. Hatta çoğumuz “Haram aylar” hakkında yeterli bir bilgiye de sahip değil. Maalesef bu aylara dikkat etmiyoruz. Haram Aylar / Eşhürü'l-Hurum Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Receb aylarıdır. 3’ü ardışık biri ayrıdır. Hz. İbrahim’den beri bu 4 ay’da her türlü cezalandırma eylemi, kişisel, toplu ve askeri saldırı ve savaşın haram olduğu aylardır. Mesela bugün 1 Cemaziyel ahir 1446’dır. Bir ay sonra Recep, Şaban, Ramazan (3 Aylar) başlıyor. Üç ayların ilki “Haram aylar”dandır.
Ben geçmişte, bu topraklarda yaşanan bir savaştan söz etmek istiyorum. Neml suresi, yani Karınca suresinde bahsedilen bir olaydan. Hz. Süleyman kuş dilini de karınca dilini de bilirdi. Ordusunda insanlar ve cinlerden bir topluluk da vardı. Büyük bir güç ve servet sahibiydi. Tayyi zaman ve Tayyi mekan kabiliyetine sahipti. Kendi adı ile anılan mabedi İnsanlar dışında cinler ve bukağılı şeytanlara inşa ettirdi.
Saba Melikesi Belkıs’ın tahtını ondan önce kendi şehrine getirtti.
Sadece o değil, daha önce Hüdhüd kuşu Yemen’e gidip Hz. Süleyman’a haber getirdi.
O zaman ve mekanı aşma kabiliyetine sahipti. Öyle bir güce sahipken, Sultanlar sultanı Hz. Süleyman, Karıncaları ezmemek için, Kraliçe Karıncanın uyarılarını işitip ordusunun güzergahını değiştirdi. O karıncalar da biliyordu ki, Süleyman ve askerleri karıncaları görseler, Cihada giden bir peygamber ve ona sadık anlı, şanlı ordusu, karıncaları “savaş zayiatı” olarak görmezdi. Ama bir yanlışlık olup da Karıncalar zarar görmesin diye Kraliçe yavrularını uyarıyordu.
Ya şimdi Tanklar, uçaklar, ağır silahlarla donatılan öfkeli askerler o ateş, toz-duman bulutu içinde gözleri neyi görebilir ki! Yukarıdan dron kameralarından baktığınızda zaten aşağıdaki kaçışan insancıklar karınca gibi görünüyor ve infilak ve motor gürültüleri arasında o karıncaların sesini duyacak bir “Süleyman” da yok. Amerikan malı, Rus malı gelişmiş süper silahlar sadece insanları, hayvanları değil, ekinleri, canlı-cansız ne varsa her şeyi yerle bir ediyor. Eğer keskin bir kılıç, adaleti gözetmeyen akılsız ve vicdansız bir zalimin eline geçerse zulmün şiddetini, artırmaktan başka bir işe yaramaz. Bilmem bilir misiniz, “dua ile savaş istenmez”. Zulm ile abad olunmaz. Süleyman Aleyhisselam’ı bugün biz, kılıcının keskinliği ile değil, adaleti, merhameti, şefkati ile hatırlıyoruz. Evet onun kılıcı da keskindi. O kılıç ona babası Hz. Davud Aleyhisselam’dan mirastı. Babasına ise atıfet-i ilahiye idi, demirden zırh ve kılıç yapmak. Ne dediğimi aslında kitabımız birkaç kıssada hakkı ile anlatır. Siz Neml suresini ve Talud-Calud kıssasını bir okuyun isterseniz. (Bakınız: el-Bakara 246-251)
Savaşa giderken elinizde keskin bir kılıç, mataranızda su, heybe’nizde ekmek bulunsun. Ancak gerçek bir zafer için kalbinizde iman ve merhamet, kılıcınızdan daha keskin bir akıl ve zekâ, nefsin heva ve heveslerine karşı irade ve sabır bulunsun. Merhametiniz gazabınızdan, sevginiz nefretinizden büyük olsun.
Şeytan “Tanrıyı kıyamete zorlama” gayreti içindeki çevreler eliyle, bugünden kafamıza çaktıkları SIFIR ATIK kavramı ile ÇÖP gördükleri milyarlarca İNSAN’ı NESNEleştirilerek, sonra Karbon ayak izi bahanesi ve DİJİTAL DÖNÜŞÜM yöntem ve kontrol mekanizması ile kontrollü bir şekilde imha için senaryolar yazmadılar mı?. Aslında SAVAŞ HERYERDE. Evde, sokakta.. Kalabalıklar sıcak çatışma noktalarına odaklanıyorlar da beynimiz, kalbimiz, midemiz, damarlarımız işgal edildi kimse farkında değil. Kimsenin umurunda da değil. Cennet hayali ile Cehenneme doğru koşuyoruz sanki. Korkarım, sanki, kaçtığımızı sandığımız şeye doğru koşuyoruz. DUR YOLCU, üzerinde birbirimizi boğazladığımız bu toprak, tarihin nabzının attığı yerdir. Biliyorsunuz ilk kan Bilad-ı Şam’da döküldü. Son kan da orada dökülecek. Ademoğulları arasındaki HABİL-KABİL savaşı hala devam ediyor. Sahi kim kimden yana, bu ölenin niye öldüğü, öldürenin niye öldürdüğünü bilmediği bir zamana giden Kıyamet savaşında kim kimden yana. Sahi biz buraya nasıl geldik. Çekiç güç’le başladık, BOP ile devam ediyoruz. Hz. Süleyman’ın kuşları, ya da Ebabil kuşları da yardımımıza gelmiyor!. Sahi niye gelmiyorlar, bu sorunun cevabı için kendimize ve nerede durduğumuza bakalım. Hızır’ın ayak izini mi kaybettik yoksa.
Evet, evet, Süleyman da olsan gururlanmayacaksın, Karıncaları hakir görmeyeceksin. Sonra rüzgarın kesilir. Kılıcının keskinliği de işe yaramaz olur. Ateşin yakmadığı, suyun boğmadığı, kuşların, karıncaların, rüzgarın seni selamladığı günleri hayal ediyorsan, önce nefsindeki ve üstündeki kirlerden arınacaksın. Sadece kılıcının keskinliğine, gücüne, askerlerinin çokluğuna güvenmeyeceksin. Öyle ise Tanrı-Kıral Goliath olsan ne yazar, sana Davud misali bir ergen delikanlının sapan taşı bile yeter. O Davud değil mi daha silahlı kurmay abileri istişare ederken Calud’ın işini bitiren..
Osmanlı’da münadiler, halkın içinde sultanları bu şekilde sultanı şu uyarırlarmış: “Gururlanma padişah’ım senden büyük Allah var!” Ama korkarım bunda bile gizli bir kibir var. Sanki, Allah’la kıral arasında başka bir mesafe yokmuş gibi. Oysa biz,”Lailahe” der durmayız ”illallah” de deriz. Bunu dedikten sonra da “Muhammedün” dedikten sonra da durmaz, “abduhu ve resulühü” deriz. Önce “abd” ve sonra “resul”. Zaman ve mekândan münezzeh olan Allah bütün yaratılmıştan da münezzehtir. Onun için “Gul! hüvellahu ehad” diyoruz ve devam ediyoruz!.
Allah(cc) Hz. Süleyman’a öyle çok şey verdi ki. Gelmiş geçmiş bütün zamanların en zengin kişisi idi. Hazinelerinin anahtarları bile deve yükü idi. Zaman ve mekânı aşan bir bilgelik ve imkana sahipti. Hayvanlarla konuşuyordu ve rüzgâr da onun emrine verilmişti. Cinler ve bukağılı Şeytanlar da! İşte o sultan, karıncaların öfkesinden korkardı, onu yaran Allahtan korktuğu için. Öfkelendiğinde Hüdhüd kuşundan hesap soracağını söylediğinde Hüdhüd ona karşı kendini savunabiliyor ve ödüllendirilebiliyordu. Onun gücünün arkasında sadece Sultanların Rabbi değil, karıncaların da rabbi vardı. Yukarıda hz. Davud örneğini verdim. O dilerse, resulünü, bir güvercin, bir örümcekle bile koruyabilir. O Kadere, rızca, ecele hükmedendir. Hayır da, şer de , iyiler de, Şeytan’da Onun iradesine tabidir.
Allah’ın resulüne gençler, “Bu söylediğiniz vahiy mi, yoksa sizin kanaatınız mı” diye sorardı da, Resulullah kendi düşüncem dediğinde Resulullah’a gençler kendi düşüncelerini aktarır ve resulullah, onların fikrini kabul ederdi. Kocakarı Hz. Ömeri hutbede sustururdu, Ömer, cübbesinin hesabını verdikten sonra okurdu hutbesini. Ve Ömer, bunlardan dolayı onları azarlamaz. Böyle dostları olduğu için, Ömer yanıldığında onu uyaran insanlarla kardeş olduğu için Allaha hamd ederdi. Kendini eleştirenleri azarlamaz, dinlerdi! Bize Allah düşmanları’ndan korkmayan, onları dost ve veli edinmeyen, ama karınca’dan korkan Süleyman’lar lazım. Ömer’ler lazım bize, koca karı’dan korkan. Bizim de Hz. Süleyman’ın öfkesine karşı kendini savunan Hüdhüd kuşuna benzememiz lazım, haksızlıklar karşısında dilini yutan değil.
Hızır kıssasını hatırlayın, Musa Aleyhisselam’a, (ki Ona Zebur verildi), biri gelip “bana senin bilmediği bir bilgi verildi” diyor. O da “onu bana söyle” deyince de “zor dayanırsın” diyor. Herkes kendine verileni bilir. Ve herkes bir diğerine muhtaç da kılınabilir. Resulullah’ı hicret yolunda, kılavuzların en iyisini seçmesine rağmen, O’nu bir örümcek ve bir güvercin koruyor!. Kâbe’yi fil ordusundan koruyan ise yine bir kuş oluyor. O kuşlar, Hz. İbrahim’in 7 parçaya ayırıp, sonra da çağırınca gelen kuşun arkadaşları olmasın. “Reel politik” putuna teslim olmaya görün, artık herşey bir takım dengelere bağlıdır. Aradan Allah çekilince, korku ve umudlarının sarmalında insanlar Şeytan’ın peşinden meçhul olmayan bir vadiye sürüklenirler. Gecenin karanlığında, kara taş üzerinde, rızgını arayan karıncanın rızgını veren Allah sanıyor musunuz ki, sizi unuttu! Korkarım biz Kadere, rızga ve ecele hükmeden Allah’ı unuttuk. Allah’la aramıza Şeytanlar perdeler ördüler. Allah dostlarını bırakıp Çağdaş Firavunları dost edindik. Allah’ın nuru ile bakmayınca gözlerimiz görmez oldu. Dünya’nın malı, mülkü, makamı, şanı, şerefi, şöhreti, tacı tahtı gözümüzü kamaştırdı. Ah! İşte orada kaybettik. Şeytan çakma hurilerle kapılarını çalınca düşüp bayılanlar, uyandıklarında ve yanlarında yatanın maskeleri düşüp, makyajları silindiğinde onların kendilerini Cehenneme götürecek, Şeytanın cadıları olduğunu görecekler ama, korkarım uykularından uyandıklarında artık vakit çok geç olacak. Ne bitmez tükenmez ihtirasları varmış insan oğlunun, yedikçe doymuyorlar, iştahları artıyor. Farkında değiller sanki, o açık giden gözlerini sonunda bir avuç toprak dolduracak. Sanki onlardan biri olmasa dünya yörüngesinden çıkacak. Böyle düşünmek şirktir aslında.
Allah irade ettiğinde onu engelleyecek bir güç yoktur. Ve O kullarını, onların mallarını, canlarını, sevdiklerini, kimi zaman artırarak, kimi zaman eksilterek imtihan edecektir, ki, kendilerine kendi yaptıklarına şahid tutsun. Ve o elleri, dilleri, kendi aleyhlerinde şahidlik etsin. O malları, para, makam, haramsa, ya da helal kazansanız bile onu haramda harcıyorsanız, o Allah’ın ikramı değil, gazab vesilesidir.
Bu dünyada kazandıkları şeyler ezelde onlara yazılmıştır. Ecelleri de. Onların kaderlerini yazan Allah’ın iradesi dışında hiç kimse, canlı-cansız hiçbir şey yoktur. Ecelinizden önce ya da sonra ölmeyeceğinize göre, bu telaş niye. Rızgınızdan az ya da çok yemeyeceksiniz. Kaderinizden başka kaderiniz de yok. Allah (cc) Ezeli ve ebedi olandır. O insanı yaratırken, onların neyi seçeceğini biliyordu ve ona onu verdi. Ama Allah’ın iradesi içinde gizli bir de rızası var. Oysa insanların çoğu Şeytanın çağrısına uydular. Pek azi Allah’ın rızasına tabi oldu. Cennete gidecek olanlar da onlardır. Diğerleri Cehennemi boylayacaklar. Herkes için ancak yaptıklarının karşılığı vardır. Ve Allah “seriyyül hesab”dır. Her şeyi hakkı ile bilen, gören ve hüküm sahibi olandır. Onun eşi-benzeri, ortağı da yoktur.
Allah'tan korkmayan insanların bu cesareti yanında, herkesten ve Allah'tan başka her şeyden korkmaları acınası bir durumdur. Erenler “Hayat iman ve cihaddan ibarettir” demişler! Hadi, şairin dediği gibi “Gülbang-i kûdümün çekilir arş-ı Hudâ’da / Esmâ-i şerifin anılır arz-u semâda” diyen Gülbang-ı İslami (Gül Sada) çalsın, “Haksızlığa, zulme, sömürüye karşı, İnsin, Cinnin Şeytanlarına karşı cihadımız var bizim” diyebiliyor muyuz! Zalimlere karşı Adalet için, insanların insanca yaşayacağı bir barış düzeni için, kula kulluk son bulsun diye hürriyet için kıyamete kadar sürecek bir mücadeleye hazır mıyız?
Selam ve dua ile.
Bir Gülbang derlemesi:
“Bismillahirrahmanirrahim.
Ya Hak!
Allahu ekber, Allahu ekber! La ilahe illallah!
Fahrikainat efendimize ve gelmiş geçmiş resullerimize selad ve selam ola.
İşlerimiz hayrola, hayırlar fethola, şerler defola. Müminler ber-murâd ola, münkirler mâtola, münafıklar berbâd ola.
Allahu ekber, Allahu ekber!
İbadetler sahih ve sâlim, hakkıyla kulluk daim ola. Gönüller şâdola, meydanlar âbâd ola, meclisler küşâd ola. Din gününde Hak divanında cümlemizi haşr ü cem‘ eyleye. O gün yüzlerimiz ak, gönlümüzü küşad eyleye. Sülûkünde sabit-kadem edip kötü işlerde muhafaza eyleye. Nâmerde muhtâç ettirmeye. Zevk-i vicdân, ilm ü irfân, kemâl-i hâl, fütûhât-ı kısmet kerem ve inâyet eyleye. Allah Allah! selâmet ihsân eyleye. Namazlarımız, niyâzlarımız, erkânlarımız pesendîde-i bârigâh-ı kibriyâ ola. Hastalarımıza şifâ, borçlularımıza edâ, bi-gayri hakkın esir ve mahbus olanlarımıza hayırlısıyla halâs nasîb eyleyip gāib hazînesinden merzûk eyleye. Her işi asan ede Allah aslanlara. Hızır’ı onlara yoldaş eyleye. Yiğitlerin eli ile zalimleri kahredip, mazlumlara yardım eyleye. Tüm yiğitler ervahına hu diyelim hu. Ya Hay! Allahu ekbler, Allahu Ekber!”