Ahmet Taşgetiren
Adresi belli uyarılar işe yarar mı?
Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan “masumiyet karinesi ve lekelenmeme hakkı”, Adalet Bakanı da “hukukun önceliği” üzerine uyarılarda bulundu. AYM Başkanı yargıyı, yürütmeyi -yani siyaseti-, yasamayı ve medyayı uyardı. Şunları söyledi:
“-AYM kararlarında masumiyet karinesinin iki yönüne işaret edilmektedir. Bunlardan birincisi suç isnadı altında olan kişinin suçluluğu mahkeme kararıyla kesinleşinceye kadar suçsuz kabul edilmesidir. Masumiyet karinesinin ikinci yönü ise yargılama sonrasına ilişkindir. Buna göre ceza yargılaması mahkûmiyet dışında bir kararla sonuçlandığında kişinin suçlu görülmemesi, özellikle hakkında verilen beraat kararının sorgulanmaması gerekir.”
-Masumiyet karinesi ihlallerinin çoğunun gerekçesinin, yargı organlarının gerekçeleri ve kullandıkları dil olduğuna dikkat çeken Arslan, özetle şöyle konuştu:
- Belirtmek gerekir ki, masumiyet karinesi ihlallerinde çoğu zaman yargı organlarının gerekçeleri ve kullandıkları dil belirleyici olmaktadır. Aslında sadece mahkemelerin değil, kamu gücü kullanan herkesin suç isnadı altında bulunup da henüz kesinleşmiş bir mahkeme kararıyla suçluluğu sabit olmamış kişileri suçlu göstermeye yönelik sözleri masumiyet karinesini ihlal edebilir. Başka bir ifadeyle, yargılama makamları ve kamu otoriteleri devam eden veya beraatle sonuçlanan davalarda kişilerin suçlu olduğu izlenimini uyandıracak söylem ve uygulamalardan kaçınmak durumundadır.”
- Yapılması gereken, görevlerinde bağımsız olan hâkimlerin Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm vermeleridir.
-Yapılmaması gereken ise herhangi bir organ, makam, merci veya kişinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat vermesi, hatta tavsiye ve telkinde bulunmasıdır. 138. madde bu konuda hiçbir istisna öngörmemekte, kategorik bir yasak getirmektedir.
-Bu müdahale yasağının muhatabı ülke içinde veya dışında bulunan tüm organ, makam, merci veya kişilerdir. Konumu, sıfatı veya görevi ne olursa olsun hiç kimse hiçbir gerekçeyle mahkemelere ve hâkimlere bırakın emir ve talimat vermeyi, tavsiye ve telkinde dahi bulunamaz.
-Hâkim ve savcılarımızın, anayasal ve yasal yetkilerini aşabilecek ve yargıyı siyasi polemik içine çekebilecek söz, tutum ve davranışlardan kaçınması gerekir. Hepimize düşen, hüküm verirken giydiğimiz cübbelerin mehabetine uygun davranmaktır.”
-Aynı şekilde yasama ve yürütme mensuplarının da yargıyı etkilemeye veya itibarsızlaştırmaya dönük söz, tutum ve davranışlardan uzak durması gerekir. Evet, cübbeyle siyaset olmaz, ancak cübbesiz yargılama da olmaz. Yargı bağımsızlığının ve masumiyet karinesinin korunması, devam eden yargılamalar konusunda hassasiyet gösterilmesini gerektirmektedir.
-Başta sosyal medya olmak üzere farklı mecralarda yargısız infaz veya aklama yoluna gidilmesi sağlıklı ve adil bir yargılama sürecini zehirlemektedir. Bundan kaçınmak hepimizin ortak sorumluluğudur.”
Adalet Bakanı Abdülhamit Gül de, “Bizim rehberimiz hukuktur. Biz yapalım hukuk arkadan gelsin değil, hukuk önden yürüsün biz ona göre kendimizi ayarlayalım anlayışıdır hukuk devleti.”
Aslında adresler belliydi. Yargısı devam eden mesela siyasi davalar vardı, mesela yürütmede belirleyici olanlar, aynı zamanda rakip olarak gördükleri insanların davasını etkileyecek beyanlarda bulunuyorlardı. Bu, yargıya açık siyasi müdahale anlamına gelmekteydi. Yani Başkan Arslan’ın ifadesiyle “siyasetçinin cübbe giymesi” idi. Kimi zaman yargıç da “cübbe ile siyaset” yapmaktaydı.
Aslında Adalet Bakanı’nın uyarısının da adresi belliydi. Bir öncekinde uyarı, Yargı’dan siyasete ya da yürütmeye yönelik iken, burada aynı kabinenin içindeki bakanlardan birisi diğerini “hukuk”a davet ediyordu.
Hani demokrasilerde kuvvetler ayrılığı önemliydi ya, işte şu görüntü, bizde bu işin ne kadar darmadağın olduğunun işareti idi. Evet kuvvetler vardı, ayrı ayrı idiler, ama belli ki uygulayıcıların dünyasında her şey birbirine karışmış, bir yerde gücü gücü yetene tarzı bir iklim oluşmuştu. Altta kalan bu hercümercin içine düşen vatandaştı. İşin garibi kimse kimseyi duymuyor, gücü bir başka güç tarafından alt edilinceye kadar hükmünü sürdürüyordu.
Sorabilirsiniz: AYM Başkanını kim duyacaktı? Bundan böyle kürsülerden “falanca elimizden kurtulamaz” yollu açıklama yapılmayacak mıydı?
Adalet Bakanı sesini kime duyuracaktı? Kabinedeki arkadaşı “Siz infaz edin, hukuk arkadan gelsin” demişse, onun bu hukuk dışı savletini nasıl önleyecekti?
Çivisi çıkmış bir sistem miydi, ucube sistem miydi, demokratik hukuk devleti miydi neydi yaşadığımız sistemin adı?
CHP’NİN KAPATILMASI 150’LİKLER LİSTESİ
Bunlar Mehmet Barlas’ın incileri. “Bir bakarsınız, Cumhuriyet Halk Partisi kapatılmış ve seçime girmesi yasaklanmış olabilir.” “Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra düşmanla iş birliği yapan bazı Osmanlılar, 150’likler diye listelenmiş ve sınır dışı edilmişlerdi. Acaba yine böyle bir liste mi yapalım?”
Barlas bunları Sabah’ta yazdı başyazı klişesi altında. İktidarın medyadaki amiral gemisi olarak biliniyor Sabah. Barlas da yaşını başını almış duayen bir gazeteci. Nedir bunlar, iktidar cenahından bir kulis yansıması mı? Siyaset nereye gidiyor? Neleri konuşacağız daha?