Ağızlarının İki Ucundan Ölü Kardeşlerinin Kanları Sızıyor...
BİRİNCİ VAK"A: Hazret-i İsa aleyhisselam, öfkeli bir güruhun bir kadını sürükleyerek götürdüklerini görmüş. Ne var, ne oluyor diye sormuş. Güruhun, zina etmiş bir kadını recm etmeye (taşlayarak idam etmeye) götürdüklerini öğrenmiş, öfkelilere şöyle seslenmiş:
"Bu kadına ilk taşı, içinizde günahı olmayan biri atsın...""
İKİNCİ MADDE: İslâm fıkhının/şeriatinin şu genel kuralı evrensel hukukun ve bilgeliğin temel ilkelerindendir: "Beraat-i zimmet asıldır..." Yani, suçlu olduğu âdil mahkeme tarafından isbat edilip kesin karara bağlanmamış bir kimse suçsuz sayılır.
ÜÇÜNCÜ VAK"A: Bir kimse Peygamberimize (Salat ve selam olsun O"na) gelmiş, zina ettiğini söylemiş. Peygamber duymazlıktan gelmiş, yüzünü çevirmiş, adam tekrar itiraf etmiş, Peygamber yine "işitmemiş", üçüncü itiraftan sonra "Bu kişiyi alıp recmediniz" demiş. Bunun üzerine oradakilerden biri "Bunu köpek gibi taşlamak gerek" deyince, Efendimiz bu sözden memnun kalmamış, "Hayır, böyle konuşmaya hakkın yok. Cezası verildikten sonra cesedini yıkar, kefenler, kabrini kazar, namazını kılar ve defnedersiniz, bağışlanması için dua edersiniz..." buyurmuş.
DÖRDÜNCÜ VAK"A: Müslümanlar birbirlerinin gizli, saklı günah ve ayıplarını araştıramazlar. Biz, ancak açıkta işlenen, cehren yapılan fısk ve fücurla mücadele ederiz. İnsanların gizli kapaklı günahlarına ve ayıplarına karşı karanlık gece gibi olmakla mükellefiz.
BEŞİNCİ KURAL: Peygamber aleyhisselatü vesselem şöyle buyuruyorlar: "Bir din kardeşini, onda olan bir ayıp ile ayıplayan kimsenin canını, Yüce Allah, o ayıbı kendisine vermeden almaz,"
ALTINCI VAK"A: Ashabın büyüklerinden İbn Mes"ud hazretleri bir ara Medine"ye ases (Gece kolluk görevlisi) olmuştu. Biri gelip ona, "Filanca kişi (evinde) şarap içiyor, şimdi gidip baksan, sakalından şarap damladığını göreceksin..." şeklinde ihbarda bulunmuştu. O büyük sahabi, "Biz gizli kapaklı günahları araştırmayız, tecessüs etmeyiz (casusluk yapmayız), zahire bakarız, açıkta yapılan bir günah görürsek o zaman yakalarız" cevabını vermiş, herhangi bir muamele yapmamıştı. (Ebû Dâvud, Edeb 37)
Hüccetülislam Zeynüddin İmam-ı Gazali hazretleri İhya kitabında, halkın gizli günah ve ayıplarının araştırılmasının doğru olmadığını bildirmekte, içeride içki içiliyor, günah olan alemler yapılıyor mu diye kapıları dinlemenin, bacaları koklamanın doğru olmadığını bildirmektedir.
İslâm fâsık-ı mütecahirin gıybetine izin verir. Dört duvar arasında utanarak işlenen gizli günahların araştırılmasına izin vermez.
Elbette ki, fuhuş, zina, kumar, fisk u fücur çeteleri bu anlattıklarıma dahil değildir. Onların ahlâk zabıtası, kolluk güçleri tarafından basılıp yakalanması gerekir.
Diyelim ki, bir Müslüman, nefsine mağlup oldu ve gizlice bir günah işledi. Siz de şu veya bu şekilde buna muttali oldunuz (öğrendiniz, duydunuz). Eğer bu kardeşinizi teşhir ve terzil ederseniz, onun aleyhinde davul çalarsanız, onu ayıplarsanız, günün birinde siz de böyle bir duruma düşersiniz. Yukarıdaki 5"inci maddeyi tekrar okuyunuz.
Olgun Müslümanlar kendi kusur, ayıp, günah ve isyanlarına bakıp üzülmekten, ağlamaktan başkalarınınkileri göremezler.
İslâm tasavvufunun kurallarından biri, "İnsanların gizli günahlarına karşı karanlık gece gibi olmaktır."
Bir Müslüman, agresif dinsizlerin pençesine düşünce ona vurmak, ona saldırmak, onu karalamak olgun ve vicdanlı Müslümanlara yakışmaz.
"İlk taşı içinizde günahsız atsın..." sözünü unutmayalım.
Bir kimse hakkında gıybet yapmak, onda olmayan bir kötülüğü söylemek değildir. Böylesi yalan ve iftira olur. Gıybet, onda olan bir kusuru, kötülüğü, günahı söylemektir. Dinimiz buna da izin vermemektedir.
Yüce İslâm dini, yukarıda beyan ettiğim gibi sadece mütecahir ve mütecasir (açıkça, küstahça, cesaretli ve pervasız şekilde, utanıp arlanmadan günah işleyen) fasıkları ve facirleri gıybet etmeye izin vermektedir. Bu konuda İslâm ahlâkını anlatan kitaplardaki bilgiler dikkatle okunmalı ve hayata geçirilmelidir.
Bazı Müslümanların ağızlarının iki yanından ölü kardeşlerinin etlerinden sızan kanların şıp şıp şıp damladığını görür gibiyim...
Yargı Mutlaka Tarafsız Olmalıdır
HAKİMLER mutlaka tarafsız olmalıdır. Sadece bağımsız olmak fazla bir şey ifade etmez. Bağımsız ve tarafsız hakimler şu değerlere ve kurumlara bağlı ve saygılı olmak zorundadır:
Birincisi: Evrensel insan hakları ve hürriyetleri ilkelerine.
İkincisi: Âdil hukuka. Hukuk âdil değilse yine kıymeti olmaz. Tarafsızlık ne demektir?
Kendisi Sünnî kökenli veya inançlı ise karşısına gelen Alevî"ye adaletsizlik ve haksızlık yapmayacak. Alevî ise Sünnîye haksızlık yapmayacak.
Diyelim hakim Masondur. Karşısına sanık olarak, Masonluğu sevmeyen, masonluk aleyhinde yayın yapan bir vatandaş geldi. Hüküm verirken, muhakeme ederken Masonluğunu aradan çıkartacak ve tarafsız ve âdil şekilde hüküm verecektir.
Hakim de bir insan olarak herhangi bir ideolojiye taraftar olabilir. Hüküm verirken, kendi ideolojisine karşı olan bir vatandaşı ezmeyecektir.
Cumhuriyet ilk kurulduğunda Anayasanın ikinci maddesinde "Türkiye devletinin dini, İslâm dinidir" yazılıydı. Sonra bu madde kaldırıldı. 1937"de CHP"nin altı okuyla birlikte anayasaya laiklik maddesi kondu. 1960"da bu anayasa yürürlükten kaldırıldı, yeni bir anayasa halka empoze edildi. Bilahare o da çöpe atıldı, başka bir anayasa yapıldı. Bu son anayasa da ihtiyaca cevap vermiyor, yenisi hazırlanıyor...
Askerî anayasalar olabilir... İdeolojik anayasalar olabilir... Oligarşik anayasalar olabilir...
Bağımsız ve tarafsız hakimler bu geçici, sık sık değiştirilen metinlere bağlı kalmaktansa, evrensel hukuk ve bilgelik kurallarına bağlı olmalıdır.
Evrensel değeri olmayan maddeler ve metinler yargı mensuplarını bağlamamalıdır.
Ben devletime bağlı bir vatandaşım. Devlete bağlıyım ama bozuk düzene bağlı değilim; onun değişmesini, yerine iyi, doğru, âdil bir düzen gelmesini isterim. Yargı, devleti korumalıdır ama bozuk ve miadı dolmuş düzeni korumamalıdır.
Yargının sadece bağımsız olması, halkın tamamının ona güven duyması için yeterli değildir. Aynı zamanda tarafsız ve âdil olmalıdır.
Hakim sağcı olsa, solcuya haksızlık yapmamalıdır. Hakim solcu olsa sağcıya haksızlık yapmamalıdır.
Vatandaşlar dinî inanç ve kanaatlerinden dolayı suçlanmamalı ve yargılanmamalıdır.
Ateist, Allah"a inanmadığı için depremi fizik ve madde yönünden açıklar. Dindar vatandaş ise depremin ilahî tarafını görür. Dindar vatandaş, "Deprem, Allah"ın bize verdiği bir cezadır" dediği için muhakeme ve mahkum edilmemelidir.
Laik bir düzende, hakimler vatandaşların dinî inanç ve kanaatlerini yargılayamaz.
Sovyetler Birliğinde de hakimler vardı, yargı vardı ama ne bağımsız idiler, ne de tarafsız.
Sadece bağımsızlık yetmez. Onun yanında ille de tarafsızlık gerekir.
Bu yazı toplam 864 defa okunmuştur