Abdurrahman Dilipak
Ağlayın su yükselsin! Belki kurtulur gemi...
Derin Gerçekler
Ham hayaller ve korkunun kimseye bir faydası yok. Bunlar gaflet sebebidir. Gaflet, ahmaklığın mayasıdır. Bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir, biz bilmeyiz, Allah bilir. Biz, Allah rızasını arayacağız. Allah bunu bize öğretmedi mi? Din, ahlak ve hukuktan şaşmayacağız. Bilgi, hikmet, usul, tecrübe bizim rehberimiz olacak! Üzerimize düşeni yapıp tevekkül edeceğiz. Dua edeceğiz, sabredenlerden, şükredenlerden ve musibetler karşısında direnenlerden olacağız. O zaman, bilelim ki, bizim için korku yok, mahzun olmayacağız. Hüznümüz; ötekiler ve biz geçmiş günahlarımız, gafletimiz ve çevremizdeki gaflet sahipleri için olacak.
“Hak şerleri hayreyler” değil mi, “sen sanma ki gayreyler.” Arif olan, irfan sahibi olanlar bunu seyreyler. Evet “görelim Mevlam neyler / Neylerse güzel eyler.” Yusuf’u kardeşleri kuyuya attılar da oysa o Mısır’a sultan olmak için yola çıkıyordu. O'nu kuyuya atanlar, onu köle pazarında satanlar, ona iftira edenler, onu hapse attıranlar aslında onu o büyük güne hazırlıyorlardı. Demirin çelikleşmesi için o ateşten imtihandan geçip, döğülüp, soğuk sulara daldırılması gerekiyordu.
Niye aranan Ömer’ler, aranan Yusuf’lar bulunamıyor, onu anlatabildim mi? Çakma Ömer’ler, çakma Yusuflar’dan, çakma Ali’lerden onun için geçilmiyor. Piyasadakilerin çoğu onlara benzemiyor, onların adını kullanıyor ve yüzlerinde onların maskesi ile dolaşıp, Şeytani işlerle meşgul oluyorlar. Münafıkça davranıp insanları ve kendilerini kandırıyorlar. Şeytan'da onları dünya malı, makamı, fuhuş ve uyuşturucu, eğlence ile aldatıp oyalıyor. Camiler yapıyoruz da, ne Süleyman var, ne de Sinan. Ezanlarımızı okuyanlar genel anlamda Bilal-i Habeşiler değil, Namaz kıldıranlar, Ebubekir’ler, Ömer’ler, Osman’lar, Ali’ler değil. İsim benzerliğine kanmayalım. Ama sesleri belki onlardan daha güzel, cübbeleri de. Camilerimiz de Mescid-i Nebeviden daha büyük ve görkemli!? Ama “Cemaat” o “Cemaat” değil. “The Cemaat”giller Camilerimizi “Dırar Mescidleri”ne döndürdü. Eba Zer dağa gitti, Yezid’ler köşe başlarında. Kerbela şehidlerinin cesedleri, belki, her bir şehidin cansız bedeni toprağa düştüğünde hala kanıyordur. Belki de o kan zaten aynı kandır, toprağı emziren ve ona mecazi anlamda can veren. Belki Şehid kanı, toprak ananın sütünün mayasıdır bu anlamda. Resulullah as buyurur ki, “Bildiğimi bilseydiniz, çok ağlar az gülerdiniz.” Kıyametle ilgili bir sohbetinde söylediği aktarılır bu sözleri. İşte biz o ahir zaman peygamberinin, sözünü ettiği zamanın eşiğindeki ümmetiz.
Biliyor musunuz, biz şikayet makamında değiliz. Çözüm, çare makamındayız. Ben onun için konferanslarımda “Çaresiz değilsiniz, çare siz siniz” diyordum. Çare olacağını düşündüğüm bir kısım insanlar tarafından sanık sandalyesine oturtulacağım aklıma gelmezdi. Unutmayalım ki, biz Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olan bir ümmetiz. “Allah bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek ister”. Biz yapmayacağız aslında, Allah yapacak. Ama Allah bunu bizim ellerimizle yapmak ve bizi müfakatlandırmak istiyor. Bakın Allah’ın kolaylaştırdığından kolay, zorlaştırdığından daha zor bir iş yoktur. “Hasbunallah…” dememizi istiyor. Kalkıp insanları uyarmamızı ve Allah ipine sımsıkı tutunmaya çağırmamızı istiyor. Tefrika’ya düşmememizi istiyor. Allahtan korkan, kafirlerden, zalimlerden ve onların işbirlikçilerinden korkar mı? Allah’a kul olan, kula kulluk eder mi? Hani adil olacaktık, cahillerden ve zalimlerden olmayacaktık? Hani işi ehline verecektik, rüşvet ve torpilde, haksız kazançtan, fuhuştan ve uyuşturucu ve alkolden uzak duracaktık. Dünya malı, parası, metaı, makamı bize daha tatlı geldi. Biz Allah’ın ipini bıraktık, Allah da bizim ipimizi bıraktı, bu hallere düştük İslam dünyası olarak.
Dostlar! Yeniden iman etmemiz gerekiyor. Allah’ın dini yeri-göğü, ölümü ve hayatı açıklar. Bizim yaşadığımız din, karı-koca, gelin kaynana kavgasını bile çözmüyor. Din, boks maçında, maç öncesi resulullahın, insanların ceza için olsa bile yüzüne vurmama hadisini okumaya benzer, göze kulağa hoş gelen bir takım gösterilerle kendimizi avutuyoruz. 4 kişinin 2 milyon TL harcama yaptığı şarap içilen altın kaplama tatlılar yenilen sofrada hizmet ettiği için yüklü bir bahşiş alan garsonun duasına benzememeli bu işler. Dünya barışından söz ederken, mikro faşizme hizmet eden ve kafa ile topa vurmanın yüzüne tokat vurmaktan daha vahim bir iş olduğunu da düşünmek gerek. Din; israf, kumar ve sair günahların üzerine örtülen, yapanların kendi vijdanlarını tatmine yönelik, hakikatin görülmesini engelleyen yeşil bir örtü olmamalı.
Bu belalardan kurtulmak için çokça dua edelim. Sahi, dualarımız olmasa ne işe yarardık ki! Bizi Allah yanında değerli kılan, mal, mülk, makam, para ve sahip olduğunuz imkanlar değil. Hele rububiyetiniz hiç değil. Kibriniz gazabınız için bir davetçiden başka bir şey değildir.
Dua ve sabır. İman edenler, Hüsn’e yapışıp, Gubuh’tan uzaklaşanlar, sabredenler ve sabrı tavsiye edenler müstesna, herkes hüsrandadır. Kurtuluşa erenler istisnadır. Duanıza gelince; Allah’a akıl vermekten, O'na yapması gereken şeyleri sıralamaktan ve O'nu ikna etmeye çalışmaktan vazgeçin. Dua olmasını istediğin şey konusunda Allah’ın rızasını esas olarak, Rızasının tecellisinin vesilesi olmayı dilemektir. Bunun için direniş sabrı ve cesareti için Allah’tan yardım istemektir. Ve Allah’a uzanan ellerin madden ve manen temiz olması, o ellere hükmedecek Aklın ve imanın yön verdiği ahlakın usul ve esas olarak temiz, sahih ve yetkin olması gerekir. Temizlik hem Necaset ve hem de Hades açısından olmalı. Onun için Tevbe gerekiyor. Kirli eller, akıl ve kalple Allah’a münacaat olmaz. Elleriniz ki, elbiseleriniz, cüzdanlarınız, eviniz, arabanız, işlerinizin, makamınızın da temiz olması gerekir. Ortaklarınız, işçileriniz ve müşterilerinizle, devletle ilişkilerinizin de temiz olması gerekir.
Ve de, dua ederken ellerinize bakacaksınız! Sadece ellerinize değil, üstünüze başınıza bakın. Aklınıza ve kalbinize bakın. Hepsi tamamsa, o zaman şunu bilin, Allah’tan istediğiniz her şey için üzerinize vacip olan şeyleri yapmakta nefsinize vacip olur. Allah’tan istedikleriniz, sizin Allah'tan istediklerinize imkanlarınız nisbetinde icabetinizden sonra gelecektir. Dualarımız niye gerçekleşmiyor, anlaşıldı mı? Siz Allah'a yürüyerek giderseniz o koşarak gelecek, bildiklerinizle amel ederseniz o bilmediklerinizi öğretecek. Hadi o zaman yolunuz açık olsun. Yoksa, aksi halde korkarım o dualarınız dua ile istenen belaya dönüşür. Gözyaşlarımızla su yükselecek ve gemi kurtulacaksa, vay halimize! Övünmeyi ve döğünmeyi bırakalım da işimize bakalım: Yüzümüzü Allaha, resulüne ve kitaba dönelim..
Bir de şöyle düşünelim, benim Rabb'im beni ve ötekileri gördü ve duydu! Onların akıllarından ve kalplerinden geçeni, kripto telefonlarda konuşulanları, şifreli mesajları, kozmik odalarda konuşulanları, kapalı kapılar arkasında fısıldaşarak konuşulanları, verilen sözleri ve konuşanları herşeyi biliyor. Hüküm Allah’ındır. Ya Rab! Bizleri nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazabına uğrayanların değil, zalimlerin şerlerinden bizi muhafaza eyle, Sana ve senin dostlarına düşmanlık edenleri kahretmemiz için bize güç ve imkan var. Bizi rızanın tecellisinin vesilesi kıl.
İster misiniz, Allah bu Global Deccaliyet komitesinin önderlerini ve onların içimizdeki, aramızdaki, çevremizdeki zihniyet ikizlerini birbirine düşürsün, onlar kendi elleri ile daha önce kurdukları düzeni yıksınlar ve sonra da birbirlerinin kollarını ve kanatlarını kopartsınlar, biz de bunun vesilesi olalım ve de adaletten, barıştan, hürriyetten yana yeni bir medeniyet inşa edelim de, herkesin malı, canı, namusu, aklı, inancı ve nesli güvende olsun. Herkes inandığı gibi yaşasın ve düşündüğünü özgürce ifade edebilsin. Katılımcı, çoğulcu ve şeffaf, Hakka-Hukuka bağlı yeni bir dünya nizamını ayaağa kaldıralım. Bize şer gibi gelen bu hain saldırılar Hayra vesile olsun.
Selam ve dua ile.