Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

AK Parti kendi geçmişini yiyor

AYM – Yargıtay kapışması…

İki üst yargı kurumunun birbirini anayasa suçu işlemekle suçlayacak kadar ayrışması… Yargıtay cenahından AYM, bireysel başvurular hakkında verdiği kararlarla “Anayasa’nın 14’üncü maddesini ıskalayan”, yani teröristlere alan açan kararlara imza atacak bir yapıda gözüküyor.

Öyle ki bu tavır, iktidarın yanındaki bir gazeteye, 9 AYM üyesinin boy hedefi olarak gösterilmesine kadar uzanıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, süreç nasıl gelişmişse, yani Özbekistan’da hangi bilgi ve yoruma ulaşmışsa, uçakta taraf oluyor. Şöyle diyor:

“Her şeyden önce Yargıtay’ın bir yüksek mahkeme olduğunu herhalde kimse inkar edemez. Anayasa Mahkemesi bu noktada maalesef birçok yanlışları da arka arkaya yapar hale geldi. Bu da bizi ciddi manada üzmektedir. Şu an itibarıyla Yargıtay’ın aldığı karar asla bir kenara atılamaz, itilemez. Anayasa Mahkemesinin kararına karşı Yargıtay da şu anda demiştir ki “Sen yüksek mahkemeysen ben de yüksek mahkemeyim ve yüksek mahkeme olarak da şu anda sizinle ilgili bir yaptırımı ben de talep ediyorum.”

O arada, Yargıtay 3’üncü dairenin çıkışını yadırgayıcı açıklamalar yapan partilileri uyarıyor: “Eğer partimden bazı arkadaşlar da burada Yargıtay’ı yerip, Anayasa Mahkemesi’ne övgüler düzüyorsa onlar da yanlış yapıyorlar. Bizim birimiz hepimiz, hepimiz birimiz anlayışıyla hareket etmemiz lazım. Buralarda kalkıp da birilerine şirin görünmenin anlamı yok.”

Onlar içinde AK Parti Hukuk İşleri sorumlusu ve kuruluştan beri Erdoğan’a en yakın konumda olan Hayati Yazıcı var, Adalet eski Bakanı Abdülhamit Gül var. Eski Milli Eğitim bakanı Hüseyin Çelik, Şamil Tayyar var…

Daha önemlisi 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül var.

Bu isimler bir anlamda Ak Parti’nin yargı alanında yaptığı reformlara sahip çıkıyor, gidilen yoldaki çıkmaza işaret ediyorlar.

Cumhurbaşkanı Erdoğan Ankara’ya dönüyor. Ertesi gün Beştepe’de yapılan Atatürk’ü anma toplantısında taraf olmanın en azından sorunun çözümüne katkı sunmayacağına ikna edilmiş olmalı ki şöyle diyor:

“Anayasa, ‘devlet başkanı’ sıfatıyla bize ‘devlet organlarının uyumlu çalışmasını temin’ görevi vermektedir. Biz bu tartışmada taraf değil hakem konumundayız.”

Bu bizim de yazılarımızda, konuşmalarımızda ısrarla altını çizdiğimiz “Cumhurbaşkanının milletin birliğini temsil etme” sorumluluğunun gereği. Gelinen nokta tam o mudur, yoksa, bu da gelip geçici taktik bir duruştan mı ibarettir?

Şimdi, ortada iki şey var, dikkat çekilmesi gereken:

Bir: Ak Parti, özellikle yargı alanında kendi geçmişini yemekle meşguldür. Yargıda gelmek istediği sonuç herhalde bu değildi. Evet, geçmişte Yargı’nın mağduriyetini de yaşadı, ama Yargı’yı FETÖ ile birlikte araçsallaştırmak da isminin başında “Adalet” bulunan ve var olduğu düşünülen “değerler”i de “Adaleti yücelten” bir parti, bugün tam manasıyla “Yargı özürlü” bir yönetimin adı olmamalıydı.

Şu anda Anayasa Mahkemesinin üyelerinin tamamı, Ak Parti iktidarı döneminde tayin edilen isimlerden oluşuyor. Bu isimlerin tayininde partinin önemsediği kimi öncelikler dikkate alınmıştır. Bu Türkiye’nin gerçeği. Ama bu isimler, giydikleri cübbenin sorumluluğu ile, parti ve iktidar yaklaşımından önce “Hukuku önceleyen” bir duruş sergileyince problem çıkıyor. Normalde Ak Parti dünyası da “Şeriatın kestiği parmak -yani hukukun verdiği karar- acımaz” özdeyişine inanır. Ama bazen hukuk hep başkalarının parmağını kessin, bize dokunmasın, yaklaşımı hakim oluyor insanlarda. Onun için Kur’an, “Kinleriniz adaleti engellemesin” uyarısında bulunuyor. Kinlerimize ve adaletimize bakıyor muyuz zaman zaman, nerelerdeyiz?

İki: Partinin kafasının karışık olduğu da gözleniyor. Cumhurbaşkanı 24 saat içine iki farklı davranış sığdırıyorsa ve bunun ikisi de parti bünyesindeki yansımaların yansıması ise, parti nerede duracağı noktasında gerçekten problem yaşıyor demektir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ısrarla “Anayasa değişikliği” veya “Yeni bir anayasa yapımı”ndan bahsetmektedir. İki yüksek mahkeme geriliminden sonra da anayasa değişikliği talebini yeniden gündeme getirmiştir. Burada da Yargıtay lehine, AYM statüsünü değiştirme istikametinde bir eğilim gözleniyor. Belli ki AYM statüsünde de “AYM’ye bireysel başvuru” konusu problem olarak görülüyor.

Oysa bu, Ak Parti’nin 2010 anayasa değişikliği paketine giren bir husustu ve AİHM ile ilişkileri rahatlatmak için başvurulan bir durumdu. Şimdi ne değişti?

Ne değişti? MHP ile ilişki değişti. MHP, benim gördüğüm, Ak Parti’yi bir istikamete doğru sürüklüyor. Eğer MHP’ye kalsaydı, bizzat Erdoğan’ın öncülük ettiği “Çözüm süreci” sebebiyle AK Parti’yi Yüce Divan’da yargılatırdı.

Bahçeli, Meclis Kürsüsü’nden bağıra çağıra “AYM’nin kapatılması”ndan söz ediyor. Ve şu andaki ikircikli duruşuyla da iktidar, Bahçeli’nin penceresinden bakıyor gibi bir izlenim veriyor.

Kendi geçmişini yiyor, diye boşuna söylenmiyor.

Ak Parti’nin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül onun için “Geçmişte iyi şeyler yapıldığı”nın altını çiziyor ve onların heba edilmemesi uyarısını yapıyor. Bazen Abdullah Gül’ün hukuku da çiğneniyor siyasi hengâme içinde…

Şu anda Meclis’te bir anayasa değişikliği zemini yok. Yakın zamanda seçim de yok ki Meclis aritmetiği değişsin. Şu yaşanan tartışma, Ak Parti’de anayasa değişikliği için Bahçeli ile ortak bir platform oluşturulamayacağının göstergesi. O zaman nedir Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Anayasa değişikliği”ni sürekli gündemde tutmasının sebebi? Zemini son derece kaygan bir çaba… Üstelik ekonomi için gerekli olan siyasi istikrarı baltalayan da bir çaba… Belki Mehmet Şimşek’i sancılandıran da bir çaba… Göreceğiz.

Bu yazı toplam 374 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar