AKP,CHP, Rejim ve Halk Dış Basında

AKP,CHP, Rejim ve Halk Dış Basında

Financial Times'ta, rejimin işleyinde parti ve halkın rolünü konu edinen makale...

Vincent Boland

18 yaşındaki Gamze Çakır ve Esra Ertaş, pazar günü Türkiye'de yapılacak genel seçimlerde ilk kez oy kullanacak. Ancak onlar hayatlarının yetişkinlik dönemine dair en önemli kararlardan birini çoktan verdi. Çakır, geçim kaynağının hayvancılık olduğu ve geleneksel sosyal alışverişlerin günlük hayatı şekillendirdiği doğuda bulunan Kahramanlar Köyü'nde yaşıyor. O annesi ve kız kardeşinden farklı olarak başörtüsü takmamaya karar verdi. Ertaş ise, iyi restoranları ve palmiye ağaçlı caddeleriyle ünlü kıyı kenti İzmir'e 1400 kilometre uzakta yaşıyor. O, muhtemelen moda eğitimini bitirdikten sonra başörtüsü takmaya karar verdi.

'Tek engel başörtüsüydü'
Köyün diğer kadınlarıyla beraber çalıştıkları çilek tarlasında oturan Çakır, "Bu benim seçimim ve ailem baskı yapmıyor" diyor. Merkez sağ AKP'nin İzmir'de düzenlenen mitingine katılan Ertaş da bunun kendi kararı olduğunu söylüyor. AKP kamu binalarındaki başörtüsü yasağını kaldırmak istiyor. Bu Ertaş'ın desteklediği, ancak Türkiye'nin laik kurumlarının ve siyasi partilerinin karşı çıktığı bir yönelim. Ertaş, "Diğer partiler yalancı" diyor ve ekliyor: "Laik değiller çünkü benim başörtüsü takma hakkıma müdahale ediyorlar."
Bu genç kadınların çevrelerindeki âdetlere meydan okuyarak aldıkları bu kişisel kararlar, Türk toplumunda geniş yankı buluyor. Genel seçim kararı, başörtüsü ve onun resmi olarak laik bir ülkede temsil ettiği dini, siyasi ve sosyal anlam üzerine yapılan ve Türkiye'nin tüm yönetici kurumlarının dahil olduğu bir tartışma nedeniyle alındı.
Temelleri siyasal İslam'a dayanan AKP hükümeti, Dışişleri Bakanı ve eski bir İslamcı eylemci olan Abdullah Gül'ü laikliğin sembolik kalesi niteliğindeki cumhurbaşkanlığına getirmeye çalıştı. Bu girişim, ordunun 'laik cumhuriyete tehditle' ilgili muhtırasının ardından durduruldu. Generaller tehdidin ne olduğunu belirtmedi. Seçimlerde AKP'den aday olan Suat Kırıklıoğlu'nun gözlemiyse şöyle: "Gül'ün cumhurbaşkanı olmamasının tek nedeni eşinin başörtüsü takması."

Artık her yer çevre
Türkiye her ne kadar Fransa ve ABD gibi devrimci bir cumhuriyet olsa da, bu devrim tepeden indi. Osmanlı yönetim sistemi, geleneksel kıyafetleri, dini geleneklerin merkeziliği, Arap alfabesi ve hatta Türk dilindeki Osmanlı yansımaları neredeyse bir gecede gitti. Yerine, Batılı tarzda hafta sonu tatili, kıyafet ve şapka, Latin alfabesi, dini pratik üzerinde devlet kontrolü ve erkeklerle kadınlar arasında eşitlik geldi.
Daha sonra, cumhuriyet döneminin başlamasının ardından Türkiye tek partiyle yönetilirken, bu devrimci modernite gelişti. Ancak bu düşünce kısmen Kemalistlerin bizzat kendilerinin çağdışı kalması nedeniyle (ki bu onların her zaman takdir etmediği bir ironi), etkisini kaybetmeye başladı. Seçim yarışına en büyük muhalefet partisi olarak katılan CHP, Atatürk'ün ve modernliğin ilk öncülüğünü yapanların partisi. Ancak katı laiklik, sınırlı demokrasi yorumu ve Türk ordusuna yakınlığı birçoklarını huzursuz ediyor.
Kemalistlerin başarısızlığının en temel nedenlerinden biri, Türkiye'nin 1950'lerden 1980'lerin başlarına kadar Avrupa'nın siyasi, sosyal ve entelektüel ortamından tecrit edilmesiyle yakından ilgili. Bu tecrit haline, bugün sonuçları hiç olmadığı kadar daha yüksek sesle yankılanan ülke içi gelişmeler eşlik etti. 1950'ler kırsaldan kente büyük göçün başladığı yıllardı. 1970'ler ve 1980'lerde zirve yapan ama hâlâ süren bu eğilim Türkiye'nin sosyal, siyasi ve kültürel manzarasını büyük ölçüde etkiledi. 1945'te yaklaşık 1 milyonluk nüfusa sahip olan İstanbul'da bugün 12 milyondan fazla insan yaşıyor. Göçün temelinde, iş bulma ve kırsal tecridden veya etnik çatışmadan kaçıp kurtulma amacı yatıyordu.
Türkiye, 1950'lerin sonunda çok partili sisteme geçtiğinde, toplumun bu bölümü sesini yükseltebileceği bir ortam bulmaya başladı. Ancak bunun, sosyal ve siyasi bir fenomen haline gelmesi sadece 1980'lerde gerçekleşti. Bir dizi askeri darbeden ve devletle Kürt ayrılıkçılar arasında korkunç bir çatışmanın patlak vermesinden sonra, merhum Turgut Özal hükümeti, ekonomi ve toplumu açmaya başladı.
Bu gelişmeler kentli orta sınıfla kırsaldaki kitleler, kentle köy ve merkezle çevre arasındaki derin uçurumu da ortaya koydu. Her biri sürekli olarak diğerini tanımaya çalıştı. Ankara Üniversitesi'nde etnoloji profesörü olan Tayfun Atay, "Bugün Türkiye'de merkez her yerde ve her yer çevre" diyor.

Göç Kemalizm'i 'sarstı'
Bu süreç milyonlarca Türk'e, Kemalizm'in laik unsurlarını sertçe reddeden ancak geleneksel ailelerini ve sosyal ilişkilerini, dini âdetlerini ve kültürel muhafazakârlıklarını sürdürebilecekleri çağdaş bir toplumu kabul ederek kendi modernlik düşüncesini oluşturma fırsatı sundu.
Bu yeni muhafazakâr modernitenin kabul gören merkezi her ne kadar oralarda temelleri atılsa da İstanbul gecekonduları değil; fakat, İç Anadolu'da yaklaşık 1 milyon nüfusa sahip bir kent olan Kayseri. Bu üretim merkezi, ülkenin yeni burjuvazisini barındırıyor. 1980'lerden bu yana büyüyen girişimci sınıftan oluşan bu yeni Anadolulu seçkinler, şimdi AKP'nin tabanı.
Kayseri sanayi odasının 1050 üyesi var. Bunların çoğu küçük işletme sahipleri. Ancak aralarında yıllık gelirleri 2 milyar dolara kadar çıkabilen, kablodan tekstile, gıdadan mobilyaya geniş bir yelpazede faaliyet gösteren büyük işletme sahipleri bulunuyor.

AKP sistemi yıkmak istemiyor
Gül, mecliste Kayseri'yi temsil ediyor. Kayseri'den AKP milletvekili adayı olan Murat Cahid Cıngı, "Kayseri muhtemelen Özal sonrası dönemde Türkiye'deki en başarılı şehir" diyor.
Temelleri açıkça 1990'larda kapatılan İslamcı partilere dayanan AKP kendisini, bürokrasi, adli kurumlar, üniversiteler ve ordudaki seçkinlere ortak nokta bir noktada buluşmaya zorladı. Bu süreç, 2002'de seçilmesinden bu yana hükümetin tüm zamanını aldı. Hükümetin iktidar süresinin sadece yarısı bitmişken, Gül'ün cumhurbaşkanlığıyla ilgili olarak orduyla çatışma patladı.
AKP bu seçim için, çoğu yurtdışında eğitim görmüş ve partinin demokratik bir Türkiye'nin gerçek sesi olma iddiasından etkilenen genç profesyonelleri destekleyerek, kendini kökenlerinden uzaklaştırmak adına daha gerici unsurlarını tasfiye etti. Uzmanlar bu adımın, partinin devletle barış yapması anlamına geldiğini ve büyük olasılıkla beklendiği gibi partinin seçimden sonra tekrar iktidara gelmesi halinde daha yapıcı bir ilişkinin habercisi olabileceğini söylüyor. İstanbul'dan akademisyen ve yorumcu Soli Özel, "AKP seçkinleri sistemi yıkmaktan ziyade ona nüfuz etmekle daha fazla ilgileniyor" diyor.

CHP kırsalda inandırıcı değil
Hükümetin başarıları inkâr edilemez: Güçlü ekonomik büyüme, AB'yle üyelik müzakerelerinin başlaması ve Kıbrıs konusundaki gibi eskiden kalma bazı devlet politikalarını dondurma iradesi... Bununla birlikte partinin lideri ve başbakan olan Erdoğan'ın Türk siyasetindeki en şanslı adam olduğuna kanıt da var.
Erdoğan, her şeyden çok muhalifleri açısından şanslı. Laik merkez sağdaki rakipleri bir dizi parti içi çatlaktan sonra güvenilirliğini kaybetti. Bu arada ülkenin genelde sağ kanat yelpazesindeki diğer liderler de militan milliyetçilerden veya açıkça yabancı düşmanlarından oluşuyor. Bununla birlikte Başbakan için en büyük nimet, soldaki CHP'nin kemikleşmesi oldu. Her ne kadar seçimlerde yaklaşık yüzde 22 oranında oy alması beklense de, CHP kentli çekirdeği dışında az rağbet görüyor ve Erdoğan'ın popülizmine karşı inanılır bir meydan okuma gerçekleştiremedi.
Siyasi uzmanlara göre muhalefetin başarısızlığı, sadece hükümetin reform sicilinin daha iyi görünmesini sağlamıyor. Bu aynı zamanda AKP'nin daha güçlü ve gerçekte olduğundan sağlam görünmesini sağlıyor. Bütün başarılarına rağmen, AKP hâlâ günü kurtaran ekonominin ötesine geçen bir Türkiye vizyonuna sahip olduğunu göstermek zorunda. Erdoğan, popülizm ve alternatiflerinin hayal kırıklığından oluşan bir dalgada sörf yapıyor olabilir. Ancak hâlâ bu dalgaya hükmedebileceğini göstermesi gerek. (17 Temmuz 2007)