Nureddin Şirin
Allah Şahidim Olsun, Ben Utanıyorum...!
Suriye ile ilgili olarak, "direnişe sağladığı stratejik ve lojistik desteğin önemi"ni ileri sürdüğümüzde, bazı kardeşlerimiz "Suriye"nin geçmişte Filistinlilere yönelik gerçekleştirdiği katliamlar"dan örnek verirken, "eli binlerce Filistinlinin kanına bulaşmış bir rejimin, Filistin direnişine verdiği desteğin samimiyetine inanmak mümkün mü?" diye sorarak, Filistinlileri katleden bir rejimin Filistinli direnişçilere ev sahipliği yapmasının aldatıcılığına vurgu yapıyorlar.
Bu görüşü ileri süren kardeşlerimizden biri de "Suriye Halkı ile Dayanışma Platformu"na öncülük eden Osman Atalay kardeşimiz. Zira kendisiyle katıldığımız programda da aynı görüşlerini tekrarlamıştı.
Meseleye bu noktadan baktığımızda, Filistin direnişine destek adına, Filistinlilerin katili olan bir rejime sahip çıkılmasının bir paradoks olarak durduğunu biz de kabul etme durumundayız. Ancak aynı yaklaşımı Ürdün rejimi için de sergilememiz gerekmez mi? Zira Ürdün Kralı Hüseyin"in 1970 yılında gerçekleştirdiği ve tarihe "Kara Eylül" olarak geçen katliamda, binlerce Filistinlinin öldürüldüğü gerçeğini göz ardı etmemiz mümkün mü?
İHH"nın yayınladığı "Filistin" kitabının "kronolji" bölümünde şu bilgiler verilir:
"7 Haziran 1970: Ürdün Kralı Hüseyin İsrail ve ABD"den aldığı destekle Filistin mülteci kamplarını yoğun top ateşine tuttu. Kral Hüseyin"e bağlı "Bedevi Milisleri" tarafından gerçekleştirilen bu katliam, Kara Eylül" olarak nitelendirildi. Bu katliam sırasında on binlerce Filistinli hayatını kaybetti."
Bu saldırıların sebebi neydi? Kara Eylül olaylarının, diğer bir ifadeyle, Ürdün rejiminin Filistinlilere saldırısının asli sebebi, Filistinli gerillaların siyonist rejime yönelik saldırılarını önlemek, Ürdün sınırını, Siyonist rejim için güvenli hale getirmekti. Ayrıca bu saldırılar Amerika"nın direktifleriyle gerçekleştirilmişti.
Bu hususu Ahmed Varol ağabey, "Ürdün'den Yeni Bir Kara Eylül Harekatı" başlığı altında yazdığı yazısında şöyle ifade eder:
"Ürdün, gerillaları tamamen imha etme veya Ürdün topraklarından silip atma amacına yönelik hazırlıklarını da ABD'nin desteğiyle yoğun bir şekilde sürdürüyordu. Kral Hüseyin, bu hazırlıkları sürdürdüğü sırada ABD'deki yahudi lobisinin ileri gelenlerinden olan ve bir ara ABD dışişleri bakanlığı yapan Henry Kissenger'le yoğun temas içindeydi. Filistinli gerillaların Ürdün'den çıkarılmasıyla İsrail'in işgal altında tuttuğu toprakların doğu sınırı güvenceye alınmış olacaktı. Derken 13 Temmuz 1971'de Ürdün yönetimi Filistinli gerillalara karşı geniş çaplı bir askeri operasyon başlattı. Birkaç gün süren operasyonda Filistinli gerillalardan ve sivillerden toplam 3000 kişi öldürüldü. Filistinli mültecilerin kaldığı kamplar tamamen yerle bir edildi. Sağ kalabilen gerillaların tamamı da Ürdün'ü terk ederek Suriye veya Lübnan'a gitmek zorunda bırakıldılar. Ürdün yönetiminin siyonist işgalcilerin bile yapamayacağı bu imhâ harekâtı Arap dünyasında geniş tepkilere yol açtı.
Görünüşte bu harekat Ürdün'le Filistinli gerillalar arasında çıkan muhalefetin doğurduğu bir harekattı. Ancak işin gerçeğinde İsrail, Filistinli gerillaları Ürdün topraklarından uzaklaştırmak ve kendini güvenceye almak istiyordu. İşte bu amacını da Ürdün kralı Hüseyin vasıtasıyla gerçekleştirmeyi başarmıştı. Bu durum da Kral Hüseyin'in siyonist işgal devletiyle görünüşte "savaş hali" ilan etmiş olmasına rağmen gerçekte sıkı bir dostluk ilişkisi ve gizli temas içinde olduğunu gözler önüne seriyordu."
Kral Hüseyin"den sonra yerine oğul Abdullah kral olur. Artık Kral Abdullah dönemi, siyonist rejime hizmette zirve yapan bir dönemdir. Filistin İslami direniş hareketi siyonist rejime karşı cihadını yükseltirken, Kral Abdullah rejimi de Filistin İslami Direnişi"nin kırılması için, ABD ve İsrail"in emri ile Filistin'deki birtakım işbirlikçi çeteleri beslemeye, onları eğitmeye başlar. Nitekim bu ihanet öyle bir noktaya ulaşır ki, şehid edilen ve kaçırılıp işkencelere uğratılan Kassam mücahidlerinden, katledilen direniş içindeki alimlere, cami saldırılarından masum insanların öldürülmesine kadar bir seri cinayet ve katliamın ardından, Filistin Başbakanı İsmail Heniyye"nin evine roket saldırısı bile düzenlenir. Artık sınır tanımaz bir hal alan bu ihanet karşısında Filistin İslami Direniş Hareketi Hamas, Gazze"de gerçekleştirdiği sarsıcı bir operasyon ile bu ihanet çetesini dağıtır ve Gazze"nin kontrolünü ele alır.
Ürdün Kralı Abdullah, siyonist rejimin güvenliği için geceli gündüzlü çalışmalarını sürdürür. Üslendiği en büyük rol de, "siyonist rejimin güvenliği"dir. Onun için, Ürdün aslında "siyonist rejim için bir ileri karakol" durumundadır.
Ürdün rejiminin Filistinlilere yönelik gerçekleştirdiği bu katliamlar, Filistin İslami direnişine karşı sergilediği ihanet, siyonist rejimin güvenliğini sağlama noktasındaki jandarmalık noktasında itirazı olan bir kardeşimiz var mı..?
Ürdün rejiminin ne denli zalim, hain ve alçak olduğunu "Filistin gönüllüleri" adı altında 30 kadar kardeşimizle birlikte 15 Mayıs 2011 tarihinde, Filistinlilerin yurda dönüş "Mesiretü'l Avde" yürüyüşlerine destek vermek için gittiğimiz Filistin sınırına yakın El Kerame bölgesinde bizzat gördük ve yaşadık.
Ürdün"deki Filistinlilerle birlikte Filistin sınırına doğru yürüyüşümüzü engellemek isteyen Ürdün rejim güçlerinin, komandoları ve polislerinin üzerimize nasıl barbarca saldırdığını, oradaki insanları nasıl kana buladığını gördük; yaralananlar içerisinde bizler de vardık. Çoğu bayan olan 50 kadar Filistinliyi otobüsümüze alıp saldırdılardan korunmak için çatışma bölgesinden uzaklaşmak isterken, otobüsümüze nasıl saldırıldığını gördük. O sırada, otobüsteki Abdullah Şahin kardeşimiz telefonla Hakan Albayrak"ı aramış, tarifi imkansız bu saldırıyı dile getirmişti. Bunun ardından da Ürdün"deki Türkiye elçilik ve konsolosluk görevlileri bizimle irtibata geçerek, güvenliğimiz noktasında girişimlerde bulunmuşlardı.
Sanırım bu yazıyı, Filistin"e dönüş yürüyüşüne katılan diğer Türkiyeli kardeşlerimiz de okuyacaklardır"
Şimdi denilebilir ki, Suriye olayları ile ilgili başlayan bu yazıda, bu Ürdün faslına niçin girildi?
"Suriye dayanışma Platformu"nun Osman Atalay kardeşimizin surumuyla İstanbul Fatih"te Reşadiye otelinde düzenlediği ve Suriye Müslüman Kardeşler Hareketi Lideri Riyad Şukfa ve Müslüman Kardeşler Siyasi Büro Şefi Faruk Tayfur, Sayın Şefka'nin katıldığı basın toplantısında, Sayın Şefka daha konuşmasının başında, Suriye muhaletine sağladığı destekten ve Suriyeli rejim karşıtı muhalifleri korumaya aldığından dolayı Ürdün rejimine teşekkür ve minnetlerini dile getirerek şunları söylüyordu:
"Sözlerime başlarken, sizlere mazlum halkının selamlarını iletiyorum. Sizlere ve direnişin, Suriye halkının yanında olanlara selamlarımı iletiyorum. Türkiye ve Ürdün hükümetlerine özellikle teşekkür ediyorum ki, bu iki devlet Suriyeli mültecileri kabul ettiler ve onlara yardımcı olmaya çalışıyorlar."
Burada Sayın Şekfa"nın bu sözlerini mazur görebilir ve diyebiliriz ki; "Ürdün rejimi her ne kadar zalim, katil ve hain olsa da, sonuçta mazlum Suriye halkının muhalefetine destek veriyor. Onun için de teşekkür ve takdiri hak ediyor." Zira sayın Şefka"nın Suriye rejimini tarif ederken kullandığı "bu nizam mücrim bir düzendir ve düzenin günahları yeni değildir" ifadeleri, Ürdün rejimi için de geçerli olsa gerek...
Fakat burada, "Amerika"nın sadık işbirlikçisi ve siyonist rejimin güvenlik bekçisi Ürdün rejimi"nin Suriye muhalefetine verdiği destek söz konusu olduğunda, bu bu diktatör rejimi yargılayıp sorgulama yerine, teşekkür ve takdir etme görev ve sorumluluğu kendini gösteriyor...
Nitekim bu bağlamda, Amerika da, Fransa, İngiltere de, tarihleri ihanet ve zulümlerle dolu olan Arap Birliği üyesi rejimler de aaynı takdiri hak ediyor"
Peki bu paradoks değil mi?
İran İslam Cumhuriyeti"nin ve Hizbullah"ın tavrını, "ilkesizlik"le, "ulusal çıkarlar"la tanımlayarak pervasızca İslam Cumhuriyeti ve Hizbullah"ı tahkir ve tezyif etmekten geri durmayanlar, bu noktada birbirlerinden rol kapmaya çalışıp "ben İran ve Hizbullah"a daha iyi vururum" deyip kalemlerini sivriltip okkalarını dolduranlar, "İran"ın tavrından dolayı utanıyorum" diyenler, Suriye muhalefetinin bu İslamcı kanadının tutum ve yaklaşımını "ilke" ve "değer"ler ölçeğinde nereye oturtacaklar acaba..?
Suriye Ulusal Konseyi Başkanı Burhan Galyon"un Wall Street Journal gazetesine verdiği demeçten dolayı verdiğimiz tepkilere, "Suriye halkını temsil etmeyenlerin sözlerine bakarak, Suriye"deki İslamcıları gölgelemeye ve onları mahkum etmeye çalışıyorsunuz" şeklinde suçlamalarda bulunanlar, o halde buyurun, benimsediğiniz "ilke" ve "değer"ler ne ise, Ürdün rejimine olan teşekkür ve takdirleri de aynı ölçeğe vurunuz"!
Bizler, Suriye"deki Baas rejiminin yandaşlığı içinde olmadığımızı ısrarla vurgulayıp, emperyalizmin bölgedeki hesaplarına, siyonist rejimin güvenliğini sağlamaya yönelik yeni komplo ve planlarına dikkat çekerken, "Büyük Ortadoğu projesi" ile bölgenin yeniden dizayn edilmeye çalışıldığını vurgulayıp tüm bunlara karşın, siyonizmle mücadeleyi öncelemek ve bu kanser mikrobu rejimi bütünüyle ortadan kaldırıp "İsrail"siz bir Ortadoğu" bayrağını kaldırırken, bizlere mezhepçilik, İrancılık vs. yaftalamalarını yakıştıranlar, kendilerine yardımı olması umuduyla yukarıda sözünü ettiğimiz İHH"nın Filistin kitabının "sonuç" bölümündeki şu ifadeleri hatırlatmak isteriz:
"Sonuç:
Bugün kesin olarak bölgede gerçekleşen bir şey varsa, o da İsrail"e uygun bir Ortadoğu"nun yaratılması projesinin dolu dizgin devam ettiğidir. Irak"ın parçalanmaya doğru gitmesi, 1948 sürgünlerinin resmen geri dönme izni almalarıyla daha da ivme kazanan Kuzey Irak"a İsrail"in yerleşme çabaları, İran"a ve Suriye"ye gözdağı verilmesi ve ABD"nin Büyük Ortadoğu Projesi hep bu doğrultudaki gelişmelerdir. Dünya petrol rezervlerinin %60"dan fazlasına sahip olan Ortadoğu, İsrail ve ABD merkezli ciddi bir uçurumun tam kenarındadır. Fakat bölge aktörleri fiili anlamda bu tehlikenin farkına varmadan daha kaç tane "Yol haritası" nın tarihin çöplüğündeki yerini bulması gerekecektir? Bu konuda bir şey söylemek zor.
Son Aksa İntifadası"ndan 2004 yılı başına kadar geçen sürede 5.000 Filistinlinin katledildiği, 50.000"den fazlasının da yaralandığı, Batı Şeria"nın 730 kilometrelik utanç duvarı ile parçalara ayrılıp dünyadan tecrit edildiği, Arafat dahil hiçbir Filistinlinin can emniyetinin bulunmadığı, beş milyon Filistinlinin evlerine dönmek üzere beklediği ve dünyanın sessizliği kuşandığı bir dönemde hiç şüphesiz Filistin"in yanında olmak ve acısını paylaşmak büyük bir onur ve ayrıcalıktır. Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa tüm Müslümanların şeref ve onurudur. Müslümanlar şeref ve onurlarını savunma konusunda tembellik göstermemeli, Filistin"de adil ve kalıcı bir barışın temini için elinden geleni yapmalıdır."
Tekrar söylüyorum;
Yukarıdaki öngörü ve hassasiyetten, dikkat çekilen noktalar ve yapılan uyarılardan öte herhangi bir düşünce, kaygı ve hesabımız varsa, Allah"ın, meleklerin, peygamberlerin ve tüm salih kulların laneti üzerimize olsun"
İster İran, ister Hizbullah veya bir başkası, haçlı emperyalistler ve siyonistlerin ve onların bölgesel müttefiki ve uşaklarının çizdikleri "yol haritaları"nı başlarına geçirip "Özgür Kudüs Özgür Ümmet" stratejini zafere ulaştırmanın ötesinde bir hesabı olanlar varsa, aynı lanet onların da üzerine olsun"
Tüm Müslümanların onur ve şerefi olan Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa"nın savunulmasından başka hangi ulusal çıkar varsa, tüm bu çıkarlara lanet olsun"
Eğer İran ve Hizbullah"ın tüm gayesi, çabası, fedakarlığı ve kavgası bu kanser mikrobu rejimi tarihin çöplüğüne atmak ise, buna rağmen İslam Cumhuriyeti ve Hizbullah"ı tahkir ve tezyif etmekten geri durmayanlara da yazıklar olsun"
"Utanmak" İslami bir erdemdir. Bir Müslüman da "ar ve haya" olmadıktan sonra, geriye başka ne kalır ki?" Onun için Hz. Resul-i Ekrem (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde "utanmadıktan sonra ne yaparsan yap" buyurmaktadır..
Onun için, İslam ve Müslümanlar adına yola çıkıp da, emperyalizmin ve siyonizmin "Yeni Ortadoğu" projelerine göz kapamaktan utanırız.
Tarihin en büyük ihanetlerini göz ardı edip Suud gibi, Ürdün gibi rejimlerin yol arkadaşı olmaktan utanırız.
Bir diktatörü telin ederken diktatörlüğün zirvesine çıkan zorbaların sözcüsü olmaktan utanırız.
Emperyalizmle mücadeleyi akidemizin esası bilirken, artık NATO, Batı ve Amerika ile aynı kulvarda koşmaktan utanırız.
Daha dün "haklarımızı dilenerek değil, direnerek alırız" derken, bugün emperyalistlere el açmaktan, onları yardıma çağırmaktan, Washington, Paris, Londra, Riyad ve Amman"ın sözüm ona "insani yardım" (!) çabalarını alkışlamaktan utanırız".
Yarın bizleri utandıracak şeylerin şerrinden de Allah"a sığınırız"
"Utanmak" gerçekten bir erdemdir; Hz. Resulüllah"ın buyurduğu gibi; "utanmadıktan sonra ne yaparsan yap."
Kalplerde olanı en iyi bilen Allah"tır; Allah şahidim olsun, ben utanıyorum"
velfecr