Annapolis En Çok ABD'ye Yaradı

Annapolis En Çok ABD'ye Yaradı

'Aşiret’ modeli, işgal altındaki Filistin'de de tekrarlanmak üzere. Zira Amerikan dolarları meyve vermeye başladı. Abbas, Filistin direnişine müsamaha göstermeksizin savaşma taahhüdü verdi

Annapolis en çok ABD'ye yaradı

Annapolis en çok ABD'ye yaradı

İsrail'in Yahudi devleti olarak tanınma talebi ve Bush'un Annapolis'te bunu desteklemesi, akla ortaçağ tarzı dışlayıcı din devletlerini getirdi. Abbas da ABD'de Filistinlilerin sıkıntısını anlatma şansını kullanmadı. Konferans, İran'a karşı Arap-İsrail birliği kurma çabasından öteye geçmedi

KUDS EL-ARABİ GAZETESİ

Birçoklarının, Annapolis'te ikili Filistin-İsrail müzakerelerinin çerçevesini belirleyecek ortak belgenin son ana kadar hazırlanamama başarısızlığına yoğunlaşmasını garipsiyoruz. Zira ABD Başkanı Bush'un konuşmasında yer alan tutumlar müzakere sonucunu başlamadan netleştirdi...
Bu konuşmadaki en önemli nokta, Bush'un 17 dışişleri bakanı ve Arap yetkilisi karşısında ABD'nin İsrail'in Yahudi devleti ve bütün Yahudilerin ulusal vatanı olduğuna mutlak suretle bağlı kaldığını açıklamasıydı. Bu durum sadece altı milyon Filistinli mülteci değil, aynı zamanda yeşil hat dahilinde yaşayan diğer 1,5 milyon Filistinli için de karanlık bir gelecek tesis ediyor.

Sosyalist modele ne oldu?
Dini açıdan tutucu olan Bush bizleri ortaçağda dini muhalefet eden herkese yönelik korkunç katliamların yapıldığı Haçlı savaşları ve din devletleri dönemine götürmek istiyor. Mevcut Avrupa demokrasisi bu karanlık tarihe tepki olarak doğmuştu aslında.
Kendilerine özel bir faşist devlet kurmakta ısrar eden Yahudiler, Alman faşizminin ve Ari ırkı taassubunun Holokost'a yol açtığını, İspanya Kraliçesi Isabella ve eşi II. Ferdinand'ın İspanya'nın Katolik devleti olduğunu ilan edip dinlerinden vazgeçmeyi ve Katolik şemsiyesi altında yaşamayı reddeden Müslüman ve Yahudilere yönelik katliamlara yol açtığını, Yahudilerin de özellikle Mağrip ülkelerindeki Arapların yanında sığınak bulduğunu iyi hatırlamalı.
Farklı din, ırk ve kültürlerin eşitlik, birlikte yaşam ve demokrasi potasında erimesiyle oluşan bir devletin başkanının bu faşist sunumunu ayıplıyoruz. Kendi rejim ve toplumlarının laik olmasıyla övünen Avrupalıların da, bizleri ortaçağa götüren bu faşist sunuma itiraz etmemesini garipsiyoruz.
Filistin Yönetimi Başkanı Abbas'ın konuşmasında bu faşist sunuma şiddetle karşı koymasını, dostu İsrail Başbakanı Olmert'in de, Siyonizm'in ilk liderlerinin laiklik olduklarından, devletlerinin sosyalist modelinden ve başkalarına duyduğu hoşgörüden dem vurduğunu hatırlatmasını isterdik.
Olmert konuşmasının çoğunu Filistin teröründen ve İsraillilerin bu terörden çektiklerinden söz etmeye ayırdı. Abbas da, Filistinlilerin İsrail terörü nedeniyle yaşadığı sıkıntılar ve Gazze'deki abluka altında kıvranan 1,5 milyon Filistinli hakkında konuşmak için bu önemli medya fırsatını kullanmadı.
Bizler Abbas'ın cesaretli davranarak sönük konuşmasını kenara koyup, Olmert'le gerçekleştirdiği sekiz buluşma ve İsrailli 'dostun' inadı nedeniyle ortak bildiride bir milim ilerleme kaydedilmemesi hakkında konuşmasını isterdik. Abbas 'nazikti' ve İsraillilere, aralarında kolayca aşılabilecek basit bir yanlış anlama bulunan dostlarmış gibi davranıyordu.
Abbas'a yakın kişiler medyaya, bir anlaşmanın Filistin halkına referandumla sunulacağını açıkladı. Ramallah, el Halil veya Nablus'ta Annapolis'e itiraz için barışçıl gösteriler düzenleyemeyip, gerçek kurşunların yanı sıra işgalcinin silahlandırdığı ve ABD'nin finanse ettiği güçlere karşı koymak durumunda kalan Filistinliler, İsraillere istedikleri ödünleri veren bir anlaşmanın referandumunda görüşünü nasıl ifade edebilecek ki?
İsrail konferanstan kazançlı çıktı. Zira dünyanın gözünde, 300'den fazla nükleer başlığa sahip olmayan, başkasının topraklarını işgal etmeyen, büyük bir kısmı mahkemeye çıkarılmamış 10 binden fazla esiri hapiste tutmayan, barış sevdalısı halim selim bir devlet olarak belirdi.
Olmert'in ve diğer İsrail liderlerinin istediği ilişkilerin doğallaşması konusuysa kısmen gerçekleşiyor. Konferanslar tarihinde ilk kez medya karartılıyor ve fotoğrafçılara bile gelişmeleri hiçbir denetleme olmaksızın canlı aktarma izni verilmiyor. Toplantı masasında kimin kimin yanında oturduğunu bilemiyoruz ancak çok az fotoğraftan Arap dışişleri bakanlarının İsrail Savunma Bakanı Barak ve Dışişleri Bakanı Livni'yle omuz omuza durduğunu görüyoruz. İzlediğimiz kadarıyla, salonda tokalaşmaların gerçekleşmediğini, gülücüklerin atılmadığını veya tarafların bir araya gelmediğini düşünmek mantık dışı.
Arapların konferansa katılması büyük bir skandaldı. Arap dışişleri bakanları ve Arap Birliği Genel Sekreteri Musa, Filistin sorununu özünden boşaltmak ve en önemli konu olan mültecilerin dönüş hakkından ödün vermek için yapılan konferansta yalancı şahitlerden ibaretti.
Baba Bush, Irak'ı yıkmak için bir Amerikan-Arap cephesi oluşturmuş, 'Kuveyt'in kurtuluşu' söylemiyle yüz binlerce Iraklı'yı öldürmüştü. Oğul Bush'sa, daha tehlikeli bir iş için hazırlık yapıyor: Bir başka İslam ülkesi olan İran'ı yıkmak için, Amerikan şemsiyesi altında bir Arap-İsrail koalisyonu oluşturmak.

Suriye herkesi şaşırttı
'Ilımlı' Arap ülkelerinin böyle bir koalisyon kuran konferansa katılmasını garipsemesek de, Suriye'nin katılımını garipsiyoruz. Halbuki Suriye Annapolis'e ve Arap katılımcılara en fazla karşı çıkan seslerdendi. Suriye'nin katılımının, ne kadar temenni etsek de Golan'ın iade edilmesini sağlayacağını düşünmüyoruz. Ancak bu katılımın Şam'a, birçok Arap'ın hatta belki de Suriyelilerin gözündeki inandırıcılığını kaybettireceği kesin.
Görünen o ki, ABD'nin Irak'ta direniş saflarını işgale direnmeye yönelik temel hedeften uzaklaştırıp iç savaşa boğulmalarına yol açmakta kullandığı 'aşiret uyanışı' modeli, işgal altındaki Filistin'de de tekrarlanmak üzere. Zira Amerikan dolarları meyve vermeye başladı. Abbas, Filistin terörüyle müsamaha göstermeksizin savaşma taahhüdü verdi. (Londra'da Arapça yayımlanan Kuds ül Arabi gazetesi, genel yayın yönetmeni, 28 Kasım 2007)