Annelik Dersi Verdiler...
Lübnan İslami Direnişi'nin şehid liderlerinin anneleri, oğullarının bilinmeyen yönlerini anlattı.
Sevdiklerinden ayrılmanın verdiği acı nedeniyle katmerleşmiş kalbinin yarasını dışarı vuran gözyaşlarıyla, 80'lik yüzünde gençliğinden beri işgalle birlikte yaşadığı hikâyeleri resmeden sabrıyla Ragıp Harb'in annesi" Özgürdü, özgür kaldı ve özgür evlatlar doğurdu. O bütün şehitlerin annesi, şehitler şehidinin annesidir.
Ragıp'ın Annesi: Şehadet izzet ve gurur kaynağıdır
26 sene geçti ama annenin kalbi hala şefkat, hüzün ve sessiz bir şekilde giden evlatlarının özlemiyle dolu. Oğlu Ragıp'ı sorduğumuzda şöyle diyor: "Kendi kendime kaldığım çoğu zaman oğlum Ragıp'la konuşup onu kucaklayıp öpmek için yanıma gelmesini istiyorum. Ondan, Yahudilerin gözümün önünde öldürdüğü dayısıyla birlikte onun peşinden giden kardeşlerini de yanında getirmesini istiyorum. Hadi yanıma gelin özledim sizi."
İntigad gazetesinin haberine göre, 80'ini aşmış anne, oğlunun çok sevdiği civar tarlalara, evlere ve dolaşmayı sevdiği sokaklara uzun bir süre baktıktan sonra şöyle diyor: "Şeyh Ragıp çocukluğundan beri dine ve imana meyilliydi, elindeki işi bırakır arkadaşlarıyla camiye giderdi. Bazen babası onu kardeşlerine yardım etmesi için çağırırdı. O da ona ben daha hayırlı bir işe gidiyorum derdi."
"Şehit olmadan günler önce onunla birlikte şehit Hani Şükr'ün evine gittim. Şükr ilk şehitlerdendi. Önümde yürüyordu ve ben de İran'a yaptığı ziyaretlerinden birinde İmam Humeyni'nin hediye ettiği abasının uçlarını yerden kaldırıyordum. O anda ona önümde yürüyen bir melek gibi bakıyor ve sürekli bakma arzusu duyuyor ve sanki onu uğurluyordum. Şehidin evine vardığımızda bana, şehit Şükr bu odayı evlenmek için yaptı. Ama bak şimdi şehit oldu. Annesi şimdi bu odaya nasıl bakacak? (Allah ona sabır versin)" dedi.
"Kardeşleriyle birlikte eve gelir anneler günümü kutlardı. Ama Ragıp bu gün için başka bir özlem duyardı. Bu münasebetle yetimleri ziyaret eder, uzun süre onların yanında kalır, oynar, dertlerini hafifletmeye çalışır ve onların özlemini çektiği anne ve baba şefkatini vermeye çalışırdı."
Ragıp'ın şehadet haberini nasıl aldığını anne şöyle anlatıyor: "Evin balkonuna oturmuş camide okunan duayı dinliyordum. Dua bittikten sonra çarşafımı başıma geçirdim. Kapı çalınıyordu. Kadınlardan biri içeri girip Ragıp'ın kızının evin çatısından düştüğünü söyledi. Ben de hayır kesin Ragıp'a bir şey oldu dedim. Yalın ayak evden çıktım, şehir merkezine oradan da Şeyh'in inşa ettiği Seyyide Zeynep yetimhanesine gittim kimseyi bulamadım. Şehrin yüksek kesimlerine kadar çıktım. Bir arabaya rastladım ve beni Nebatiye'ye götürmesini istedim. İşgal güçlerinin birçok genci durdurduğu hükümet sarayına geldim. Kasabaya döndüm. Şeyhi eller üzerinde kana bulanmış bir halde Hüseyniye'ye götürülürken gördüm. Oraya gittim, önünde oturdum ve hala akmakta olan kanını silmeye başladım. O vakit içimde büyük bir iman ateşi yandı ve sabırla doldum. Onu çarşafla sardık, kana bulandı. Onu aldım ve sakladım. İran'a gittim. İranlılar da çarşaftan nasiplerini aldılar. Ben de çok az bir kısmı kaldı. Hala onun küçük bir kısmı kefenimin yanında duruyor. Bu küçük parça şeyhin koleksiyonuyla birlikte bir cam dolabın içinde duruyor. İran'ı ziyarete gittiğimde bir İranlı Şeyh Ragıp Harb'ın annesi sizi ziyaret etmeye geliyor deyince hemen etrafımı sardılar, selam verdiler ve Ragıp'ın imzalarıyla dolu defterlerini gösterdiler."
"Her anne çocukları için kalbinde korku taşır ama ben her zaman çocuklarıma İmam Mehdi zuhur ettiğinde yaşıyor olursam sizinle ön safta olacağım ve birlikte zulme, işgale ve kibre karşı duracağız, eğer o zamana kadar yaşamazsam ona yardım etmeniz ve bütün gücünüzle ona destek olmanız gerekir derdim. Hakka yardım etmekten korkmayın. Çünkü ben biliyorum ki şartlar değiştiğinde çoğu insan korkar ve yardım etmekten beri durur, onlardan olmayın. O daima bana "Sen yeter ki iste anne" derdi. Özellikle de babasının ve iki kardeşinin şehit olmasından sonra itaatkâr ve şefkatli olmuştu. Her zaman benden sabretmemi ister bundan daha zor günlerle karşılaşabileceğimizi söylerdi."
Ragıp'ın annesinin bize anlattığı hikâyelerden biri şöyle: "Bir gün şeyhin evindeydim. Evinden çıkmış kendi evime dönerken İsrail tanklarının sesini duydum. Ve baktım ki bu tanklar şeyhin evine doğru geliyor. Bakışlarımı onun evine çevirdim baktım şeyh evden çıkıyor bitişik tarlaya doğru gidiyor. Uzaktan takibe başladım. Bakışlarımla adımlarını, ne olacağını, onlardan nasıl kurtulacağını takip ediyordum. O vakit tökezledim ve dizlerimin üstüne düştüm. Dizlerimden kan aktı, sonra onu yakalayamadıklarını öğrendim. Ertesi gün onu gördüğümde böyle mi kalacağız? Bak dün senin yüzünden başıma ne geldi dedim. Başıma gelenleri anlattım. O da bana anne bir çeyreğe cennet mi istiyorsun? Cihat edecek ve öyle cennete gireceksin" dedi.
Ragıp'ın benimle olan ilişkisi sevgi ve duygu yüklü bir ilişkiydi. Aynı zamanda işgale direnme zorunluluğu ve cennete ulaşmak için zorluklara sabır bu ilişkinin özelliklerindendi. Anneyi ve onun evladı için duyduğu acıyı hissederdi. Allah'tan cennette bizi buluşturmasını istiyorum. Çünkü büyük buluşma ve büyük zafer buluşması orada olacaktır.
Çocuk terbiyesinde annelere söylemek istediği şeyler olup olmadığını sorduğumuzda şöyle söyledi: "Ölüm haktır ve Allah istediği zaman emaneti geri alır. Bakın bu ülkenin çoğu evladı dışarıya kaçtı ve orada öldü. Burada evladını seven her anneye çocuğunu iman ve Allah sevgisi üzerine terbiye etmesi gerektiğini söylüyorum. Bunu yapmayan anne evladını sevmiyor demektir. Evladını seven annenin çocuğunun dünya ve ahiret mutluluğunu, Allah'ın rızasını ve cenneti kazanması için çalışması gerekir. Cenneti Allah'ın salih kulları, mücahitler ve şehitler kazanır. Zira gerçek kazanç budur. Evlatlarımızdan şehitlerin ve mücahit direnişçilerin yolunda yürümelerini istiyorum."
"Şehit ailelerini sabırlı olmaya çağırıyorum. Çünkü şehadet izzet ve gurur kaynağıdır. İnsanın temenni edebileceği en yüce makamdır. Bu alçak dünyada ne var? Onlara diyorum ki eski günlere geri dönebilsem direnişçilerin önünde yer alır, çocuklarımı işgalciye karşı savaşmaları için teşvik eder ve desteklerdim, o günlerde yaptıklarımdan çok daha fazlasını yapardım."
İmad Muğniye'nin Annesi: Öğretmen, Eğitimci ve Lider
O gerçekten zaferin ortağıdır. İzinden gidilecek bir önderdir. Nasıl olmasın ki? O, zaferler kazanmış komutanın annesidir. Onur abidesi olarak sizi karşılar ve bir an bile aklından çıkmayan şehit hakkında sizinle heyecanla konuşur. Evlat acısını tatmış anne Lübnanlı anneleri çocuklarına dikkat etmeye çağırıyor. Zira Lübnan sadece askeri olarak değil kültürel olarak da hedef alınmaktadır.
Lübnan annelerinin çocuklarını vatan sevgisi, cihat ve direniş üzerine yetiştirmelerini istiyor. Zira Lübnan hala işgal altındadır ve düşman hala onun için kötülük düşünmektedir.
Onunla yaptığımız konuşmada Muğniye'nin annesi, annelerin kelimenin tam anlamıyla anne olmalarını temenni ediyor. Ne yazık ki günümüzde anne, çocuk doğurmayan doğurduğunu da dadıya veren yapmacık anne olmuştur.
Ümmü İmad, bütün anneleri aynı kefeye koyup zulmetmek istemiyor. Çalışan ve eve döndüklerinde çocuklarının ihtiyaç duyduğu ilgi, özen ve sevgiyi gösterenlere büyük saygı gösteriyor. Ama çalışmadığı halde çocuklarını mürebbiyeye bırakan anneleri tasvip etmiyor. Çalışan annenin çocuğuyla işi arasında bir seçim yapmak zorunda kalması durumunda çocuğunu seçmesi gerektiğini çünkü istediği her zaman iş bulabileceğini ama çocuğun kaybedildiği zaman telafisinin olmadığının altını çiziyor.
Bu açıdan Ümmü İmad, annenin terbiye ve evdeki yol göstericilik rolünün önemini vurguluyor. Çocuğunu dokuz ay karnında taşıyan, doğum sancısı çeken ve bütün vaktini çocuğuna vermeyi temenni eden annedir. Ümmü İmad'a göre çocuktan istemek için ona vermek gerekir. Anne ona doğru yolu göstermeli sonra ondan istemelidir. Bunu yapmazsa anne olarak görevini yerine getirmemiş olur. Bir gün gelir evladı da ona sorar bana ne verdin diye.
Ümmü İmad, toplumumuzun karşılaştığı internet ve teknoloji saldırılarına dikkat çekiyor: "Bunlar topluma faydalı olmakla birlikte gerekli gözetim sağlanmadığında çocuklarımız üzerinde olumsuz etkilere yol açabilir. Lübnan sadece askerle değil kültürle de savaşıyor. Durum daha çok dikkat ve özen gerektiriyor." Anneyi, kendisinin düzelmesiyle toplumun düzeleceği "ümmet" olarak tanımlayan Ümmü İmad, bu toplumun bütün annelerine mesaj gönderiyor, çocuklarını cihat yolunu tutmaya teşvik etmelerini, akıl kefesini duyguya tercih etmelerini istiyor. "Çünkü bizler saldırılan durumundayız ve zulüm görmekteyiz. Bu durum direnişin mücahitlerini toplum üzerindeki zulmü kaldırmak için kendilerini feda etmeye sevk ediyor. Bu durumda anne yapılan fedakârlığa ortak oluyor. Soruyorum, örnek almayacaksak neden Zeynepler olduğumuzu söylüyor ve neden İmam Hüseyin için ağlıyoruz?
Betül Abbas el-Musevi
Gözleri güvenle parlıyor" Ağzından güçlü sözler dökülüyor" Tebessümü dağların yüceliğini ve vadilerin işgalciye isyanını yansıtıyor" O fedakârlık, cihat ve onur soyundandır" O şehitlerin ve komutanların kızıdır"
Betül Abbas el-Musevi, şehadet haberini aldığında bir anne ve arkadaş olan Hacı Ümmü Yasir'in olmayışını anlatıyor: "Bu Allah'ın ona verdiği bir madalyadır. O bu madalyayı almayı hak ediyor." Betül el-Musevi şehit annesi Hacı Ümmü Yasir'in yokluğunu bu sözlerle özetliyor. "O cihada sevdalıydı, şehadeti arzuluyordu ve Allah'tan ona bu şerefi babamla birlikte aynı anda bahşetmesini istiyordu ve istediği oldu."
Bilindik tebessümüyle Betül annesinin ölüm haberinin sürpriz olmadığını aksine kabul edilmiş bir şey olduğunu düşünüyor. "Bunun eninde sonunda gerçekleşecek bir iş olduğunun bilincindeydik."
Buna rağmen Betül hala gözünün önünden gitmeyen o anı yaşarken şaşırdığını inkâr etmiyor. "O vakit biraz şaşırdığımı hatırlıyorum. Biraz ağladım hemen sonra kendimi tuttum. Abdest aldım, namaz kıldım ve kardeşlerimi teselli ettim." Betül kendine güvenen bir halde sözlerine devam ediyor: "Şehadeti ancak ve ancak büyük şans sahipleri elde eder. Onları tebrik ediyorum."
Ama şehadet haberiyle iş sona ermiyor. Betül o vakit 13 yaşındadır ve annesinin yol göstericiliğine yoğun bir şekilde ihtiyaç duyar. Ve annenin yerini tutabilecek varlığı bulur: "Doğal olarak hepimizin sığınağı olan Allah'a sığınıyor ve temiz imamların hayatına tabi oluyordum."
Ümmü Yasir'in ölmeden önceki yönlendirmeleri olmasaydı Betül bu sabra sahip olamazdı. Ümmü Yasir'in yapmaya çalıştığı şey topluma yararlı bir insan var etmekti. Her zaman çocuklarını şehadet ve cihat yoluna yöneltti ve kızlarını salih eşler ve mücahit anneler olmaya hazırladı.
Dini yöne ek olarak, Ümmü Yasir çocuklarını eğitime, -eğitim geleceğin silahıdır- insanların hizmeti için çalışmaya, fakirlerle birlikte yaşamaya ve -o tevazusu ve insanlara karşı beslediği sevgisiyle tanınmıştır- yetimlerin derdini paylaşmaya teşvik ediyordu.
Ümmü Yasir çocukları için aynı anda hem anne hem de arkadaştı. "Bizi dinlemeyi severdi. Ona bütün sırlarımı söylerdim." Ümmü Yasir'in çocuklarına verdiği iyi terbiyenin etkileri bununla bitmiyor. Betül'ün yüzünde kırgınlık görünmüyor, sözlerinde de duygudan yoksunluk okunmuyor. O her zaman canlı ve annesinin yönlendirmelerinden faydalanıyor. Betül hiçbir zaman annesini kaybetmenin eksikliğini duymadı. Onun şehadeti çocukları için büyük bir pınara dönüştü. Betül hiçbir zaman yokluk hissetmedi çünkü anne babasının yokluğu onu her an ve her zaman rahmetini hissettiği Allah'a yaklaştırdı. O hala annesinin yaşadığını hissediyor.
isra haber