Arınç: Yeni bir Türkiye hızla gelişiyor

Arınç: Yeni bir Türkiye hızla gelişiyor

Başbakan Yardımcısı Arınç, "Kendi öz değerlerini Avrupa değerleriyle aynı havuzda buluşturabilen yeni bir Türkiye hızla gelişiyor" dedi.

Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, "Hükümetimiz dönemlerinin 13 yılı boyunca çıkan tüm yasalarda, AB müktesebatı dikkate alınmıştır. Bu kadar istekli, Maastricht ve Kopenhag kriterlerinin birçoğunu yerine getiren, bölgesinde güçlü, ekonomide rekorlar kıran bir Türkiye'ye karşı Avrupa Birliği ne yaptı? Bugün için bunun cevabını aramalıyız. Avrupa Birliğinin liderleri Türkiye'yi niçin ve neden bu süreçten soğuttu" dedi.

Arınç, Natolin Avrupa Koleji'nde düzenlenen, "Küresel Sınamalar Karşısında AB ve Türkiye" konulu konferansta yaptığı konuşmada, Polonya'nın aktif dış siyaseti ve her geçen gün güçlenen ekonomisi ile önemli bir güç haline geldiğini belirtti. 

Türkiye ile Polonya arasındaki diplomatik ilişkilerin kurulmasının 600'ncü yıl dönümü vesilesiyle düzenlenen etkinliklere katkı sağlamak için de bu ülkede bulunduğunu dile getiren Arınç, şöyle devam etti:

"Eski dostlar, yeni liderler' temasıyla kutlanan bu etkinlikler kapsamında, yarın Türk Tarih Kurumu ve Varşova Üniversitesi tarafından uluslararası bir konferans düzenlenecek. Elbette 600 yıllık bir geçmiş, dünya tarihinin her sayfasında bir iz bırakmıştır. Şöyle geçmişe bir baktığımızda, birçok anektot renkli bir ortak tarih karşımıza çıkmaktadır, Lehistan 1795'de Rusya, Prusya ve Avusturya tarafından paylaşılarak, tarih sahnesinden silindiğinde Osmanlı İmparatorluğu'nun bu paylaşımı ve işgali tanımaması tarihteki önemli dayanışmalarımızdan birisidir. O dönemde Polonyalı milli şair Adam Mickiewicz, İstanbul'da ağırlamaktan biz mutluluk duyduk. Yine İstanbul'da da öldüğünü biliyoruz."

BİZİ TANIYAN İLK ÜLKE

Osmanlı ve Lehistan ittifakının, kendilerinin hiç unutmadığı bir birliktelik olduğunu vurgulayan Arınç, aynı vefayı Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda Polonya'nın gösterdiğini ve ilk tanıyan ülke olduğunu söyledi. 

Polonya'nın bir AB üyesi olduğunu hatırlatan Arınç, 50 yıllık soğuk savaş döneminde sembol bir isim olan Varşova'nın da bugün ekonomik bir cazibe merkezi olarak farklı yönüyle yine markalaştığına dikkati çekti. 

Bugün "küresel sorunlar ve sınamalarla" karşı karşıya olduklarını belirten Arınç, on gün önce Katar'da 8. El Cezire Forumu'na katıldığını anımsattı. 

Arınç, sözlerini şöyle südürdü:

"Arap dünyasının nereye gideceğine dair önemli bir sempozyumdu. Orada bir konferans verdim. Esasen Arap dünyasında yaşananlarla, Polonya ve Türkiye'nin komşusu olan Ukrayna'da veya dünyanın farklı bir coğrafyasında yaşananlar, görülmez bir ilgi ile birbirine bağlıdır. Bu bağın varlığı küreselleşme ile açıklanabilir. Küreselleşme, teknoloji, bilim, kültür ve ulaşımda büyük kazanımlar getirmektedir. Bu kazanımlara rağmen sorunların da küreselleştiği bir uluslararası dönemden geçiyoruz. Artık kimse yalnız değil. Dünya coğrafyasındaki her çatışma ve kargaşa, rolüne göre hepimizi ilgilendiriyor. Bir tarafta Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yaşananlar, diğer tarafta Ukrayna'nın içinde bulunduğu zor durum, bizlere yakın gelecekte büyüme potansiyeli bulunan sorunlar sarmalını haber veriyor. Krizler ve kavgalar arttıkça daha keskin değişim ve dönüşümler de kaçınılmaz hale geliyor. Yaşadığımız krizlerin önümüzdeki dönemde bize neler getirebileceğini hep birlikte göreceğiz."

Tarihte bu konuda farklı örnekler görülebileceğini dile getiren Arınç, AB'nin insanlık tarihinin en büyük savaşlarından sonra kurulduğunu hatırlattı. 

1940'larda Almanya ve Fransa'nın, yakın gelecekte bir ekonomik topluluğun iki kurucusu olacağını kimsenin tahmin edemeyeceğini dile getiren Arınç, "Avrupa Ekonomik Topluluğu, barış ve bütünleşme amacıyla ekonominin araçsallaştığı en değerli örnek olarak bugünlere geldi. Bu eserin genişlemesi ve derinleşmesi de hızlı ve akıllıca oldu" dedi. 

YENİ BİR TÜRKİYE HIZLA YÜKSELİYOR

Soğuk savaş sonrası AB'nin, çok kutuplu dünyanın ana eksenlerinden birisi haline gelidiğini vurgulayan Başbakan Yardımcısı Arınç, AB'nin bu dönemki mesajının ise "ekonomik ortaklıktan, siyasi bütünleşmeye doğru giden geniş yelpazede bir huzur adası iklimini kurmak" olduğunu kaydetti.

Arınç, "Kopenhag ve Maastricht Kriterleri esasen insan hakları temelli siyaset ve ekonominin küresel sınamalara karşı bir çözüm formülünün ilanıdır. Biz de bu ideale ve mesaja inandık. Değerler Avrupasının kucaklayıcı atmosferinin ülkemiz için de faydalı olacağını düşündük" dedi. 

Türkiye'nin Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra, 1923'te Batı normlarıyla yeniden yapılanmış ve modernleşme kültürünü Batı'dan kopyalamış bir devlet olarak kurulduğunu bildiren Arınç, şunları kaydetti:

"Bugün toplumla barışık, meşru ve katılımcı bir değişim süreci yaşanıyor. Kendi öz değerlerini, Avrupa ve Batı değerleriyle aynı havuzda buluşturabilen, farklı inanç gruplarına saygı duyan, ekonomik büyümeyi, sosyal adaletle birleştirebilen yeni bir Türkiye hızla gelişiyor. Bu konuda ironik bir örneği sizlerle paylaşmak istiyorum. Nazım Hikmet, Türk edebiyatına şiirleriyle damga vurmuş bir isimdir. Siyasi fikirleri nedeniyle Türkiye'de uzun süre cezaevlerinde kalan Hikmet, 1951'de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılmıştır. Bunun üzerine Polonya vatandaşlığına geçerek ailesinin eskiden kullandığı Borzecki soyadını almıştır. Bizlerle görüşü, fikri, bakış açısı belkide tam ters olmasına rağmen, Hükümetimiz 2009 yılında yani tam 58 yıl sonra Nazım Hikmet'in vatandaşlıktan çıkarılma kararını kaldırmış, büyük bir yanlışa son vermiş ve iadeiitibar sağlamıştır."

SESSİZ DEVRİM YAŞANDI

13 yılda yapılan küçük değişiklikler ile Türkiye'de büyük bir sessiz devrim yaşandığını vurgulayan Arınç, bu dönüşümün arka planında siyasal istikrar ile ekonomi yönetiminin başarılı hamlelerinin unutulmaması gerektiğini vurguladı.

Arınç, söz konusu hamlelerin sürükleyicisinin ise Türkiye'nin AB'ye üyelik hedefi olduğuna dikkati çekti.

Hükümetin özellikle AB'ye üye adaylığı sürecini büyük bir avantaja dönüştürerek, son 12 yılda hayatın her alanında büyük değişiklikler yaptığına işaret eden Arınç, şunları söyledi:

"Tarihinde birçok askeri darbeler yaşamış Türkiye halkının AB'ye olan inancı, o günlerde demokrasi, insan hakları ve adalete olan inançla aynı anlama geliyordu. Biz siyasetçiler ise AB'yi sivil, asker ilişkileri, devletin dönüşümü, devlet hizmetlerinin standartının yükseltilmesi, ifade özgürlüğü, insan hakları bağlamında, hukuk ve demokrasi standartını yükseltmek için önemli bir fırsat olarak gördük. Hükümetimiz dönemlerinin 13 yılı boyunca çıkan tüm yasalarda AB müktesebatı dikkate alınmıştır. Bu kadar istekli, Maastricht ve Kopenhag kriterlerinin birçoğunu yerine getiren, bölgesinde güçlü, ekonomide rekorlar kıran bir Türkiye'ye karşı Avrupa Birliği ne yaptı? Bugün için bunun cevabını aramalıyız. Avrupa Birliğinin liderleri Türkiye'yi niçin ve neden bu süreçten soğuttu? Bu soruyu sormadan sadece Türkiye tarafını ele alan raporlar ve yorumlar bizleri doğru bir çözümlemeye götürmez. Ayrıca Avrupa Birliği konusunda Türkiye, ilk günkü kararlılığını da kaybetmemiştir."

AVRUPA, MISIR'DA YAŞANAN GELİŞMELERE KAYITSIZ KALDI

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 21 Ocak 2014'te Brüksel'e gerçekleştirdiği ziyareti ve ikili temaslarını hatırlatan Arınç, söz konusu ziyaretin Türkiye'nin siyasi iradesinin teyit edilmesi, görüşlerinin Avrupa Birliği makamlarına kapsamlı biçimde iletilmesi bakımından faydalı olduğunu anlattı.

Arınç, başta Almanya, Fransa, İngiltere, Polonya olmak üzere AB ülkeleriyle süren yoğun ilişkilerin, Avrupa Birliği hedefini canlı tutmaya yönelik olduğu gibi bölgesel ve küresel konuların da ele alınmasını sağladığını ifade etti.

Konuşmasının başlığının "Küresel sınamalar karşısında Avrupa Birliği ve Türkiye" olduğunun altını çizen Arınç, şunları kaydetti:

"Artık coğrafyamızda yaşanan olayları masaya yatırmalıyız ve bir karara varmalıyız. Avrupa Birliğinin dış politik uygulamalarına, uluslararası alanda kısmen hak etmediği şekilde eleştiriler yöneltiliyor. Avrupa Birliğinin dış politika alanındaki eksiklikleri, birliğin ilk gününden itibaren mücadele ettiği ulusal, uluslarararası çıkar çatışmasının bir yansıması olarak görüyorum. Birlik, 2009 ekonomik krizinin ve Lizbon Anlaşması'ndan sonra oluşturulan yeni yapılanmanın sancılarını yaşıyor. Avrupa Birliği, bu sürecin üstesinden gelecek iradeye ve altyapıya sahipttir. Ancak gelişmeler artık Türkiyesiz bir birliğin eksik ve yarım kalacağını da açıkca gösteriyor. Birliğin kısmen hak etmediği eleştriler demiştim, bunu derken açıkçası Avrupa Birliğinin eleştrilmesi gereken küresel sınamaları da oldu ve devam ediyor. Örneğin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da yaşanan gelişmelerde birlik, parçalı bir görüntü sergiledi. Avrupa ile komşu olan bu bölgede daha aktif bir dış politika izlenmesi gerekirken pasif ve etksiz bir tavır ortaya çıktı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ve birçok düzenlemede insanı önceleyen değerler Avrupası, Mısır'da yaşanan gelişmelere kayıtsız kaldı."

"TÜRKİYE AVRUPA'YA YÜK DEĞİL, YÜKÜNÜ ALAN BİR KONUMDA"

Türkiye'nin, Avrupa’ya yük olan değil, yükünü alan bir konumda bulunduğunu ifade eden Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

"İşte bu ve benzeri küresel sınamalarda, Türkiye ve AB’nin pozitif ilişkilerini geliştirmesi ve artık üyeliğin önündeki engelleri kaldırmanın vakti gelmiştir. Keza Ankara Anlaşması, Türkiye’nin AB üyeliği için verilen bir sözdür. Bu anlaşma, Pacta Sunt Servanda -ahde vefa- ilkesi gereği üyelikle sonuçlanmak zorundadır. Bunun haricinde bir ortaklığı Türkiye olarak kabul etmemiz mümkün değildir. Türkiye, ekonomisiyle ve bölgesel etkisi ile Avrupa’yı yükseltecek bir konumdadır. Polonya için de AB üyeliği sürecinde benzer eleştiriler yapılmıştı. Avrupa kamuoyundaki statükocu bazı kesimler, dışlayıcı söylemlerini her yeni üye ve genişleme dalgasında dillendirmiştir. Elbette, her genişleme bir hazmetme kapasitesi ve süreci de içermektedir.

Ancak bu süreç tamamlandığında, karşılıklı çıkarlar ve müşterek kazanımların somutlaştığı bir bütünleşme ortaya çıkmaktadır. Polonya bunu başarıyla tamamlamış ve bugün dış yatımlarda kırdığı rekorlarla Avrupa Birliği ülkeleri arasında ekonomik olarak en hızlı büyüyen bir ülke olmuştur. Polonya örneği, Avrupa Birliğinde genişlemenin üyelik statüsü ile anlamlı ve sonuç alıcı olduğunu göstermektedir. Avrupa Komşuluk Politikası ise birçok örnekte çok fazla başarılı olamamıştır. Bu bağlamda, Türkiye ile AB’nin üyelik sürecini hızlı bir şekilde tamamlaması gerekiyor."

"AVRUPA’DA YABACI DÜŞMANLIĞI, GÜÇ POLİTİKASI VE İÇ POLİTİKA SÖYLEMLERİ"

Son yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin sonuçlarının, Birlik ruhunun toplumda ciddi şekilde zayıfladığının işaretlerini verdiğine dikkati çeken Arınç, şunları kaydetti:

"Avrupa Parlamentosu'nun son seçim sonucunu, özellikle ulusal hükümetlerin iç politikalarına yönelik ucuz popülist politikalarının bir sonucu olarak görüyorum. Fransa’da Jean Marine Le Pen’in aşırı sağcı Ulusal Cephesi (FN), İngiltere’de AB karşıtı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP), Danimarka’da aşırı sağcı Danimarka Halk Partisinin (Dansk Folkeparti) ülkelerinde en yüksek oyu alması tesadüfi ve şaşırtıcı değildir. Keza,  Avusturya’da aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ),  Macaristan’da da yüzde 14’lük oy potansiyeliyle aşırı sağcı Jobbik Partisi, Yunanistan’da Radikal Sol İttifak (Syriza) ve yasaklama sorunları yaşayan Altın Şafak partilerinin aldığı oylar ciddi bir oranı temsil etmektedir. Bu sonuç, Avrupa’da yabancı düşmanlığı, göç politikası ve iç politika söylemlerinin tekrar gözden geçirmesini zorunlu hale getirmiştir.

Türkiye olarak, bu aşırı sağ ve karşıt grupların önyargılarını kırmaya hazırız. Açıkçası, Sarkozy dönemi Fransa’sı, Türkiye’nin AB sürecini kara bulut gibi örtmüştü. Sarkozy, iç politika malzemesi olarak sağa doğru kaydıkça, Le Pen daha da sağa kaymak zorunda kaldı. Diğer bir ifadeyle Fransa iç politikası Sarkozy döneminde dibe doğru gitti. Sayın Hollande’ın cumhurbaşkanlığı döneminde ise ilişkilerin normalleşme yolunda ilerlediği bir dönem yaşıyoruz."

"Seçimler, demokrasinin turnusol kağıtlarıdır. Biz de 13 yıldır seçimlerden aldığımız başarılarla yolumuza devam ediyoruz" diyen Arınç, şöyle konuştu:

"Avrupa Parlamentosu seçimleri, aşırı milliyetçi akımların ve Birlik karşıtı tabanın taleplerine çözüm üretme ve dikkate alma mecburiyetini ortaya koymuştur. Ancak bu çözüm ötekileştiren yöntemlerle değil, Birlik mantığının, idealinin ve hedefinin daha iyi anlatılması ile mümkündür. AB’nin geleceği, dinsel, ırksal, kültürel dışlayıcı politikalarda değil, hep beraber uyum içinde yaşayabilecek bir Avrupa’da saklıdır. Chopin'in noktürnleri sadece Polonya’nın veya Avrupa’nın değil tüm insanlığın beğenisine sunulmuştur. Benzer şekilde, Avrupa değerleri de tüm insanlığın beğenisini sunulduğu ölçüde değerli ve anlamlıdır. Bu konuda, entegrasyon yaklaşımlarının yeniden canlanması gerektiğine inanıyorum."

"AVRUPA BÜTÜNLEŞMEYE BİRAZ DA MECBURDUR"

"AB’nin med-ceziri ekonomik bütünleşme ve siyasal entegrasyondur" ifadesini kullanan Arınç, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Şu sıralar, ekonomik entegrasyona doğru bir çekilme yaşanıyor olabilir. Bu, geçici bir durumdur. Önemli olan bu gel-gitlerde beraber yaşamak, saygı ve bütünleşmeye olan inancımızı korumaktır. Açıkçası Avrupa bütünleşme biraz da mecburdur. Açıkçası, Avrupa bütünleşmeye biraz da mecburdur. Avrupa’da 50 milyona yakın Müslüman nüfus yaşamaktadır. Yine, Yahudi ve farklı dinlere mensup insanların varlığı, geniş bir coğrafyaya yayılan Birliğin, vatandaşlarının uyum içinde yaşamasının önünü açacak politikaların öncelikli olmasını mecbur kılmaktadır. Gettolaşma, bu konuda ilk ve öncelikli ele alınması gereken bir konudur."

"TÜRKİYE BU FOTOĞRAFIN OLMAZSA OLMAZIDIR"

"Kültürel özcü bir Avrupa yeniden soğuk savaş rüzgarlarının estiği bir dönemde, küresel bir aktör olamaz. Tam aksine çeşitlendirilmiş kozmopolit bir Avrupa büyümenin ve gelişimin teminatıdır" diyen Arınç, şunları söyledi:

"Türkiye bu fotoğrafın olmazsa olmazıdır. Türkiye olarak, biz AB ailesi içinde yer almak istiyoruz. Birliğin, küresel siyasi denklemde, özellikle dış politika ve güvenlik alanında Türkiye ile birlikte çok önemli bir aktör olacağına inanıyoruz. Şu anda, Bosna-Hersek’te EUFOR-ALTHEA, Kosova’da EULEX ve Filistin’de EUPOL COPPS olmak üzere 3 AB operasyonuna katkıda bulunmaktayız. Bugüne kadar toplam 9 AB operasyonu ve misyonuna katıldık. EUTM-Mali, EUBAM Libya ve EUFOR RCA misyonlarına da katkıda bulunmayı kararlaştırdık."

"AB, ÇÖZÜME ZORLASAYDI BUGÜN ÇOK FARKLI BİR KIBRIS VE AKDENİZ GÖREBİLİRDİK"

Arınç, AB ve Türkiye’nin küresel sınamalarından birinin de Kıbrıs meselesi olduğuna değinerek, 2004 yılında Kıbrıs konusunda yaşananları anımsatarak, şöyle konuştu:

"Annan Planı, Kıbrıs adası için şu ana kadar ortaya konmuş en ileri çözüm aşaması idi. Türkiye ve Adadaki Türk tarafı tüm siyasi risklere rağmen, büyük bir farkla çözüme ‘evet’ dedi. Rum tarafı ise tam aksine 'hayır' dedi. Normalde, AB değerleri çözüme, barışa ve uzlaşmaya prim verirken, Rum tarafı Kıbrıs adına tek taraflı AB üyesi yapıldı. Bu durumun kabul edilemez olduğunu defalarca tekrarlamamıza karşın, AB yönetimi dinlemedi. Rum kesimi ise bu üyeliği Türkiye aleyhine bir politik yaklaşıma döndürdü. Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin veto ettiği 6 faslımız hala kapalıdır. Bakınız 2009 ekonomik krizinde en büyük zararı da  Rum kesimi gördü. AB, 2004’de Rum kesiminin olumsuz tavrını ödüllendireceğine, çözüme zorlasaydı bugün çok farklı bir Kıbrıs ve Akdeniz görebilirdik."

"KIBRIS SORUNUNDA ÇÖZÜMDEN YANAYIZ"

Kıbrıs meselesinde bugünlerde yine olumlu bir süreç işlediğini dile getiren Arınç, şöyle dedi:

"ABD Başkan Yardımcısı Sayın Joe Biden’ın ziyaretinin de faydalı olduğuna inanıyorum. Biz, her şeye rağmen ve hala Kıbrıs sorununda çözümden yanayız. AB, Kıbrıs konusunda iyi bir sınav veremedi ancak hala geç değil. Kıbrıs, AB’nin ve Türkiye’nin hem içsel hem de küresel sınamalarından biri olarak çözümü bekliyor. Bir başka açıdan, Kıbrıs sadece siyasi değil, enerji politikaları açısından da hem Türkiye, hem de AB için acil çözümlenmesi gereken bir konumdadır."

Enerji politikalarına da değinen Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, şunları kaydetti:

"Bakınız, bugün Ukrayna sorununda AB’nin zayıf bir politika izlemesindeki en büyük sorunlardan birisi enerji arzı konusudur. Şu an Gazprom’un enerji ihracatının üçte biri Avrupa ülkelerinedir ve bu transferin büyük kısmı Ukrayna üzerinden yapılmaktadır. Esasen Ukrayna’da siyasi bir kriz vardır ve AB buna karşı sadece ekonomik yaptırımlarla cevap veriyor. Haliyle ekonominin girdisi olan enerji konusunda bağımlı olduğunuz bir devlete yaptırımınız geçici ve etkisiz olacaktır. Avrupa’nın enerji bağımlılığı, yakın gelecekteki en önemli sınaması olacaktır.

Bu sebeple, Avrupa Birliği ülkelerinin enerji çeşitliliği konusunda adımlar atması gerekiyor. Bu konuda, Türkiye büyük bir cazibe merkezi olarak gözüküyor. Türkiye 3 koldan enerji transferi ülkesi haline gelmektedir. Birincisi, Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi (TANAP) ayrıca Azerbaycan gazı 2018 itibarıyla Avrupa’ya taşınmak için hazır hale gelecek. Yine bir hafta önce Türkiye, Şahdeniz-2 Projesindeki ortaklığını yüzde 19’a çıkardı. Diğer taraftan, Kuzey Irak’taki petrolün satışı da ciddi bir aşamaya geldi. Bu rezervlerin dünyaya pazarlanması ve herkesin kazanması için çabalıyoruz. Bir başka önemli saha ise Kıbrıs başlığında aktardığım, Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan enerji rezervleridir. Bu konuda, Türkiye çıkarlarını koruyacak şekilde akıllıca stratejiler uygulayacaktır. Bu üç bölgenin önemli enerji rezervlerinden hem Türkiye’nin hem de AB’nin hakları ölçüsünde faydalanması büyük bir değişim ve gelişimdir. Bu kadar olumlu bir görüntü karşısında, ne acıdır ki Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinde enerji faslı hala açılamamıştır. Ortak müştereklerin bize söylediği Türkiyeli Avrupa Birliği’nin enerji sınaması karşısında çok avantajlı olacağıdır."

"Natolin Avrupa Kolejinin kursiyerleri olarak Avrupa’nın geleceğinde birçoğunuzun önemli görevler üstleneceğine inanıyorum" diyen Arınç, şöyle konuştu:

"Ortak bir gelecek kurmak adına hepimize büyük görevler düşmektedir. AB’nin temellerini atan Schuman, Adenauer, Monnet gibi siyasetçiler vizyoner davranarak sorunlu geçmişe değil, müreffeh bir geleceğe odaklanmışlardı. Sizler Avrupa Birliğini oluşturan farklı ülkelerden gelmiş, değişik niteliklerdeki kişilersiniz. Ama hepimizin çıkarı güçlü, birlikte hareket eden bir Avrupa Birliği’dir. Biz, bu birlikte eksiğin Türkiye olduğuna inanıyoruz. Türkiye’nin de tam üye olarak yer aldığı bir Birlik içinde yakın gelecekte hep beraber olacağımıza yürekten inanıyorum. Türkiye ve AB’nin birlikte ve beraber küresel sorunlar karşısında kalıcı çözümler üreteceğine inanıyorum. Ben geleceğe ümitle bakıyorum."

ARINÇ, DERNEK BAŞKANI DÖNMEZ’E TEŞEKKÜR ETTİ

Arınç, Dernek Başkanı Selim Dönmez’e, Türk iş adamlarıyla bir araya gelmelerine vesile olduğu için teşekkür etti.

Dönmez’in, Polonya’da yaşayan Türk vatandaşların sorunlarıyla ilgili hazırladığı bir dosyayı kendisine takdim ettiğini aktaran Arınç, “Her ülkede keşke Sayın Dönmez gibi bir iş adamı derneği başkanımız olsa” diye konuştu.

POTİAD’IN 200’den fazla üyeye sahip olduğuna dikkati çeken Arınç, “Sizler güç veriyorsunuz. Memleketimizi en güzel şekilde burada temsil ediyorsunuz. Allah sizlere güç kuvvet versin” diye konuştu.

Yemeğin düzenlediği restoranın adının “Maho” olduğuna işaret eden Arınç, “Kahramanmaraş’ı ziyaretimde Pazarcık veya Afşin tarafındaydı, bizi 'Maho' isminde bir arkadaş karşılaşmıştı. Burada da şimdi restoran olarak karşıma çıktı. Polonyalılar’ın da hoşuna gidiyorsa mesele yok” ifadesini kullandı.

Başbakan Yardımcısı Arınç, Varşova’ya ikinci kez geldiğini, daha önce 2006’de TBMM Başkanı olarak burada bulunduğunu anımsatarak, bu ziyaretinin de Polonya Özgürlük Bayramı ve Dayanışma Ödül Törenine katılmak başta olmak üzere pekçok gayesinin olduğunu ifade etti.

Yemeğe katılan iş adamlarının memleketlerine baktığında, Anadolu’nun her tarafından bir bucağı gördüğünü, aynı zamanda Balkan coğrafyasından da iş adamları bulunduğunu dile getiren Arınç, “Güzel bir beraberliğimiz olmuş” dedi.

 Arınç, Türkiye-Polonya ilişkileriyle ilgili yarın başlayacak 2 günlük sempozyum düzenleneceğini ancak kendisinin, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın daveti üzerine Türkiye’de iştirak edeceği bir açılış dolayısıyla sempozyuma katılamayacağını belirtti.

Polonya’daki Dayanışma Ödülü’nün Kırım Tatarları lideri Mustafa Abdulcemil Kırımoğlu’na verilmesine de değinen Arınç, “Kırım Tatarları Stalin zamanında çok zulüm gördüler. Sibirya çöllerine kadar sürüldüler. 3’te ikisi vefat etti, yollarda. 3’te ikisi belki 40-50 yıl sonra topraklarına gerdi döndü. Şimdi rahat ve huzura kavuşmuşken Rusya'nın işgaline uğradı ve sonra Rusya tarafından ilhak edildi. Kırımoğlu, Kırım’a giremiyor. Toprağından ve ailesinden ayırdılar. 1 ay önce Cumhurbaşkanı, kendisine devlet nişanı tevdi etmişti, dün de Dayanışma Ödülü verildi” değerlendirmesinde bulundu.

Arınç, Polonya’da iş yapan Türklerin, Türkiye-Polonya arasındaki ticaret hacmini artıracağını vurguladı. Katar’dan örnek vererek, bu ülke ile Türkiye arasındaki ticaret hacminin 500 milyon dolar olduğunu ancak Türk iş adamlarının Katar’da altyapı gibi alanlardaki hizmetlerinin toplam tutarının 13,5 milyar doları bulduğunu dile getiren Arınç, şunları söyledi:

“Sizin de özellikle tekstilde ve diğerlerinde çok büyük gayretleriniz var. Burada bir tırnak tutmamız lazım. Ticaretimizi büyütmemiz gerekir. Buradaki arkadaşların dürüst, iyi şekilde iş yapmaları, örnek olmaları lazım. Buranın altyapısını, mevzuatını bilen arkadaşlarımızın olması gerekir.  Kendi işlerinizle ilgili özel hukuk mevzuat bürosuna mutlaka danışmanızda fayda var. Yarınki ticaretinizde yanlışlık doğmasın diye buna ihtiyacınız var. Bunların dilini bilmeniz lazım. Meramınızı ifade edecek kadar dil bilmeye ihtiyacınız var. Çifte vatandaşlığı mutlaka kazanmaya bakın. Bütün ülkelerde önemli haklar getirir hem siyasi anlamda hem hukuki anlamda.”

Arınç, ayrıca Polonya’da yaşayan Türklerin sorunlarıyla ilgili hazırlanan dosyaya gözattığına değinerek, dikkati çeken sorunlar arasında sosyal güvenlik anlaşmasının imzalanması, vize konusu, THY’nin daha çok sefer yapması gibi meselelerin yer aldığını aktardı. Arınç, “Büyükelçimizle bu konuları konuştuk. Eksiklikler süratle tamamlanacak. Karşılıklı iyi niyet var. Bazı hususların her iki ülkenin çıkarına olması lazım. THY’nin daha çok sefer yapması elbette önemli. 500 binden fazla turist ülkemize geliyor. 500 bin bizim için iyi rakam. Daha da artırabilir. Biz de gelmeliyiz, gelebilmeliyiz. İş adamlarımız, ailelerimiz daha kolay birbirine gitmeli” diye konuştu.

"BURADA MİLLİ TAKIM GİBİ OLMAYIZ"

"Sizin  bu beraberliğiniz bizi çok ümitlendirdi" diyen Arınç, şunları kaydetti:

"Gönlünüzde başka sevdalar olabilir ama çok şükür biz Türkiye'den geldik. Burada milli takım gibi olmayız, aramızdaki siyasi düşünce farklılıkları bizi birbirimizden ayırmamalı, daha çok birbirimize bağlı olmalıyız. Birbirimizi daha çok seversek, kucaklaşırsak buradaki gücümüz daha da artacaktır. Herkes kendi siyasi düşüncesini muhafaza etsin ama birbirini kabul etsin, kucaklasın birbirine sırt dönmesin.

Yurt dışındaki yurttaşlarımız Türkiye'deki seçimlerde oy kullanabilecekler. Büyükelçiliğimiz bütün tedbirleri aldı, sizlere duyurular yapacaktır. Oyunuzu nasıl kullanacağınızı da öğreneceksiniz. Yurt dışında yaşayan herkes, Türkiye hakkındaki kanaatini ortaya koyacak. 'Bir tane de Varşova'dan milletvekili olsun' diyebiliriz. 'Polonya'dan bir milletvekilimiz var' diyebilsinler. Bunlar da olacak. Varşova bizim seçim bölgemiz değil ama partilerin hangisi sizi aday gösterirse seçileceksiniz. Buradaki yurttaşlarımızı da orada temsil etmiş olacaksınız."