Abdurrahman Dilipak
Arz-ı Mev'ud neresi?
Derin Gerçekler
Bu yazı, TEO-POLİTİK açıdan ARZ-I MEV’UD’un tanımı ve sınırlarının belirlenmesi açısından ayrı bir öneme sahip bir konu. Son günlerde çokça konuşulan konulardan biri de bu “Arz-ı Mevud” konusu.. Yani ‘Vaat edilen topraklar. Kim vadediyor, kime ve orası neresi? Bu konu ilk kez Tevrat’ta konu edilse de, bu coğrafya aynı zamanda Peygamberin yaşadı, Vahiy coğrafyasıdır.
Arz-ı mev’ud’un hudutları Tevrat’ta Nil ile Fırat nehirleri arasındaki coğrafya olarak gösterilmiştir. Tevrat’ın Yaradılış/Tekvin Bab 15’te “ O gün RAB Avram’la antlaşma yaparak ona şöyle dedi: “Mısır Irmağı’ndan (Nil) büyük Fırat Irmağı’na kadar uzanan bu toprakları (...) senin soyuna vereceğim.” denilmektedir. Burada aslında “Avram” diye, “Hz. İbrahim”den söz edilir. Öte yandan “Nil”den söz edilmez, “Mısır Irmağı”ndan söz edilir.
Nil nehri, dünyanın en uzun 2. nehridir (6.853 km). Çevresi ille Afrikanın onda birini kaplar. Güneyden kuzeye doğru akan 3 ana kolu vardır. Nil kendi içinde de ayrıca Beyaz Nil, Mavi Nil diye ayrılır. Kolları ayrıca Atbarak ve Kagera Nehri diye de ayrılır. Nehrin en uzaktaki kaynağı Burundi’'deki Doğu Afrika Göller Bölgesi'ndeki Kagera nehri olarak doğar ve Tanzanya, Ruanda ve Uganda sınırlarını oluşturarak Victoria gölü'ne katılır. Asıl Nil nehri bu gölden Victoria Nili olarak çıkar. Kyoga ve Albert Göllerinden geçtikten sonra Albert Nili olarak yoluna devam eder. Tevrat’ta “Mısır nehrinden de söz edildiğine göre, ve Mısırın kadim sınırlarına baktığımızda Mısırın sınırları, bugün Sudan topraklarındaki “Port Sudan”a kadar uzar.
Fırat nehri, “Büyük Fırat “olarak tanımlanmış. Bu durumda, Fırat nehri Karasu çayı ve Tuzla Çayı’nın birleşmesi ile oluşan bir nehir olduğuna göre Fırat’ın başlangıcı Erzincan'ın Akyurt beldesidir. Vardığı yer ise, Basra körfezidir. Eğer Port Sudandan Basra körfezine bir hat çizecek olursak, Mekke’nin bir bölümü, Cidde, Medine, Yanbu, Buraydah, Hail, Duba, Tebuk, Arar, Sakakah arz-ı mevud coğrafyasında kalır. O zaman, bugünkü haritaya bakacak olursak bu bölgede Kısmen Türkiye, Kısmen Irak, Kısmen Suriye, Lübnan, Filistin (işgalci İsrail) Ürdün, Kuveyt, Kısmen Suudi Arabistan, Kısmen Mısır ve Kısmen Sudan diye 10 Ülke bulunmaktadır.
Denis OJALVO 7 Kasım 2012 tarihinde, Şalom gazetesinde “Nil’den Fırat’a Büyük İsrail Devleti Safsatası” diye bir makale yazarak şöyle dedi: “Ancak, bu coğrafya Tanrı’nın Hz. İbrahim’le yaptığı akit çerçevesinde tüm zürriyetine verdiği topraklardır. Bu toprakları münhasıran Yahudilere mal etmek için Hz. İbrahim’in zürriyetinin sadece Yahudilerden oluştuğunu varsaymak gerekir ki bu yanlıştır. Zira Tevrat’ta da yazılı olduğu gibi bu zürriyet sadece meşru oğlu Hz. İshak’ı değil, Hz. İbrahim’in Mısırlı cariyesi Hacer’den olan Hz. İsmail dolayısıyla onu ataları olarak addeden ve günümüz Yahudilerinin ataları olan İbranilerle birlikte, Arapları da kapsamaktadır. Hz. İsmail’in baba tarafından yarım kardeşi Hz. İshak, Hz. Yakup’un (İsrail) babasıdır. Bugünkü Yahudiler isimlerini Hz. Yakup’un (İsrail) oğullarından Yehuda’nın payına düşen topraklarda yaşayan İbranilerden almışlardır. Yahudi=Yehuda’lı.”
Yani, yazar, “burası bizim payımıza düştü” diyor: “Günümüz gerçeğinde, Nil ile Fırat arasındaki bu koca coğrafyada kardeşlerin birinin torunları (İsmailoğulları-Araplar), diğerine (İshakoğulları- Yahudiler) aynı toprakların bir kesri üzerinde yaşam hakkını çok görmekte ve onu yok etmeye çalışmaktadırlar. (…) Arz-ı mev’ud konusunda kavram kargaşasını yaratan başlıca unsur Hz. İbrahim’in zürriyetine vaat ettiği coğrafya ile, Hz. Musa’nın Mısır’dan çıkardığı ve İsrail topraklarına götürdüğü Yahudilere vaat edilen toprakların sınırları arasındaki farklılıktır.”
Söz konusu makalede ayrıca şu görüşler ileri sürülse de, Gazze’ye saldıran İsrail askerlerinin omuzlarındaki peç ’de gösterilen harita bu iddianın tersini söylüyor: “Arz-ı Israil” olarak bilinen Kutsal Toprakların sınırı ise Güney’de Sina Çölü’dür. 10 Emir’in verildiği Sina Dağı, Sina Çölü’nde olmasına rağmen, Kutsal Toprakların dışındadır. (…) Kutsal Toprakların doğu sınırı ise Ürdün Nehri’dir. Tanrı, hikmetini sorguladığı için, Hz. Musa’ya “İbrahim’e, İshak’a, Yakup’a, ‘Senin soyuna vereceğim’ diye ant içtiğim ülke budur. Ülkeyi sana gösterdim, ama oraya gitmeyeceksin.”(
Esasen Yahudiler, Museviler, Siyonistler bir çok konuda aynı düşünmüyorlar. Hatta İsrail’in varlığı ve meşruiyeti konusunda da ayrı düşünüyorlar ve hepsi de aynı kitabı okuyor. Tevrat’ı teşkil eden 5 kitabın 2.si ‘Mısır’dan Çıkış’ başlığını taşıyor. Burada Hz. Musa’nın önderliğinde İsrailoğulları’nın yerleşecekleri toprakların tanımını görüyoruz: “Mısır’dan Çıkış 3: 8 Bu yüzden onları Mısırlıların elinden kurtarmak için geldim. O ülkeden çıkarıp geniş ve verimli topraklara, süt ve bal akan ülkeye, Kenan, Hitit, Amor, Periz, Hiv ve Yevus topraklarına götüreceğim. 5-Hz. Musa’nın vefatını müteakip Hz.Yuşa komutasında Ürdün Nehrinin doğu yakasından Arz-ı Mev’ud’a yani vaat edilmiş topraklara diğer adıyla Kenan ülkesine geçen İsrailoğulları orada bulunan ve aralarında Hititler de olan yedi halkla savaşmışlar. Buradaki Hititler Kenan Topraklarının güney doğusunda yerleşik bir halk olarak görünüyor. Diğer bir deyişle Ürdün Nehri’nin doğusunda kalan topraklar (bugünkü Ürdün Krallığı) vaat edilmiş toprakların dışında kalıyor! “
Şalom yazarına göre; “‘Vaat edilmiş / Kutsal topraklar’, Kenan toprakları olup kuzeyde Lübnan Dağları, doğuda Ürdün Nehri ve Güneyde Sina Çölü olmak üzere, Hz. Musa’nın Yahudileri esaretten kurtarıp yerleştirdiği coğrafyadır. Nitekim Tevrat’ın ‘Çölde Sayım’ bölümündeki 34. Bab’ın 1 ila 12. ayetlerinde bu sınırlar ayrıntılarıyla verilmektedir. 1-“RAB Musa’ya şöyle dedi: 2-“İsrailliler’e de ki, ‘Mülk olarak size düşecek Kenan ülkesine girince, sınırlarınız şöyle olacak: Tevrat’ın 5. kitabında ‘Yasanın Tekrarı’, Bölüm 2, 2-3 “RAB bana, ‘Bu dağlık bölgenin çevresinde yeterince dolaştınız’ dedi, ‘Şimdi kuzeye gidin.’ 4-Sonra halka şu buyrukları vermemi söyledi: ‘Seir’de yaşayan kardeşlerinizin, Esavoğulları’nın ülkesinden geçeceksiniz. Sizden korkacaklar. Çok dikkatli davranın. 5-Onları savaşa kışkırtmayın. Size onların ülkesinden hiçbir toprak parçası, ayağınızı basacak bir yer bile vermeyeceğim. Çünkü Seir dağlık bölgesini mülk olarak Esav’a verdim.” (…) 9-“RAB bana, ‘Moavlılar’a düşman gözüyle bakma, onları savaşa kışkırtma’ dedi, ‘Onların ülkesinden hiçbir toprak parçasını sana mülk olarak vermeyeceğim. Çünkü Ar Kenti’ni Lut soyuna verdim.’ ” (…) 16-“Topluluktaki bütün savaşçılar öldükten sonra, 17-RAB bana şöyle dedi: 18-Bugün Moav topraklarından ve Ar Kenti’nden geçeceksin. 19-Ammonlular’a yaklaştığında onlara düşman gözüyle bakma, onları savaşa kışkırtma. Çünkü mülk edinmen için Ammonlular’ın ülkesinden sana hiçbir toprak parçası vermeyeceğim. O ülkeyi mülk olarak Lut soyuna verdim.’”
En başa dönelim, Cenab-ı Allah, Hz. Adem’i yarattı ve yeryüzüne onları varis kıldı. Hz. Musa’ya gelince (haşa) fikir mi değiştirdi!?. Ya da bir şeriat değişikliği mi söz konusu. Hz. Nuh dönemine gidersek, ellerindeki Tevrat’ta Ham, Sam, Yafes’ten söz eder. Bizim Yafes oğullarından olduğumuza göre bize bütün Hint – Avrupa coğrafyası mı düşüyor! Tamam, Hz. İbrahim dönemine gelelim. Bize, Yakub soyuna, Hz. İsa ve Hz Muhammed’e inananlara (onlara salat ve selam olsun) sadece Nil ile Fırat arasını mı verdi?. Bunun dışına çıkmayacak mıyız!. Madem Hz. Musa ile yeni bir dönem başladı, tamam da Hz. İsa Mesih döneminde de yeni bir durum söz konusu oldu. O da Ben-i İsrail’den idi. İseviler, Yahudiler nasıl “Üzeyir Allah’ın oğlu” dedilerse, onlar da Hz. İsa’yı İlah ve Rab edindiler. Zaten İsrailoğulları büyük sürgün öncesinde de kutsal metinler üzerinde tahriflerde bulunmuşlardı. Sürgün dönüşü Üzeyir (as) Tevrat’ı yeniden tedvir etti, ama yine tahriften geri durmadılar. Hz. İsa’ya, Hz. Zekeriya’ya yapmadıkları kalmadı. İseviler de İlahi bir mesajdan söz ediyorlar, onlara ne diyeceksiniz. Ya da, Alemlere rahmet olarak gönderilen ahir zaman peygamberi Hz. Muhammed (as) ise “yeryüzü bize mescit kılındı” der. Bize Mekke, Medine ve Mescid-i Aksa’yı, İsra olayı ile bağlantılı olarak ilk kıble olarak bir yer gösterir. O da İlahi bir emir. Gerek “Hılful Fudul,” gerek “Medine sözleşmesi”, gerek, Hz. Ömer’in “Kudüs Emannamesi” ve Müslümanların uygulamaları İlahi düsturlara uygun adalet temelli hükümlerdir.
Ve biz, İslam derken, Müslümanlık derken, Allah indinde, O’nun bizim için seçtiği TEK DİN olarak, Hz. Ademden, bugüne bütün peygamberlere getirilen dine iman ettik. İseviler Hz. İsa’yı, ondan asırlar sonra İlah ve Rab edinerek yoldan çıktı, İsrail oğulları ise ırklarını kutsadılar ve defalarca, ırkçılık yaptıkları, yoldan çıktıkları için peygamberler tarafından lanetlendiler. Biz, bugün Hakikat yolcularını tek ve ortak bir kelimeye çağırıyoruz. O da Allah’la barışa, Dar-us Selama, barış yurduna giden yoldur.
Hala, bu gün bile Musevilere göre, Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz. Zekeriya ve Hz. İsa peygamber değildir. Ellerindeki kitaplarda, masum olan peygamberlere karşı ağır ithamlar vardır. Hepsi bir yana, bugün Rabbi Musevilerle İsrail’in yöneticileri ya da Siyonistler, bu konuda aynı mı düşünüyorlar. Bugün Derin İsrail’in Hazara, Karay politikasını, HABAT’ı planlarını, Bugünkü İsrail’in Kuruluşundaki kilit isim Rothchilt’lerin İngilizlerle yaptıkları mutabakatı, Siyonizm’in hedeflerini de biliyoruz. Epstein olayı, New York’taki tapınağın bodrum katında yaşananlardan sonra bu Pedefolik Satanistlerin kim olduğunu, Gazze’de yaşananlardan sonra bunların nasıl bir inanca sahip olduklarını insanlar gördü. Şeytan kimseyi Allah’la aldatmaması için çok dikkatli olmak gerekiyor. Belki yazacak daha çok şey var ama, bugünlükte bu kadar.
Selam ve dua ile.