İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

Asker'den askere 'ilk kurşun' sıkıldı!

Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkinin bugünkü niteliğini sadece Başbakan Tayip Erdoğan'ın Davos'taki çıkışına karşı pozisyon belirleyerek anlamanın mümkün olmadığı artık ortada. İki ülke arasındaki gerilimin Erdoğan'ın Şimon Peres'e söylediği sözlerle sınırlı olmadığı, AK Parti'nin İsrail'e bakışıyla tanımlanamayacağı da. Kabul etmek zor gelebilir, bu yazılanlar belli bir perspektife hapsedilerek anlamsızlaştırılabilir ama önümüzdeki gerçek şu: Türkiye'nin ve İsrail'in bölgesel çıkarları artık örtüşmüyor. Bundan sonraki süreçte de örtüşmeyecek.

İki ülke arasındaki ayrışma giderek büyüyecek, ilişkilerdeki açı genişleyecek. Bunun İsrail karşıtlığı ile, her eleştiri yapanın karşısına dikilen anti-semitizm kavramıyla alakası yok. Bu sadece Gazze'deki İsrail kıyımıyla da sınırlı bir durum değil. Türkiye, 1995'ten bu yana İsrail'e verdiği desteği artık devam ettirmeyecek. İlişkiler bundan sonra çok daha dengeli bir hal alacak. İki ülkenin Ortadoğu'yu dönüştürmek için giriştikleri büyük macerada yolları Davos'dan çok önce ayrılmıştı zaten.

Arap kuşatmasını Türkiye ile kırmak İsrail'in bölgesel stratejisinin en önemli aşamasıdır. Bunu büyük oranda başardı da. Çünkü Türkiye, yıllardır İsrail'e karşı yükselen öfkeyi kontrol etti, etkisizleştirdi. Ama artık İsrail'i sırtında taşımak istemiyor. Taşıma lüksü de yok. Çünkü Osmanlı'dan sonra ilk kez bölgeyi kendi gözleriyle görmeye başladı. İlk kez kendini merkeze alan bir gelecek projesi yürütüyor. Türk-İsrail ekseninin en büyük projesi Irak, İran ve Suriye'nin tecrid edilmesi, etkisizleştirilmesiydi. Bu en önemli olayda belirgin bir şekilde iki ülke çok farklı düşünüyor şimdi. Türkiye, İsrail'in en önemli düşmanlarını dost görüyor, İran ve Suriye ile Tel Aviv'in hazmedemeyeceği kadar yakın.

Bu yüzden İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı Avi Mizrahi'nin, hem de birçok ülkenin katıldığı bir askeri toplantıda, Erdoğan ve Türkiye'ye karşı ağır ifadeler kullanması, Kıbrıs'ı, Kürt sorununu, Ermeni tezlerini Türkiye'ye karşı kurşun gibi kullanması, ilişkilerdeki ayrışmanın gerçek boyutunu ortaya serdi. Bu yüzden hem Dışişleri Bakanlığı hem de Genelkurmay Başkanlığı söz konusu açıklamaya sert cevap verdi. İsrail'e nota verildi. Bir zamanlar "stratejik eksen" kuran iki ülkenin geldiği nokta burası.

Mizrahi, İsrail devletinin bilinçaltında olanları açığa çıkardı: "Biz Filistinlileri katlettiysek siz de Ermenileri katlettiniz", "biz Filistin'de işgalciysek siz de Kıbrıs'ta işgalcisiniz", "biz Filistin'de savaş suçu işlediysek siz de Güneydoğu'da işlediniz" demek istedi. Açıklama, Türkiye'nin en hassas sıkıntılarının İsrail tarafından algılanış biçimini, ilişkilerin kötüleşmesi halinde nasıl Türkiye'ye karşı koz olarak kullanılacağının işaretlerini verdi. İsrail ordusundaki, devletindeki Türkiye algısını deşifre eden bir açımlamaydı bu. Dolayısıyla, İsrail Genelkurmay Sözcülüğü'nün "bizi bağlamıyor" ifadesi gerçeğin üstünü örtmekten çok uzak.

İki ülke ilk kez bu kadar birbirine sertleşti. Siyasilerin değerlendirmeleri dönem dönem farklılaştı. Bülent Ecevit Cenin katliamını "soykırım" olarak niteledi. Başbakan Erdoğan Şeyh Ahmed Yasin'in katledilmesini "devlet terörü" olarak niteledi. Ama ilk kez askerden askere böylesine sertliğe tanık oluyoruz. Bu çok önemli. Bu, gerçekten bir kırılma yaşandığına işaret ediyor. Neden?

Çünkü Türk-İsrail ilişkileri askeri karakterlidir. Siyasilerin nüfuz edemediği bir alandır. Neredeyse bilinmeyen bir el tarafından yönetilir. 23 Şubat 1996'da Çevik Bir'in imza koyduğu Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması'nda, 28 Ağustos 1996'da imzalanan Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşması'nda, 14 Mart 1996'da imzalanan Serbest Ticaret Anlaşması'nda sivillerin rolü yoktur. Diğer gizli anlaşmalarda, istihbarat anlaşmalarında, operasyon ortaklıklarında sivillerin rolü yoktur. Bu anlaşmaların yoğun olarak 1996'da yapılmasına ve 28 Şubat müdahalesindeki İsrail rolüne özellikle dikkat çekmek istiyorum. Konya'da İsrail uçaklarının uçmasından İran ve Suriye sınırlarında İsrail gözlem evleri kurulmasına kadar bilmediğimiz derin ortaklıklarda sivillerin belirleyici rolü yoktur.

Askeri Eğitim İşbirliği Anlaşması Meclis'ten ve Türk halkından gizlenmiştir. Meclis'e onaylatılmış ama tartıştırılmamıştır. Milyarlarca dolarlık askeri anlaşmalar ihalesiz, bilinmeyen bir el tarafından İsrail'e verilmiştir. 170 adet tankın modernizasyonu, hiç tecrübesi olmamasına rağmen tepeden bir emirle İsrail'e verilmiştir. Tankların tamamı 2003'te teslim edilecekti, 2009'da hâlâ teslim edilmedi. Proje 290 milyon dolardan 687.5 milyon dolara yükseltilmiş, bir tankın bakım maliyeti 4.5 milyon dolara çıkmıştır. Oysa bir Leopar-2 tankı Almanya'dan 1 milyon dolara alınmıştır. Bu tanklar artık işe yaramayacaktır. Gazze saldırılarının hemen öncesinde Aselsan ve Elbit Systems üzerinden 141 milyon dolarlık bir anlaşma yapılmıştır. Böylesine bağımlılık ilişkisi söz konusudur iki ülke arasında. Siz, vergi verenlerin milyarlarca doları birileri tarafından İsrail'e aktarılmış, vaat edilen teknoloji transferleri yapılmamıştır.

Türkiye şimdi İsrail dışında bir Ortadoğu vizyonuna sahip. Yukarıdaki bağımlı, tek taraflı ekseni kuranların bölge vizyonları iflas etti. Türkiye'yi çok dar bir alana hapsetti. Bu ülke, o dar sokaktan kurtulmalıdır ve kurtulacaktır.

Türkiye ile İsrail arasındaki ayrışmaya bugünlerde dikkat etmek gerekiyor. İdeolojik bir tercih değil, Türkiye'nin gelecek vizyonudur söz konusu olan. İsrail bu vizyona ağır darbe vurmaktadır ve Türkiye, iki ülke arasındaki "stratejik ortaklık" kalıbına sığmamaktadır.

Bu yüzden, Türkiye ve İsrail arasındaki ayrışmanın çok daha net örnekleriyle karşılaşacağız bundan sonra. Olay, bir siyasal çevrenin İsrail'e bakışının çok ötesinde geçmiştir. İlişkilerin niteliği ve algılanma biçimi de bu yüzden değişmeye devam edecektir. Eski cümleleri ve eski bölge algılamasını değiştirmeyenler en azından bu kadarını bir yere not etsin!

Yeni Şafak

Bu yazı toplam 805 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar