Askerler ve dindarlar / Ahmet Taşgetiren

Askerler ve dindarlar / Ahmet Taşgetiren

Ben, İslam’ı azaltan her şeyin, Türkiye’nin Türkiye olarak kalmasında zaaf oluşturacağını da düşünürüm. Yani bu ciddi bir savunma zaafı demektir.

Dindar insanlar askerlerin irtica söylemi başladığında derin bir tedirginliğin içine giriyorlar. Bu tarz süreçlerin, sonunda gelip, dindarları rahatsız edecek uygulamalara dönüştüğü kanaatini taşıyorlar. Bunun ardından da duygular kırılıyor, askere karşı bir kırılganlık oluşuyor. Eğer asker, kendi içinde, diyelim bir 28 Şubat özeleştirisi yapacaksa, bu sürecin dindar insanları derinden yaraladığını bilmeli. Ve asker, yeni bir süreci başlatmayı planlıyorsa, bunun toplumsal karşılığının ne olacağını dikkate almalı.

Askerî cenah adına yapılan açıklamalarda "dindar" insanları rencide etmek istemedikleri, kendilerinin "dinci"lere karşı olduğu sık sık ifade edilir.

Acaba ben "Dindar" mıyım, "dinci" mi?

Ben kendimi "dindar" olarak tanımlıyorum. "Dincilik" beni rahatsız ediyor. Din üzerinden çıkar sağlamak, rant devşirmek, itibar yapmak, dini bir alım - satım unsuru haline getirmek... bunları din açısından da en büyük günah olarak görüyorum, şahsiyet açısından da bir kişilik zaafı olarak değerlendiriyorum.

Bu girişi, "dindar" insanların, yaşanan "irtica" tartışmaları karşısındaki halet-i ruhiyesini anlatabileceğimi ifade bakımından gerekli gördüm.

Şunu en başta belirtmeliyim: Eğer asker açısından önemli ise -bu şerhi düşüyorum, çünkü zaman zaman ve belli çevrelerde bu dindar-dinci ayrımı da sadece bir ifade kıvraklığı sağlamak amacıyla bir psikolojik savaş malzemesi olarak kullanılıyor- bilinmeli ki, dindar insanlar askerlerin irtica söylemi başladığında derin bir tedirginliğin içine giriyorlar. Bu tarz süreçlerin, sonunda gelip, dindarları rahatsız edecek uygulamalara dönüştüğü kanaatini taşıyorlar. Bunun ardından da duygular kırılıyor, askere karşı bir kırılganlık oluşuyor. Eğer asker, kendi içinde, diyelim bir 28 Şubat özeleştirisi yapacaksa, bu sürecin dindar insanları derinden yaraladığını bilmeli. Ve asker, yeni bir süreci başlatmayı planlıyorsa, bunun toplumsal karşılığının ne olacağını dikkate almalı.

Aslında askerin "dindar" insanları tedirgin etmeme duyarlılığının doğru bir değerlendirmeye dayandığını söylemek lazım. Çünkü sonuçta asker, toplumu ile barışık olmalı: Onun çocuklarını alıyor ve ülke güvenliği için istihdam ediyor. Türkiye Müslüman bir ülke. Müslümanlık bu ülkenin yüzde 90"larının ortak kimlik bildirimi. Müslümanlık aynı zamanda bu ülkenin "Türkiye" olarak kalmasının en temel, belki daha vurgulu olarak söylemek lazım, olmazsa olmaz unsurlarından biri. Ben eminim ki, asker ülke savunması açısından bir toplum değerlendirmesi yaptığında Müslümanlığın, en önemli savunma değeri taşıdığı sonucuna varacaktır. En başta askere başka toplumlarda kolay rastlanmayacak bir adanmışlık duygusu kazandıran şehitlik gibi bir kavram, İslam"ın bu ülke insanına verdiği ruh dokusudur. Ben, İslam"ı azaltan her şeyin, Türkiye"nin Türkiye olarak kalmasında zaaf oluşturacağını da düşünürüm. Yani bu ciddi bir savunma zaafı demektir.

Eğer bunlar doğru ise, o zaman askerin hiçbir şekilde İslam"ın azaltılması anlamına gelecek, böyle algılanacak operasyonlarda yer almaması gerekir. Hatta askerin, "İslam"ın azaltılması"na yönelik projeleri, Türkiye"nin savunmasını zaafa uğratacak girişimler olarak görmesi gerekir.

Böyle mi oluyor?

Hayır, böyle olmuyor.

Aksine, dindar kesimler askerin toplumun Müslümanlığının artmasından tedirgin olacağı gibi bir kaygı taşıyorlar. Asker adına "irtica tehdidi" gibi söylemler başladığında, dindar kesimlerle asker arasında problemli bir sürecin başlayabileceği endişesine sürükleniyorlar.

Dindar kesimler, kendi Müslümanlıkları ile Türkiye"nin varlığı, geleceği arasında ancak olumlu münasebetler kurulabileceğini düşünüyorlar. Onlar için vatan Türkiye ve bundan başka gidecekleri yer yok. İslam"ı bir ideal hayat tarzı olarak gördüklerinde de, Türkiye mutlaka korunması gereken, ayakta durması, yücelmesi, güçlü olması gereken bir ülke. Yani dindar bir insan için güçlü Türkiye olmazsa olmaz bir hedef. Dindar bir insan çocuğuna Kur"an öğretmek istiyorsa, dinî eğitim almasını istiyorsa, çocuğunun dinî eğitimle birlikte başka bilgilerle donanmasını istiyorsa tüm bunlar "Türkiye"nin de hayrına" olduğu içindir. Dindar insanlar, İslam"ın daha derin yaşanması ile Türkiye"nin yücelmesi arasında asla tezad bulmuyorlar.

Ama yine dindar insanlar, kendi duygularının asker tarafından yeterince anlaşıldığı konusunda kuşku duyuyorlar. Ya da askerin önemsediği "dindarlara saygı" ilkesinin, kimi olağanüstü zamanlarda -belki çoğu zaman- uygulamada gözardı edildiğini düşünüyorlar.

Askerin Kur"an eğitiminden rahatsızlık duyması...

Askerin İmam Hatip karşıtı bir tavır alması.

Askerin giyim kuşam konusunda İslamî hassasiyetleri dikkate almaması... (Başörtüsü-türban ayrımı gibi yaklaşımlar, ya bu konunun yeterince bilinmediği, ya da bilinmek istenmediği şeklinde değerlendiriliyor.)

Türkçe ezan-Türkçe Kur"an-Türkçe ibadet söylemi...

Denebilir ki bunlar yanlış algılar...

Ama bu algıların, askerin içinde yer aldığı tüm süreçlerdeki uygulamaların ürünü olduğu açık. Ve sizin niyetiniz ne olursa olsun algı önemli. Dindar insanlar askerin dinle ilişkisinden endişeli.

Sayın ki bu sonuç, "dinci"lerin ürettiği bir sonuç. "Dinciler" halkın aklını çeldiler. Halk da cahil, aldanmaya meyyal, birilerinin sözüne kandı, askerin niyetinden kuşku duymaya başladı...

Bence, daha ön fikirsiz bakmalı olaya... Nerede yanlış yapıldı, yapılıyor diye düşünmeli... "Dinciler"in ulaştığı halka askerin ulaşmasını önleyen ne var? Neden halkın da bir sağduyusu bulunacağı dikkate alınmıyor? Diyelim, yıllarca yüksek rütbeli askerler, bir şehid cenazesinde bile namaza durmamış. Bunun ortaya çıkaracağı izlenim ne olur? Son zamanlarda şehid cenazelerinde saf tutması bir özeleştirinin ürünü ise, ne iyi. Mesela sormak isterim, bir subay camide üniforması içinde namaz kılsa ne kaybedilir? Bu asker, dindar insanlarla çok daha sağlıklı bir diyalog imkanı bulmaz mı? Peki neden olmaz bu? Bir subayın eşinin başörtülü olması neden olumsuz bir hadise gibi değerlendirilsin?

Şunu söylemek isterim:

Müslüman bir toplum bazı şeylerden asla vazgeçmez. Mesela çocuğuna Kur"an öğretmekten... Kur"an"ın toplumda en azından bir kesim tarafından hıfzedilmesinden... Oruç iklimi her zaman coşkuludur bir İslam toplumunda... Peygamber aleyhisselam her zaman sevgi odağıdır. Şehidlik her zaman kutsaldır. Müslümanın giyim kuşam konusunda bazı özel duyarlılıkları vardır. vs...

Bunları peşinen görmeden, içimize sindirmeden ve bunları yapan toplum kesimleriyle sıcak - samimi ilişki kurmadan, İslam toplumunda sağlıklı bir asker - toplum ilişkisi kurulamaz. Ordusuna "Peygamber ocağı" ismini koyan bir milletiz. Yani düşünmeli ki, bu orduyu içselleştirirken dinî bir muhteva üretmiş toplum. Askere gönderdiği çocuğuna "Mehmetçik" diyerek Peygamberinin isminden bir teberrük (kutlama, bereket niyaz etme) sağlamak istemiş ve gök ekin gibi evlat kaybını böylece yüreğine kabul ettirmiş. Yani askerini sevmek istiyor bu ülkenin dindar insanları... Zaman zaman kırılsa da sevmek istiyor.

***

Doç. Dr. Raşid Küçük Bey"den dinlediğim bir olayı paylaşmak istiyorum burada. Kırgızistan"da geçiyor olay. Sovyetler dağıldıktan sonra bir Kırgızistan gezisinde namaz kılmak için camiye giriyorlar. Mihrabta genç bir hoca namaz kıldırıyor. Sonra tanışıyorlar, hafız olduğunu öğreniyorlar. Tabii ki şaşırıyorlar. 70 yıllık din karşıtı Sovyet yönetiminden sonra genç bir hafızla karşılaşmak şaşırtıcı.

-Nasıl gerçekleşti hafızlığınız?

Genç hafız anlatıyor.

-Babam kömür ocağında işçi olarak çalışıyordu. Ben de artık delikanlı olmuş, çalışma çağına gelmiştim. Kolhoz yönetimi beni bir yerde çalıştırmak üzere görevlendirmek istedi. Bu arada babam gelip kolhoz yönetimine, benim kendi yanında çalışmamı önerdi. "Böylece daha çok kömür üretiriz" dedi. Kolhoz yönetimi buna memnun oldu, ne de olsa onlar için önemli olan daha çok üretimdi.

-Peki sonra?

-Sonra babamın yanında çalışmaya başladım. Meğer babam komünist yönetim gelmeden önce hafızlığını tamamlamış imiş. Kömür ocağında sırtımızda kömür taşırken bana da Kur"anı hıfzettirdi babam. Benim hafızlık hikayem böyle.

Komünist yönetim, kömür ocağı ve hafızlık eğitimi...

Bunu ne ile izah etmek gerekiyor?

***

Türkiye"de komünist yönetim olmadı ama bir dönem insanların samanlıklarda Kur"an öğrendiğini biliyoruz. Bugün pekala bir işyeri de Kur"an okulu haline gelebilir. Müslüman bir ülkede Kur"an eğitiminin sorun olması kadar abes bir şey olamaz.

Belki bazı insanlar çok koptu İslam ikliminden, kendilerini Müslüman olarak tanımladıkları halde, bunun insan hayatına nasıl yansımaları olması gerektiği konusunda yeterli duyarlılıkları bulunmuyor. Onlar Kur"an olmadan, ne bileyim, Peygamber"e aşkla bağlanmadan, oruçtan heyecan duymadan da Müslüman olunabileceğini düşünüyor, hatta belki bu konuda heyecan duyanları yadırgıyor, "Aşırı" buluyor olabilirler. Her şeyi doğru anlamak lazım.

Son söz olarak şunu söylemek isterim:

-Asker, dindar insanları tedirgin etmeyecek bir ilişki biçimini gündeme almak zorunda. Herhangi bir insan, bir yazar, bir öğretim üyesi, bir rektör, din karşıtı gibi algılanma riski taşıyan bir konuşmayı yapabilir. Ama aynı karede bir asker görünürse, bu, Türkiye için onulmaz yaralar açar.

Eğer bu yazı ile "dindar" insanların samimi hislerini bir yerlere ulaştırabilmişsem kendimi çok bahtiyar hissedeceğim.