Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

‘Aydın’ olmak için, ’muhalif olmak gerekir’ tuzağı…

Aydın olmak için muhalif gerekir..’ diyen, muhalif olduklarından dolayı kendilerinin de aydın olduklarını sanan bir taife var. Bu gibilerin kendi kendilerine ’aydın’ yaftası yapıştırmaları ve ekranlarda bile, ’Ben bir aydın olarak..’ diye başlayan yorumlar yapmaları  ne kadar komik.. Üstelik bir kimsenin kendi kendisini ’aydın’ diye nitelemesi, basitlikten de öte bir şey..

bayar evren demirel_1366

Bu gibilerin ’aydınlık’larının tek delili ise, muhalif olmak imiş.. Ama, bu gibilerin  bu memlekette bir asra yakın zamandır, aydınlık / aydınlanma adına tahakküm eden rejime muhalif olmadıkları da bilindiği ayrı bir gerçek.. Böyleyken, bu gibi nitelemeleri bir kısım müslümanların da başkalarını nitelerken, meselâ, ’Bu duruma aydınlar da karşı çıkıyor..’ gibi cümleler kurmaları, daha bir tuhaf tutarsızlık.. Hele bazı müslümanların da kendi kendilerini ’aydın’ olarak nitelemeleri, facia derecesinde bir komiklik..

Biz, ancak kendi dünyamızın ölçülerinden sözederken belki başka bir müslüman için’aydın müslüman’ nitelemesi yapabiliriz. Çünkü,  o sıfatla anılamıyacak olan müslümanlarımız da vardır.. Ama, ’müslüman aydın’ dersek, ’müslüman olmayan aydınlar’ın da varlığını kabul etmiş oluruz. Halbuki, bize ne başkalarının ne olup olmadıklarından..

Ama geliniz – görünüz ki, ekranlara çıkanlar arasından bazı müslümanlar bile, ’Ben bir aydın olarak…’ diye başlayan cümleler kurabiliyorlar. Evet, bunu müslüman denilen cenahtan bazılarından da duyuyoruz.

Yahu, size aydınlık sıfatını kim veriyor?

Itriyatçının, attâr’ın, /koku satıcısının malını överken ’misk’u anber’ nitelemesi yapması ne ifade eder ki.. Bunu, misk’u anber, başkalarına söyletir.

*

Bunlar burada niye mi sözkonusu ediliyor?

Şimdilerde Tayyib Erdoğan’ı ve ona destek verenleri küçümsemek isteyenlerin ekranlarda veya yazılarında kendi kendilerini sık sık ’aydın’ diye nitelemelerinden dolayı..

Eğer, siz Tayyîb Erdoğan gibi, ya da Tayyîb Erdoğan sizin gibi düşünüyorsa, yandınız demektir ve siz küçümsenen kesime dâhil edilmeyi hak ediyorsunuzdur. Çünkü, sizi kimse ’aydın’ olarak saymıyacaktır.

Ne kadar sağlam bir aydınlık ölçüsü!

Gerçekte ise, bir aşağılık duygusuna kapılmaktan kaynaklanıyor bu durum.. Başka dünyaların aydın diye yaldızlanan isimlerinin beğendiği birisi olmak için onlara yılışırcasına yanaşmak isteğinden kaynaklanıyor bu durum..

Halbuki, bir toplumda niceleri birilerini beğenirken, bazıları da Tayyîb Erdoğan’ı beğenebilir. 

*

Hele de seçim sath-ı mailine iyice girildiği şu demlerde, Tayyîb Erdoğan da herhangi bir parti adına olmaksızın, çeşitli vesilelerle toplantılar yapıyor, mitingler düzenliyor ve herhangi bir parti adını vermeden, özellikle de muhalefet partilerinin aykırı laflarına veryansın ediyor ve bunu yaparken, konuları halkın anlıyacağı şekilde, anlatıyor ya.. Bu ’aydın’lık konuları daha bir gündeme geliyor.. Çünkü, bir aydın gibi konuşmuyormuş..

Ama, düşünülmüyor ki, kendilerini aydın olarak niteleyenler genelde, mevcud rejimin ilk şefinden itibaren kim, gücünü silahla, entrikayla elde etmişse; onlara alkış tutarak kamuoyunda bir yer, bir köşe kapmaya muvaffak olmuşlardır. 

İslamî kimlikli nesillerin başarılı yönetici ve uygulayıcı tiplerinden birisi olan Tayyîb Erdoğan ise, halk üzerinde kendisine olan büyük itimad ve halk tarafından anlaşılır sözleri ile, 100 yıllık kurulu rejimin egemen güçlerinin oyunlarını bozduğu için, kemalist, laik, solcu, çeşitli etnik unsurlara dayalı nasyonalist kesimlerce, istihza / alay ve küçümseme konusu yapılarak yıpratılmaya çalışılıyor, kültürel açıdan zayıf gibi nitelemelere ağırlık veriyorlar.. Halbuki, gelmiş geçmiş başbakanlar ve devlet başkanları arasında, halkımızın temel inanç ve dünya görüşünün etrafında oluşmuş bulunan kültürel değerlere en fazla nüfuz etmiş, onu özümsemiş olarak herhalde Tayyîb Erdoğan’dan daha ilerie kimse gösterilemez.

Kendilerini ’aydın’  ve kültürlü olarak niteleyen geçmiş dönemlerin bütün zorbalarının çanakyalayıcıları ve zorbalıklarının alkışçıları bilmiyorlar ki, onların eleştirdikleri konularda halk ve Erdoğan birbirlerine daha bir kaynaşıyor. Ve bereket ki bu gibi eleştiriler Erdoğan’ın umurunda değil.. O inandığı değerler istikametinde yol almaktan geri kalmamaya dikkat gösteriyor ve ülkeyi ve devleti, halkın ekseriyetinin, büyük sessiz çoğunluğun iradesiyle ve istişare ve reyiyle yönetmeye çalışıyor.

Onun Yeni Türkiye dediği de, işte bu..

*

Şöyle bir hatırlayalım..

Rejimin İlk Şef’inin ismi, resmi, ilkeleri önünde takla atmadıkça, siz aydın sayılamazsınız. 

Ki, o, zâten 15 yıl boyunca, cumhurbaşkanı sıfatını alarak, amma, asla cumhûr / halkın ekseriyeti tarafından seçilmeksizin ülkeyi bir Ankara Sultanı olarak yönetmişti.. Ölümü üzerinden geçen 80 seneye yakın zamandır, onun adına bir tahakküm hâlâ da sürdürülüyor ve ’aydın’ sayılmak için, onun ilkelerinin ve rejimine bey’atli olmak gerekiyor. Gerekçe de, yeni rejimin, I. Dünya Savaşı’ yenilgisinden sonraki hangi ağır şartlarda kurulduğunun düşünülmesi çağrısında yatıyor..

İkinci Şef de, birincisinden geride değildi. Ama, onun dönemi de 2. Dünya Savaşıve sonrasının ağır şartları altında geçtiği için, o dönem de fazla tartışılamadı ve rejim tarafından doyurulan ve rejime alkış tutanlar ’aydın’ sayıldı; karşı çıkanlar ise, sosyo-polittkik v ekültürel hayatın dışında sayıldılar; mürteci  ilan edildiler.

Ki, bunun en çarpıcı örneği, merhûm Necîb Fâzıl’dır. O vefat etttiği zaman, ’Necîb Fâzıl ölmüş.. Bunda bir yanlışlık var, o 40 yıl öncelerde ölmüştü zâten..’ diye yazan aydınlar ı görmedik mi bu ülkede?  Kendilerine göre yanlış düşünmüyorlardı.. Çünkü, Necîb Fâzıl, hem de epeyce ünlü bir şair olduğu bir sırada onların dünyasına tekme savurmuş, inanç ve fikir dünyasında halkın ekseriyetinin arasına katılmayı yeğlemişti.. Affedilmeyecek bir gerilik idi, bu.. O halde, o, fizyolojik olarak yeni ölmüş olabilirdi, ama, yöneldiği inanç ve değerler sistemi açısından 40 yıl öncelerde vefat etmişti; egemen rejimin teyid edip, ’aydın’ diye yaftaladıkları nazarında..

*

Sonrakileri saymaya gerek yok.. Tayyîb Erdoğan’dan önce, arada biraz Turgut Özal ve sonra da Abdullah Gül hariç, cumhurbaşkanı sıfatı taşıyan ve 11 kişi arasından halkımızın temel inanç değerleri ve dünya görüşüyle bağdaşık kaç kişi gösterebilirsiniz? Meşhur şiirde olduğu gibi, ’Yerden göğe küp dizseler, / Birbirine berkitseler,/ Alttakini bir çekseler, / Seyreyle sen gümbürtüyü..’ tablosu çıkar ortaya..

Biz ki, Tayyîb Erdoğan veya değerlerimiz içinden yetişen diğer yöneticileri de, kaçınılmaz zarûretler açısından değil de, keyfî olarak temel sapmalar içinde bulunurlarsa, eleştirmekten çekinmeyiz, ama, birileri bizi ’aydın..’ diye alkışlasınlar diye, onları birilerinin istediği gibi yıpratıp da duvarda bir gedik açalım havasında davranacak değiliz, ve olamayız..

*

Unutmayalım ki, daha önceki 1923-50 arası, ilk 27 yıllık döneme nisbetle, 1950-60 arasında, halkın hür iradesiyle iktidara geldiği kabul edilen 10 yıllık Demokrat Parti döneminin cumhurbaşkanı Mahmûd Celal Bayar’Atatürk’ü sevmek ibadettir..’ diyebilecek kadar bir fanatik resmî ideoloji ikonperesti idi.. Ondan sonraki darbeci ya da darbecilerin isteği üzere cumhurbaşkanı seçilen Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk ve Kenan Evren gibi generallerin nasıl tipler olduğunu söylemeye gerek bile yok.. Herbirisi, resmî ideoloji ikonunun önünde nasıl secde edeceklerinin usûllerini daha bir geliştirmenin çabasından başka bir şey yapmadan geçip gittiler.

*

Siyasî hayatta liderliğe oynarken, hakkındaki masonluk iddialarını, ’Ben evinde Kur’an okunmadan kahvaltı yapılmayan bir ailenin çocuğuyum ve köylü çocuğuyum, hem de İslamköylü bir ailenin çocuğuyum..’ diye etkisiz hale getiren bir Süleyman Demirel’in, Cumhurbaşkanı olduğu zaman ise, ’Ben Çankaya’da olduğum sürece kimsede İslam gelir korkusu olmasın, benim cesedimi çiğnemedikçe kimse buraya gelemez.. Ve üstelik öyle ateşli bir Başsavcı (V. S.) tayin ettim ki.. İslamcı eğilimlere nefes aldırmaz.’ diyecek kadar bir sivil general olduğunu da unutmayalım.

*

Ondan sonra, Ecevit’in başbakan olduğu sırada, onun tarafından, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’ndan, 2000 yılında c.başkanlığına getirilen A. N. Sezer’in de Demirel’den geri kalmayan bir diğer sivil general olduğu görülmedi mi? Onun da,’Laiklik, bir yönetim ve rejim tarzı değil, ferdlerin de riayet etmesi gereken bir yaşayış tarzıdır..’ diyen ve kemalist ideolojiye vargücüyle taze nefes vermeye çalışan birisi olduğu nasıl unutulur..

Bu örneklere bakınca..

Tayyîb Erdoğan’ın da bir takım noksanları veya yanlışları olsa bile, hangi merhalelerden geçerek bugüne gelindiği düşünülürse, birilerinin, bizi aydın diye saymıyacakları gibi yaftalamalarından çekinerek, kendi içimizden çıkan ve geçmişteki uygulayıcı örneklerine bakıldığında; halkımıza ve değerlerimize yaptığı başarılı hizmetlerden dolayı takdir edilmesi gereken bir Tayyib Erdoğan’ı vehalkımızın büyük sessiz çoğunluğunu yalnız veya desteksiz bırakmanın ağır bir vebalinin olacağı unutulmamalıdır.

Şurasını da söyleyelim..

Tayyîb Erdoğan mitinglerde ve sair yerlerde çeşitli vesilelerle konuştukça, İstanbul’un sosyete çevreleri küplere biniyorlar. Metrolarda bile, herkese duyuracak şekilde yüksek sesle, ’filan parti bir yüzde 10 barajını aşsa..’ diye hesablar yapıyorlar. Ülkeyi yeniden kaosa sürükleyebilirlerse, eski Türkiye’nin tamamen olmasa bile, etkileri zayıflatılan klasik kemalist-laik güç odaklarının yeniden devreye girebileceğini, 13 yıllık hasretlerinin sona ereceğini hayal ediyorlar.

Bu durumda, Tayyîb Erdoğan ve onun destek verdiği, yönlendirdiği kadroları, bir takım noksanlarına bakarak desteksiz bırakmanın, başkalarının değirmenine su dökmek olacağı ve  zihinlerinde daha azgın laik diktatörlük modelleri taşıyanların emellerine hizmetten başka bir şey olmayacağı, açıktır. Zâten belli olan tarafımı bunun için bir daha belirtiyorum.

*

dirilişpostası

Bu yazı toplam 1055 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar