BAHREYN'İN SİYASİ AKTÖRLERİ
Körfezde açık bir savaş ihtimali bulunmasa da, her ihtimalin göz önünde tutulması gerekiyor. İkinci bir Pearl Harbor vakasına çok yakın bir stratejik nokta burası...
Bahreyn'de sular ne yazık ki durulmuyor. Pazartesi günü altı Arap ülkesinden oluşan Körfez İşbirliği Konseyi (GCC), adada yükselen tansiyon nedeniyle 2000 kadar askerini Bahreyn'e sevketmişti. Aynı gün anamuhalefet partisi Al-Wefaq'in lideri Ali Salman, bu müdahelenin Bahreyn'in egemenliğini ihlal ettiğini; bunun "apaçık işgal" olarak kabul edileceğini bildirerek, direniş çağrısında bulunmuştu. Aradan iki gün geçti ve bu sabah saatlerinde de beklenen müdahele Bahreyn "isyan polisi" tarafından gerçekleştirildi.
Sünnî rejimin lağvedilmesini; yerine cumhuriyet demokrasisi kurulmasını isteyen Şii protestocular, 14 Şubat'ta ülkedeki ana eylem noktası olarak seçtiği İnci Kavşağı'ndan tank ve helikopterler eşliğinde alandan uzaklaştırıldı. Müdahele sırasında göstericilerden ölen olmazken, Bahreyn İçişleri Bakanlığı 2 polisin kaçan kişilerce otomobillerin altında kalarak can verdiğini açıkladı. Aslında İnci Kavşağı düzenlenen operasyonların son safhasıydı. Önceki gece saatlerine kadar, özellikle adanın stratejik yerlerinde bulunan irili ufaklı Şii yerleşim birimlerinde onlarca protestocu çıkan çatışmalarda öldürüldü, yüzlercesi de yaralandı. Buraların kontrolü sağlandıktan sonra ana stratejinin protestocuların İnci Kavşağı ve yerleşim birimleri arasındaki bağlantıyı koparmak olduğu daha net anlaşılmış oldu. Kurulan yüzlerce kontrol noktasıyla, önce bu semtler kontrol altına alındı, ardından da İnci Kavşağı tamamen göstericilerden "arındırıldı". 16 Mart günü öğleden sonra geçerli olmak üzere, akşam saat 16 ile sabah 4 arasında özellikle protestoların adada ticari hayatı vurduğu ve diplomatik misyonların yer aldığı noktalarda sokağa çıkma yasağı ilan edildi.
BAHREYN: MEZHEP MÜCADELESİNDE 20 YIL
Adada aslında yaşanan problemler yeni değil. 90'larda da buna benzer ayaklanmalar yaşanmış; bir çok Şii lider hapsedilmiş ya da sürülmüştü. Bunlardan birisi de bugünkü hareketin liderlerinden Wefaq Partisi Genel Sekreteri Şeyh Ali Salman. İran'ın Kum kentinde "12 İmam" ekolüne göre eğitim gören Salman, özellikle genç yaşı ve liderlik özellikleri ile gençlerin benimsediği önemli bir kişilik. Ali Salman adanın gayri resmi olarak İran politikalarını yürütüyor da denilebilir. Şubat ayının ortasında patlak veren eylemlerden önce politik zeminde yürütülen tüm aktivitelerde karşı çıktığı genel konu; Şiilerin ülke yönetiminde daima çifte standarda uğradığı ve başbakanın kendilerine yönelik yaptırımları noktasındaydı. Fakat Afrika ve Orta Doğu'da esen "özgürlük rüzgarları" ile Wefaq da eylemlerini diğer hareketlerle birlikte siyaset tabanından uzaklaştırınca askeri müdahale devreye sokuldu.
BAHREYN'İN SİYASİ AKTÖRLERİ
Şu an ülkedeki en önemli direniş lideri ise hiç şüphesiz Haq Hareketi'nin lideri ve Al-Wefaq'in da kurucusu Hasan Mushaima. '94 ayaklanmalarının lideri konumundaki Mushaima; Lübnan'la ve dolayısıyla Hizbullah'la yakın ilişkiler içerisinde olan Bahreynli Şii lider olarak biliniyor. Akciğer kanseri nedeniyle İngiltere'de tedavi görürken, sağlık masrafları önce Bahreyn tarafından karşılanıyordu. Ancak artan "ayrılıkçı" çalışmaları nedeniyle bu ödenek kesildi. Bunun üzerine İran sağlık masraflarını üstlendiğini açıkladı. 26 Şubat 2011'de ise Kral'ın affıyla tekrar adaya geri dönüş yaptı. Bugün ise tutuklanacaklar listesinde en başta bulunanlardan birisi olacağına kesin gözüyle bakılıyor.
Öte yandan seküler muhalif kanadın lideri, Waad Partisi başkanı İbrahim Şerif var. O da güçler dengesinde yer bulan bir diğer protestocu lider. Ancak Mushaima ve Salman'ın aksine; monarşinin lağvedilmesini değil, İngiltere'yi model alan ve tam demokratik seçimle iş başına gelecek bir hükümetin kurulması fikrini savunuyor o. Şerif, diğer iki isme göre ülke içi siyasette ağırlığı en az olan isim durumunda.
BUNDAN SONRA NE OLACAK?
Çarşamba günü itibarı ile Bahreyn artık 3 ay boyunca sürecek "sıkıyönetim" günlerine geri döndü. Bahreyn Anayasası'nda aslında tam bir sıkıyönetim ilanının bir alt derecesine tekabül eden bu "ulusal güvenlik hali"; sıkıyönetimden anayasanın askıya alınmaması noktasında ayrışıyor. Yani pratikte kolluk kuvvetlerinin atacağı adımlarda değişen bir şey yok. Bundan sonra rejim istediği herkesin kolundan tutup asker ve polis marifetiyle dilediği tasarrufta bulunabilecek. Amerika Birleşik Devletleri açısından adanın jeostratejik önemi ise; ABD'nin pozisyonunu en başından ortaya koymuştu zaten. Geçen Cuma günü ani bir kararla adayı ziyaret eden ABD Savunma Bakanı ile bu konunun görüşülmediğini düşünmek ise çok akıllıca olmaz. Bu nedenle, apaçık ihlaller yaşanmadığı sürece, yani askeri birliklerin nüfus yapısına doğrudan ve insan haklarını yok sayacak şekilde müdahele etmediği sürece ABD'nin duruma yaptırım derecesinde müdahele etmesi olasılığı düşük bulunmakta. Bir kaç uyarı mesajı ve geçişin sağlanması temennisi ile kartlar açılmaya başlanır; ileriki gelişmelere göre ABD'nin de tavrı farklı boyutlara doğru taşınır.
Ancak özellikle Suudi Arabistan'ın Bahreyn'e gönderdiği askeri yardım karşılığında, ABD'nin kendisinden özellikle Libya'ya dönük ne gibi karşılıklar talep edebileceğinin üzerinde kafa yormak gerekiyor. Her ne kadar ABD için Bahreyn'in Körfez'deki önemi, Türkiye için Kıbrıs'ın Akdeniz'deki önemi birbirine yakın olsa da; Amerika hiç bir zaman bu kartını bu şekilde oynamadı. Her zaman garantör sıfatıyla, kendisinin Bahreyn'e olan ihtiyacından çok, Bahreyn'in ABD'ye olan ihtiyacı siyasete hakim kılındı. Şayet İran herhangi bir şekilde adaya dönük ciddi bir hamlede bulunursa, bunun ne kadar haklı olduğunu sınama fırsatımız olur. Şu ana kadar yalnızca İran Parlamentosu'nun Bahreyn müdahelesini inceleme kararı dışında İran kanadından ciddi bir açıklama gelmemiş olsa da, önümüzdeki günlerde bunun nasıl gelişebileceğini kestirmek epey güç. Açık bir savaş ihtimali bulunmasa da, her ihtimalin göz önünde tutulması gerekiyor. İkinci bir Pearl Harbor vakasına çok yakın bir stratejik nokta burası...
dünyebülteni