Abdurrahman Dilipak
Bakıyorum da!
Ramazan’ın son haftasına giriyoruz. Hep diyorum ve demeye de devam edeceğim.
Allah bize günde 40 defa Fatiha’yı okutur. Ama yine de durum ortada ve ben de tekrarlamaya devam edeceğim, özellikle de siyasiler, bürokratlar, STK temsilcilerine; yani seçilmişlere, atanmışlara ve temsili görev yapan herkese. Genelde bu uyarılar herkese. Çünkü asli failler yanında onlara destek veren ve onların icraatları karşısında sessiz kalanlara.
Bu uyarıları doğrudan kendilerine de yapıyorum, onlar bazan dinlemek istemeyip, yüzlerini buruştursalar da!
Duvara Osmanlıca “Hiç” levhası asmaktan ibaret değil bu iş. Geleceğe yön veren akıl ve irade bizim irademiz değil. Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olmaya aday bir akla ve ahlaka sahip değilseniz, araya Şeytan girer; insan heva ve heveslerinin peşinde ekmel-i mahlukat, eşref-i mahlukat yolundan sapar ve belhum adal olur.
Önce şu iki kuralı hatırlayalım: Geleceği yalnız Allah bilir. Bizim için hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olur. Kader, rızık ve ecel Allah’ın elindedir ve bu konuda ortağı da yoktur. Göklerin hazinesinin anahtarı ya da göklerin ordularının komutası nebilerin, resullerin elinde de değildir.
“Yüksek özgüven” dediğiniz şey, bazı durumlarda kibrin tezahüründen başka bir şey değildir. O yüksek özgüven Allah’a dayanma ve güvenme noktasında bir yönelişin ifadesi ise sorun yok.
Ama özel ve tüzel kişiliğin kendi nefsine bir güvense, bu iddia helak sebebi olabilir. Nefsinize güvenmeyeceksiniz. O terbiye edilmemişse potansiyel olarak Şeytanın suç ortağıdır. Kibir hastalığının, ihtirasının tezahürünün vesilesi de olabilir. “Bana güven gerisini düşünme sen, benim liderim, benim şeyhim, benim örgütüm, benim kadrom, ben, ben, ben..” diye başladığınız bir işin sonu büyük ihtimalle hayırla sonuçlanmayacaktır. Zalimler karşısında mağrur ve Cebbar, mazlumlar karşısında tevazu, Allah (cc) karşısında kulluk ve teslimiyet gerekir.
Başımıza gelen felaketlerin sebebi ya cahillik, ya zulüm, ya liyakat ya da imtihandır. İlk ikisi gazab ve ceza, 3’üncüsü yaptıklarımızın karşılığı, sonuncusu ile İlahi takdir gereğidir. Bir beşincisi ise bir vesile ile Allah bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak ve mazlumlara yardım etmek istiyor olabilir. Biz bilmeyiz Allah bilir. Bu anlamda bize hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Allah’ın servet ve makam vermesi her zaman rahmet vesilesi olmayabilir. Elbette bunlar Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi anlamında ilahi bir atıfet de olabilir. Siz Allah’ın ikramını O’nun yolunda feda ederseniz tabi bu da mümkün. Onlara “mühlet” de verebilir. Hatta bu kurtuluş için geri dönme fırsatı içinde olabilir, gazabını artırmak için de olabilir.
Allah’ın indinde makamınızı görmek istiyorsanız, neyi, kimlerle, niçin, kimin adına yapıyorsunuz ona bakın. Allah sizi neyle meşgul ediyor, yaptığınız iş sizi neye yaklaştırıyor ve bundan menfaat, mutluluk duyanlar, sizi alkışlayanlar kimler ve bunu niçin yapıyorlar.. Sakın sizi öven alkışlayanları görünce başınızı göklere yükseltmeyin, başınızı öne eğin ve tevbe istiğfar edin. Onları susturun.
Geleceği yalnız Allah bilir, O sizi mallarınız, canlarınız ve sevdiklerinizle, kimi zaman azaltarak, kimi zaman artırarak sizi imtihan edecektir. Başınızda 3 Peygamber de olsa bundan kaçış yok.
Allah mazlumiyet sebebi ile ikram ettiklerine, gün gelir, kibirlenir ve şükretmeyi bırakıp asi olurlarsa gazab da eder. Hz. Musa ile birlikte denizi aşıp karşı tarafa geçip, Firavun ordusunun helakine şahid olanlar 40 gün sonra lanetlendiler, çoğu çöle gömüldüler, kalanlar ise Kudüs’e ulaşmak için iki haftalık bir yolu 40 yılda ancak Tih çölünde “Tihan eylediler”. Kimse Musa’nın kavminden ya da Tevrat’ın sahibinden kendini Allaha daha yakın ve daha güçlü zannetmesin.
Gelecek için söz vermeyin, dua edin ve dileyin, ama yine de hangi tercihin daha hayır olduğunu siz bilmezsiniz. Allah’ın rızasını arayın, sabredin, şükredin ve direnin, ama yalnızca Allah’tan razı olduğunu isteyin, O’nun rızasına teslim olun. Hikmete ram olmanın sırrı burada gizlidir. Zira biz hayır gibi gelen şeylerde şer, şer gibi gelen şeylerde Allah hayır murat etmiş olabilir. Hak Şerleri hayra tebdil etmiş olabilir. O dua ile islediğiniz şeyler de, eğer işin içinde rıza yoksa, dua ile istenen belaya dönmüş olabilir. Gelecek hakkında vaadde bulunmayın!. O, sizin aklınız ve iradenizden ibaret bir konu değil. Allah’ı mecbur da bırakamazsınız. Toplumun liyakatını da hesaba katmalısınız ve zaten evvelinde ve ahirinde, bir işin zahirinde, batınında hüküm Allah’ındır. Allah bir şeyi dilerse ki, hayır da şer de O’nun iradesi içindedir, O esbabını da birlikte yaratır.
Unutmayalım ki, biz kendi hakkımızdaki hükmü değiştirmeden, O bizim hakkımızdaki hükmünü değiştirmeyecektir. O’nun rızasının tecellisinin vesilesi olmak istiyorsanız, elleriniz temiz olmalı. Hadesten ve necasetten arınmalıyız, istikametimiz doğru olmalı, tevbe etmeliyiz, üstümüzdeki haram mal, makam, iş, niyet ve ne varsa onları terk etmeli onlardan uzaklaşmalı, o konuda sizden talepte bulunan, size emreden ya da sizden yardım talebinde bulunanları kendimizden uzaklaştırmalıyız. Şeytanın dostları ile Rahman’a ulaşılmaz. Onlar sizi gazaba götürürler. Şunu görelim, masiyette itaat yoktur, batıl bir şeyi emreden de, o emrin gereğini yerine getiren de yaptığı işten sorumludur. “Eğer Allah insanları haksızlıkları yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onlara belirlenmiş bir sürenin sonuna kadar mühlet tanıyor. Ama süreleri dolduğunda onu bir an bile ne erteleyebilirler ne de öne alabilirler.” (Nahl 61)
Ya hu, Cenab-ı Allah 90 ayette rızgımızın kefili olduğunu söylüyor, rızık konusunda endişe etmememizi, yaltaklanmamamızı söylüyor. Şeytan insanları bir tek sözü ile rızıkları konusunda endişeye düşürdü. Eğer Allah’ı bırakıp servet ve güç sahiplerinden faydalanmak ya da onların öfkesinden sakınmak için onların peşine düşerseniz, Allah onları başınıza musallat eder ve bir kurtarıcı da bulamazsınız. Allah’a tevekkül edin ve yalnız O’ndan yardım dileyip, yalnız O’na sığının, sonra beka peşinde koşarken belanızı bulursunuz. Bir Müslüman günde 40 defa, Fatiha okurken bunu söyler de birçoğu bu hakikati akletmez. Vay ki vay halimize. Selâm ve dua ile.