İbrahim Karagül
Batı İslam'ı silah olarak kullanıyor!
Türkiye-Çin yakınlaşmasına karşı yeni bir Doğu Türkistan bombası patlatılır mı? Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Çin ziyaretiyle ilgili gelişmeleri izlerken, Türkiye-Çin yakınlaşmasına yönelik tartışmalar ile geçtiğimiz yıl yaşanan o acı olayları birlikte düşündüm.
Doğu Türkistan'ın başkenti Urumçi'de başlayan ve çevre bölgelere yayılan bir iç savaş, etnik çatışma ve kıyım yaşandı. Ellerinde bıçak, sopa ve taşlar olan kalabalıklara tanklarla, askeri araçlarla, silahlarla müdahale edildi. Uygur Türkleri ile Han Çinlileri arasında çatışma, Çin güvenlik birimlerinin kıyımına dönüştü... Sıkıyönetim ilen edildi, elektrikler kesildi, hayat durdu. Urumçi'de insan avı başlatıldı. Çatışma bölgelerinin diğer şehirlerle bağlantıları kesildi. İnternet iletişimi durduruldu. Yüzlerce kişi hayatını kaybetti, daha sonra onlarcası idam edildi.
Bütün bu olaylar Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Pekin temaslarından, Urumçi'yi ziyaretinden on gün sonra yaşandı. Son derece başarılı bir ziyaret olarak görülen, milyar dolarlık projelerin konuşulduğu, milletvekillerinin Uygur halk dansları topluluğu ile sahneye çıktığı kare ile hatırlanan ziyaretin, iki ülke ilişkilerini daha da güçlendirmesi beklenirken nasıl olduysa rüzgar tersine döndü. Doğu Türkistan tarihinin en kanlı olaylarından biri daha yaşandı.
Davutoğlu o krizle ilgili; Çin Dışişleri Bakanı'yla bir kaymakamın odasında yetmiş dakika telefon görüşmesi yaptığını söylerken şunları ekliyor: "Bir yandan Uygur Türklerinin haklarını koruyacaksınız ki çok inandığımız bir şeydir ve görevimizdir, öte yandan da ilişkilerimizin gelişme potansiyeli olan ve küresel ölçekteki bir ülke ile ilişkiler rayından çıkmayacak, gelişmeye de devam edecek. İşte bir sene içinde o kriz halinden bugünlere gelindi, bir ay içinde Çin Başbakanı'nın ziyareti ve benim ziyaretim gerçekleşti."
Ortadoğu ve yakın bölge ile ilişkilerde esas alınan "tarihin normalleştirilmesi" burada da esas alınıyor. Doğu Türkistan bir çatışma alanı olmaktan çıkarılıp iki ülke ilişkilerinde bir köprü olmaya yönlendiriliyor. Yakınlaşmanın normalleşmeye kapı aralaması, bölge halkının bundan faydalanması öngörülüyor. Çin ile de Rusya ve başka ülkelerle kurulan Stratejik İşbirliği Konseyi'ne benzer bir oluşum kurulacağı, Türkiye-Çin-Pakistan üçlü işbirliğini alanının genişletileceği ifade ediliyor.
Bütün bunlar, "ikili ilişkileri geliştirme"nin ötesinde, küresel ölçekte etkileri olacak adımlar. 2020 yılında, yani on yıl sonra 100 milyar dolarlık ticaret hacmi bu büyüklüğün göstergelerinden sadece biri. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, gelecek yıl yapacağı Çin ziyareti belki de bu yakınlaşmada zirve olacaktır. "Yükselen güçlerle her alanda ortaklık" kurma yolunda kararlı adımlar atan, Rusya, Brezilya, Çin gibi ülkelerle yakınlaşan Türkiye, elbette Batı'da en tartışılan ülke olacaktır.
İki ülke arasında, Konya'da yapılan hava tatbikatı, farklı alanlarda devam eden projeler, İsrail ve ABD'deki aşırı sağ merkezler tarafından çok sert eleştirilerle karşılanmakta, tartışma hiç de adil olmayan alanlara çekilmekte iken Türkiye'nin kararlı şekilde yoluna devam etmesi gerekiyor ve bu da oluyor. Bu yüzyıl, hesabı iyi yapanların olacaktır. Eski uysal, çekingen, buyruk alan, dar alana hapsedilen Türkiye ile geleceğe hazırlanmak elbette mümkün değil. Türkiye'yi tekrar o alana çekmeye çalışanların süreci dinamitleye yönelik girişimleri bugüne kadar etkisiz kaldı ama devam edecek.
Bunu Türkiye-Çin ilişkilerindeki gelişme sürecinde net olarak göreceğiz. Zaaflar üzerinden politika belirlemek, zaaflar üzerinden bir bölgeyi denetim altına almak bugüne kadar Müslümanların yaşadığı bölgelerde işe yaradı. Bazı güçler, gerektiğinde her türlü hassasiyeti bu amaçla kullandı. İslamcılığı bile.. Müslüman topluluklar, emperyal projelere sığınarak, onlardan medet umarak, belki sadece haklı davalarına odaklanıp ötesini göremedikleri için hem kendi ülkelerini yıkımına malzeme oldular hem de azınlıkta bulundukları ülkelerin istikrarsızlaştırılmasına yönelik projelerde bilmeden, başkaları adına roller üstlendiler.
Geçtiğimiz yıl, tam da Doğu Türkistan'daki gelişmeleri bu bakışla sorgulamaya çalışırken El Kaide adına bir açıklama yapıldı: "Sincan Uygur bölgesinde katledilen Müslümanların intikamını almak için Kuzey Afrika'daki Çinlilere saldırma tehdidi" içeren açıklamaydı. Haberin kaynağı bir İngiliz istihbarat şirketi! El Kaide nerede Çinlileri vuracak? Ortadoğu ve Afrika'da. Çin'in ekonomik olarak, yatırım olarak en güçlü olduğu yerlerde. Sadece Cezayir'de elli bin Çinli var. Görünüşte son derece anlaşılabilir bir durum. Ama biraz derinlemesine sorgulayınca insanın aklıma bambaşka şeyler geliyor. El kaide ve bu güçler arasında nasıl bir öncelik/çıkar örtüşmesi olduğu netleşiyor.
Mesele şu: Haklı davalar üzerinden küresel oyunlar sergileniyor. Batılı ülkeler, yükselen ülkeleri; hem azınlık sorunlarıyla istikrarsızlaştırma hem de Müslümanlara yaptıkları nedeniyle İslam dünyasıyla aralarının bozulması tehdidiyle yüzleştiriyor. İslam dünyasıyla Asyalı güçler arasında gelecekte oluşabilecek dayanışma da şimdiden kırılmış oluyor.
Batı, İslam'ı kendi düşmanlarına karşı silah olarak kullanıyor.
Doğu Türkistan duyarlılığımızı diri tutarken bu gerçeği de unutmayalım. Türkiye-Çin yakınlaşması güç kazandıkça "Çin'i İslam'la durdurmak" projesi daha vahim senaryolarla gündemimize girecek. Bu ziyaretlere karşı yeni bir kanlı senaryonun gelmemesini umuyoruz.
yenişafak