Bekir Coşkun Sen Kimsin?
Yeni Şafak yazarlarından Fikri Akyüz Bekir Coşkun'un Portresini çıkarttı.
Fikri Akyüz/Yeni Şafak
Bekir Coşkun'un bilinmeyen yönü..
Yazıya “Bekir Coşkun sen kimsin?” diye başlayacaktım ama vazgeçtim. (Gerçi yazıya yine böyle başladım ama olsun!)
Evet yazıya “Bekir Coşkun kimdir?” diye başlamak istiyorum.
Bekir Coşkun Urfalıdır; Urfa'yı sever ama Urfalıları sevmez, çünkü Urfalılar sokaklarda 10. Yıl marşı'nı mırıldanarak yürümezler..
Ama Urfa'nın muhtelif yerlerinde bulunan bilumum hayvanı, örneğin, sümüklü böceği, kediyi, köpeği, yarasayı, yılanı, kargayı çok sever..
Ve o kadar çok sever ki, örneğin yılan nasıl kıvranır, karga gibi ötmek ne demektir, kedi nasıl nankörlük eder, köpek niçin ısırır, sümüklü böcek konuşlandığı kağıdın üstünü nasıl pisletir; bunları çok iyi bilir.
Zaten “Urfalıların yazarı..” olmayı da hiç istemez..
O, Ayvalıkta cunta (pardon Cunda) adasını mekan eyleyen ve “ayol şekerim ben ulusalcıyım..” diyen bazı kadınları çok önemser.
Kısa yazar, üçüncü sayfada yazar, haftada altı gün yazar, beşinci sınıf yazılar yazar.
Ertuğrul Özkök'e mail atıp “İki günden beri Bekir Coşkun'u ağlayarak okuyorum..” diyen kadın okurları ağlatacak; Özkök'ün bu yorumunu okuyanları ise güldürecek kadar maharetli yazılar yazar.
Ve okura “aşkım benim” diyecek kadar duygusal yazılar yazar ama okuru rahatsız ettiğinin farkına bile varmaz; gaf üstüne gaf yapar.
Evet davul misali, yazılarının içi boş olan fakat özellikle 22 Temmuz'dan beri “gergin” olduğu için vurdukça fazlasıyla gümbürtü koparan bir yazarı yazınca, üstelik “içim çok dolu” olmasına rağmen yazınca, işte ortaya böyle bir yazı çıkıyor.
Bekir Coşkun'un bir özelliği daha var; o da evinin bir köşesinin marangozluk aletleriyle dolu olmasıdır, çünkü marangozluğu çok sevmektedir.
Örneğin; keseri çok kullanır çünkü keserin kendine doğru yontmasından feyz alır ve bu “feyz”i yazılarına olduğu gibi adapte eder.
Çekiç ve çiviyi de çok sever, zira halkın % 46.6'sını çivi olarak, kendisini de Maslow'un dediği gibi çekiç olarak görmekten “keyf” alır..
Ama örneğin “su terazisi”ni hiç sevmez, çünkü “dengesiz” olmanın pek de kötü bir şey olmadığını düşünür.
Takım çantasında, “bir ipin ucuna bağlı demir üçgen”den oluşan ve duvardaki hizalamayı sağlayan “şakül” de vardır..
Ancak bu aleti duvar yapımında değil, vatandaşı hizaya sokmak için, hizaya girmiyorsa kafasına vurmak için kullanır.
Diyelim ki hızar makinesinde odunları keserken etraf talaş doldu..
“O odun talaş olmasaydı belki gazete kağıdı olacaktı..” diye duygusal amorflara gark olur..
Bekir Coşkun, tamam Urfalıdır ama örneğin “tarhana” çorbasını da sevmez..
Çünkü tarhanayı gördüğü anda aklına “Erdemli Tarhana” diye hakaret ettiği Tarhan Erdem gelir.
Tarhan Erdem geldiği için bu kez aklına, Erdem'in anketiyle örtüşen 22 Temmuz seçim sonuçları gelir..
Ve dalar gider ve giderken de önüne gelene dalar..
Başbakan Erdoğan'a “Karga bile olamazsın” der..(Hürriyet.. 19 Ağustos 2007)
Tayyip Erdoğan'a oy verenlere “göbeğini kaşıyan adam..” der..
“Bidon kafa mütehassısı” olan Yılmaz Özdil'e plastik bidonun plastiği gibi plastik yani suni bir gülümsemeyle karşılık verir. Pek tabii ki suni de olsa bu davranışı “doğal”dır.
Çünkü memleketin “aydınlanmaya” ihtiyacı vardır; “Bu aydınlanmayı tek başına Hürriyet'te ben yaparım..” demektedir.
Haftada bir gün yazmadığına göre yılda 313 yazı yazmaktadır.
Bu 313 yazısının 300'ünde içinde “dinci, yobaz, türban, sıkmabaş, tesettür, tarikat, cemaat, ılımlı İslam, gerici, liboş, takkeli, badem bıyık..” gibi sözcüklerden ya biri ya da bir kaçı mutlaka yer alır..
Evet Coşkun, Erdoğan'a “Karga bile olamazsın..” derken şöyle devam ediyordu:
“Karga, yüksek kayalıklara o sırada kakasını yapar.. İşte size bir mucize.. Bir de bakarsınız ki yalçın kayalıklarda incir ağaçları..”
Ben de diyorum ki:
“Bazıları talaş bile olamaz.. Talaşı bir araya getirdiğinizde kağıt yapılabilir.. İşte size bir mucize.. Bir de bakarsınız ki o talaş tanecikleri Hürriyet'in üçüncüsü sayfasının sağ üst kenarındaki köşenin harfleri olmuş..”!
Bekir Coşkun'un bilinmeyen yönü..
Yazıya “Bekir Coşkun sen kimsin?” diye başlayacaktım ama vazgeçtim. (Gerçi yazıya yine böyle başladım ama olsun!)
Evet yazıya “Bekir Coşkun kimdir?” diye başlamak istiyorum.
Bekir Coşkun Urfalıdır; Urfa'yı sever ama Urfalıları sevmez, çünkü Urfalılar sokaklarda 10. Yıl marşı'nı mırıldanarak yürümezler..
Ama Urfa'nın muhtelif yerlerinde bulunan bilumum hayvanı, örneğin, sümüklü böceği, kediyi, köpeği, yarasayı, yılanı, kargayı çok sever..
Ve o kadar çok sever ki, örneğin yılan nasıl kıvranır, karga gibi ötmek ne demektir, kedi nasıl nankörlük eder, köpek niçin ısırır, sümüklü böcek konuşlandığı kağıdın üstünü nasıl pisletir; bunları çok iyi bilir.
Zaten “Urfalıların yazarı..” olmayı da hiç istemez..
O, Ayvalıkta cunta (pardon Cunda) adasını mekan eyleyen ve “ayol şekerim ben ulusalcıyım..” diyen bazı kadınları çok önemser.
Kısa yazar, üçüncü sayfada yazar, haftada altı gün yazar, beşinci sınıf yazılar yazar.
Ertuğrul Özkök'e mail atıp “İki günden beri Bekir Coşkun'u ağlayarak okuyorum..” diyen kadın okurları ağlatacak; Özkök'ün bu yorumunu okuyanları ise güldürecek kadar maharetli yazılar yazar.
Ve okura “aşkım benim” diyecek kadar duygusal yazılar yazar ama okuru rahatsız ettiğinin farkına bile varmaz; gaf üstüne gaf yapar.
Evet davul misali, yazılarının içi boş olan fakat özellikle 22 Temmuz'dan beri “gergin” olduğu için vurdukça fazlasıyla gümbürtü koparan bir yazarı yazınca, üstelik “içim çok dolu” olmasına rağmen yazınca, işte ortaya böyle bir yazı çıkıyor.
Bekir Coşkun'un bir özelliği daha var; o da evinin bir köşesinin marangozluk aletleriyle dolu olmasıdır, çünkü marangozluğu çok sevmektedir.
Örneğin; keseri çok kullanır çünkü keserin kendine doğru yontmasından feyz alır ve bu “feyz”i yazılarına olduğu gibi adapte eder.
Çekiç ve çiviyi de çok sever, zira halkın % 46.6'sını çivi olarak, kendisini de Maslow'un dediği gibi çekiç olarak görmekten “keyf” alır..
Ama örneğin “su terazisi”ni hiç sevmez, çünkü “dengesiz” olmanın pek de kötü bir şey olmadığını düşünür.
Takım çantasında, “bir ipin ucuna bağlı demir üçgen”den oluşan ve duvardaki hizalamayı sağlayan “şakül” de vardır..
Ancak bu aleti duvar yapımında değil, vatandaşı hizaya sokmak için, hizaya girmiyorsa kafasına vurmak için kullanır.
Diyelim ki hızar makinesinde odunları keserken etraf talaş doldu..
“O odun talaş olmasaydı belki gazete kağıdı olacaktı..” diye duygusal amorflara gark olur..
Bekir Coşkun, tamam Urfalıdır ama örneğin “tarhana” çorbasını da sevmez..
Çünkü tarhanayı gördüğü anda aklına “Erdemli Tarhana” diye hakaret ettiği Tarhan Erdem gelir.
Tarhan Erdem geldiği için bu kez aklına, Erdem'in anketiyle örtüşen 22 Temmuz seçim sonuçları gelir..
Ve dalar gider ve giderken de önüne gelene dalar..
Başbakan Erdoğan'a “Karga bile olamazsın” der..(Hürriyet.. 19 Ağustos 2007)
Tayyip Erdoğan'a oy verenlere “göbeğini kaşıyan adam..” der..
“Bidon kafa mütehassısı” olan Yılmaz Özdil'e plastik bidonun plastiği gibi plastik yani suni bir gülümsemeyle karşılık verir. Pek tabii ki suni de olsa bu davranışı “doğal”dır.
Çünkü memleketin “aydınlanmaya” ihtiyacı vardır; “Bu aydınlanmayı tek başına Hürriyet'te ben yaparım..” demektedir.
Haftada bir gün yazmadığına göre yılda 313 yazı yazmaktadır.
Bu 313 yazısının 300'ünde içinde “dinci, yobaz, türban, sıkmabaş, tesettür, tarikat, cemaat, ılımlı İslam, gerici, liboş, takkeli, badem bıyık..” gibi sözcüklerden ya biri ya da bir kaçı mutlaka yer alır..
Evet Coşkun, Erdoğan'a “Karga bile olamazsın..” derken şöyle devam ediyordu:
“Karga, yüksek kayalıklara o sırada kakasını yapar.. İşte size bir mucize.. Bir de bakarsınız ki yalçın kayalıklarda incir ağaçları..”
Ben de diyorum ki:
“Bazıları talaş bile olamaz.. Talaşı bir araya getirdiğinizde kağıt yapılabilir.. İşte size bir mucize.. Bir de bakarsınız ki o talaş tanecikleri Hürriyet'in üçüncüsü sayfasının sağ üst kenarındaki köşenin harfleri olmuş..”!