"Ben yoksam millet ne işe yarar"
Siyasette, geçmişle bugünün şaşırtan benzerlikleri anlatan eski politikacı Sadettin Bilgiç, "Demirel, Benim olmadığım yerde millet olsa ne yarar düşüncesiyle hareket eder' dedi.
Biz size cuntadan aldığımız talimatı tebliğ ediyoruz. (") Fakat kabul etmediğiniz takdirde, sizin hayatınızı garanti edemeyiz. (") Netice yalnız bundan da ibaret kalmayacaktır. Meclis açılmadan dağıtılacak, seçimler iptal edilecek, partiler kapatılacak ve askerî idare devam ettirilecektir."
Hemen belirtelim, bu sözlerin Hudson Institute"ta yapılan konuşmalarla, üretilen senaryolarla bir alakası yok. Hem bunlar senaryo da değil. 27 Mayıs darbesinin mimarlarından general ve tabii senatör Sıtkı Ulay"ın, partililer tarafından cumhurbaşkanlığına layık görülen Ali Fuat Başgil"i, 1961"de başbakanlığa çağırdığında söylediği sözler bunlar.
Türkiye ilginç bir dönemden geçiyor. Çeteler, saldırı olayları, cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşanan gelişmeler; işte Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu"nun, Doğru Yol Partisi ile birleşme fikrini ortaya atan Sinan Aygün"ü bile şaşırtan tutumları... Seçimlerin gününde yapılıp yapılamayacağı" Seçime kadar Türkiye"yi daha nelerin beklediği herkesçe merak ediliyor. Ancak Türkiye"de 50 yıldır yaşananlar, son zamanlarda cereyan eden, zihinleri karıştıran olaylarla bir benzerlik gösterdiğinden, geçen zamanda çok şeyin değişmediği söylenebilir. Zaten eski cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de, 2 Nisan 1963 günü kendisini ziyarete gelen bir heyete sarf ettiği şu sözlerle, bugünleri ta o günden görebilmişti!: "Bu memlekette elli yıl daha demokrasi olmaz." İşin sevindirici tarafı, Demirel"in bu sözleri söylemesinin üzerinden 44 yıl geçmiş, 50 yılın tamamlanmasına 6 yıl kalmış olmasıydı!
Son zamanlarda yaşananlar, Adalet Partisi"nden arkadaşı Cahit Okurer"in Koca Reis lakabını yakıştırdığı 87 yaşındaki deneyimli politikacı Sadettin Bilgiç"i hiç şaşırtmıyor. Zira, o bunlara alışık! 50 yılda nereden nereye geldiğimizi görmek ve hafızaları tazelemek bakımından Koca Reis"e kulak vermek gerekiyor.
-Havalar da en az siyaset kadar sıcak. Gazetelerden izliyor musunuz gelişmeleri?
Bizde âdettir, her seçimde böyle biraz ısıtırlar havayı.
-Ama bu sefer fazla ısındı galiba?
Bu sefer izam (olduğundan büyük gösterme) ediyorlar. Değişen bir şey yok. Bunların hepsi mürettep, tertip edilen şeylerdir. Ama Türkiye"de devamlı suretle, tahriklerle meydana getirilen bir etnik konu var. Kürtçülük ve Alevilik meseleleri. Onu da karıştırıyorlar. Alevi-Sünni diye mütemadiyen mukayese ediyorlar. Herkes bu meseleleri kendine göre değerlendiriyor ama millet onların iddia ettiği gibi düşünmemekte. Millet, Alevi"siyle, Güneydoğulusuyla bir devlet bir millet olmanın peşinde koşmaktadır. Ama nedense bizde aklıevvel geçinen, münevver olduklarını iddia eden insanlar Türkiye"yi nasıl böleceklerinin adeta yarışını yapmaktadırlar.
-Uzun yıllar siyasetin içerisinde bulundunuz, milletvekilliği yaptınız. İçinden geçtiğimiz süreç, geçmişle kıyaslanırsa hangi dönemleri andırıyor size daha çok?
Türkiye"de 1960"a kadar bu şekilde herhangi bir huzursuzluk yoktu. Can ve mal güvenliği, asayiş ve huzur bakımından ciddi bir ahenk vardı. 27 Mayıs askerî müdahalesinden sonra yavaş yavaş Türkiye"de, evvela solcu ve sağcı iddiasıyla yapılan ayrılık, giderek dış tesirler ve telkinler neticesinde ırk ve Alevilik bölünmelerine doğru itilmeye çalışıldı. Bunları Genç nesiller bunları bilmedikleri ve biraz da hadiseleri görüşlerine göre muayyen kanallardan okumaya gayret ettikleri için hâlâ taraf tutmaktan kendilerini kurtaramıyorlar. Nitekim 27 Mayıs"a başka gözle bakanlar 12 Eylül"e tamamıyla başka gözle bakarlar. 27 Mayıs"ı benimserler, 12 Eylül"ü reddederler. 27 Mayıs"ı reddedenler 12 Eylül"ü benimser. Çünkü Halk Partisi de kapatılmıştır. Bunların ikisi de yanlıştır. Onlar meseleyi, karşısındakine her şey mubah, ama kendisine yapılırsa en büyük hatadır şeklinde telakki ederler.
-Bütün bu huzursuzlukların belli bir sebebi mi var?
Zaten Türkiye"de 27 Mayıs"tan bu tarafa yapılan seçimlerde hep farklı iddialar ortaya atılmıştır. Şimdi 1961"de seçimler, 27 Mayıs müdahalesini yapan Milli Birlik Komitesi"nin (MBK) hükümeti ve kurduğu kurucu meclisin çıkardığı anayasa ve seçim kanunlarına göre yapılmıştır. Ama seçimler neticesinde, seçim kanunlarını kendisi yaptığı halde Halk Partisi iktidara gelemediğini anlayınca, 17 Ekim"de Ulus Gazetesi"nde neşrettiği deklarasyonda "DP zihniyetinin tekrar hortlamasına imkân vermeyeceğini" iddia etmiştir. Bunu takip eden iki gün sonra da Türk Silahlı Kuvvetler Birliği adına diye bir deklarasyon neşredilmiştir, 36 asker tarafından. Bunu, Korgeneral Refik Tulga başkanlığında, içinde 16 general, 20 de kara, deniz ve havacı kurmay albay seviyesindeki insanlar neşretmiştir. O deklarasyonda, seçimlerin yapılmamış sayılmasına, memleketin ehliyetli ellere teslimine, MBK"nın ve siyasi partilerin feshine, bu işin 25 Ekim"e bırakılmamasına" diye maddeler neşrolunmuştur. Bu, Türkiye"de anayasa ihlali sayılmamıştır. Ve bu deklarasyonu yapan asker arkadaşların büyük kısmı kuvvet komutanlıklarına ve Genelkurmay Başkanlığına kadar terfi etmişlerdir sonradan.
-Bunlar şimdi unutulmuş tabii.
Ama ne yazık ki bunu farklı şekilde izah etmeye kalkışanlar var. O sonuçlar, tamamıyla kendi hükümetleri zamanında ve kendi idarelerinde yapılan seçimlerle meydana gelmiş olmasına rağmen, bu seçimleri benimseyememişler. Çünkü CHP yüzde 37,7 oyla 172 milletvekili, 36 senatör getirebilmiş, onun karşısındaki partiler de 277 milletvekili, 114 senatörle Meclis"e gelmişti. CHP"nin karşısındakiler istedikleri hükümeti kurabilecek ve istedikleri cumhurbaşkanını seçebilecek durumdaydılar. Ama bütün bunlara rağmen onlara istedikleri hükümeti kurdurmamak, istedikleri cumhurbaşkanını seçtirmemek için harekete geçilmişti. Siyasi partilerin genel merkezleri toplantılara davet edilerek onlara talimat verilmeye başlandı. Buna göre Cemal Gürsel cumhurbaşkanı seçilecekti ve hükümet CHP ile AP (Adalet Partisi) arasında kurulacaktı. Ve onlara bazı şartlar ileri sürülmüştü. Demokratların siyasi afları yapılmayacak, Eminsular orduya dönmeyecek, üniversiteden ihraç edilen 147"ler geri dönmeyecek ve irticaya taviz verilmeyecek gibi şartlar ileriye atılmıştı. Bütün bunları siyasi parti yetkililerine kabul ettirmişlerdi. Seçimle gelen parlamenterler Meclis"te bu meseleleri farklı şekilde ele almış, istedikleri hükümeti kurabilmek, istedikleri cumhurbaşkanını seçebilmek için toplantılar tertip etmişlerse de kendilerine bu imkân verilmemişti. O zaman Ali Fuat Başgil Hoca"nın cumhurbaşkanı seçilmesi düşünülüyordu. Aday olmak için İstanbul"dan Ankara"ya geldi, MBK"cılar tarafından Hoca"nın elinden senatörlükten istifası da alınarak gerisin geri İstanbul"a gönderildi ve Meclis bu şekilde açıldı. O Meclis"te cumhurbaşkanı, tek aday olarak ortaya çıkan Cemal Gürsel seçilmişti.
-Sonra hükümeti kurma görevi İsmet İnönü"ye verildi.
İsmet Paşa ile AP hükümet kurdu Kasım 1961"de. 11 AP"li, 11 tane de CHP"li bakan alındı kabineye. 1 Haziran 1962"de de İnönü istifa ederek hükümeti düşürdü. AP içinde o zaman "ılımlı ve mutedil" diye iki grup vardı. Onların bir kısmı hükümetin istifasını bir hükümet buhranı değil adeta bir rejim buhranı şeklinde mütalaa ederek, İsmet Paşa"nın istifasını geri alması için AP Genel Başkanı Ragıp Gümüşpala"ya tazyik etmeye başladılar ve muhtıralar verdiler. Bunun üzerine İsmet Paşa ikinci hükümetin kurulması için kendisine görev verilmiş olmasına rağmen 20-30 gün hükümeti kurmadı, bekledi. Baktı ki AP"de bölünme olmuyor, bunun üzerine ikinci hükümeti Yeni Türkiye Partisi (YTP) ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ile kurdu. Ama, o hükümet istifasını rejim buhranı gibi ele alan AP içindekilerin yedisi CHP"ye geçti ve bakanlar kuruluna girdiler. Ve getirdikleri 38 Sayılı Kanun"la Demokrat Parti"yi (DP) matufiyeti belli olacak şekilde methetmeyi 3 seneden 5 seneye kadar hapis ve yine matufiyeti belli olacak şekilde 27 Mayıs"ı tenkit etmeyi de 3 seneden 5 seneye kadar hapis cezası ile cezalandırma maddelerini getirdiler.
-Bunu nasıl sağladılar? O milletvekillerine tazyik mi yaptılar?
Artık kapalı kapılar arkasındaki gelişmeleri bilmek mümkün değildi. O 7 milletvekili demek ki o zaman askerden veya dışarıdan yapılan şeylerden çekinerek meselelere daima hak, hukuk, adalet ve anayasayı bir tarafa iterek bakmışlar. İki sene sonra, 1963 mahalli idareler genel seçimlerinde o paralele giren partilerin oyları da yüzde 14 ve 10,9"dan yüzde 3,5 ve 2,5"e düştü. Buna mukabil AP"nin oyu da yüzde 34,8"den 45,8"e çıktı. Bütün bunlar gösteriyor ki Türkiye"de millet bu tazyikleri tasvip etmemiştir.
-Siz 1963"ten bahsediyorsunuz. Bugün 2007"deyiz, yine aynı"
Şimdi siz hep böyle düşünüyorsunuz. Diyorsunuz ki mazide kaldı onlar. Yeniye bakalım. Mazide kalmadı. O zamandaki hadiselerin nasıl tekâmül ettiğini bilmeyenlerin bugüne objektif bakmaları maddeten mümkün değildir.
-Hayır, şunu soracağım. Bunlardan ders çıkarmıyor mu kimse ki halen aynı süreçler devam ediyor ülkede?
Türkiye"de maalesef bizim aydınlarımız nedense demokrasiyi benimseyemediler ve kendilerinin tuttuğu siyasi partiler iktidar olamayınca devamlı surette seçilmişleri, kırsal kesimin, cahillerin oyları ile seçilmişlerdir diyerek itham ettiler. Yüzde 91 iştirakin yüzde 53,3"ünün oyunu alarak 1950"de DP iktidar olduğu halde dahi bu iddialar ortaya atılmıştı. 1954"te yüzde 89 iştirakin yüzde 56,6 oyunu almış DP iktidarına azınlığın iktidarı, cumhurbaşkanı da azınlığın cumhurbaşkanı denmeye devam edilmiştir. Halbuki 1958"de İngiltere"de seçimler sonucunda İşçi Partisi yüzde 41"le iktidara geldi. Ona kimse azınlığın iktidarı demedi. Ortaya çıkan tabloyu bizim aydınlarımız kendilerine göre hiçbir zaman benimseyememişlerdir.
-1961"deki askerlerin gazeteye verdiği ilan ruhunu koruyor sanki!
Seçim kanunları ile de sistemler sürekli değişmiştir. 6 Haziran 1964"te yapılan kısmî cumhuriyet senatosu seçimlerinde, ki seçimler hukuken ertelenmişti, ertelenmesi mümkün olmadığı halde. Ertelenince mahalli idareler seçiminde AP"ye yüzde 46,8 oy çıkınca bu defa senato seçimlerine gitmeden evvel seçim kanunu değiştirilerek ekseriyet sisteminden barajsız nispî temsile çevrildi. Seçimlerin hemen öncesinde Gümüşpala rahmetli olmasına rağmen AP yüzde 50,3 oy alınca bu defa yeniden uyandılar. Yüzde 50"nin üzerinde oy almayan partiyi iktidar yapmamak için mahalli seçim barajlı nispî temsil seçim kanununu milli bakiye sistemine çevirmek suretiyle kanunu değiştirdiler. AP bu kanunlar için Anayasa Mahkemesi"ne itirazda bulunduysa da hep seçimlerden sonra AP"nin itirazlarını reddederek seçimlerin yapılmasını karara bağladı mahkeme. Fakat 1968"de AP, 1969 seçimlerine giderken seçim kanununu 1961"de uygulanan barajlı nispî temsil seçim kanununa çevirdikten sonra İşçi Partisi"nin açtığı dava üzerine Anayasa Mahkemesi seçimlerden evvel toplanıp bunun anayasaya aykırılığına karar verebildi. Bu uygulama dahi zaman bakımından sadece anayasa mahkemesinin tarafsız olmadığını fiilen ortaya koymaktadır. Yani Türkiye"de seçim kanunlarını herkes hep kendi gönlüne göre, kendi istediği şekilde yapmayı düşünmüştür.
-Dolayısıyla Türkiye"deki bütün bu gelişmelere siz hiç şaşırmıyorsunuz?
Asıl mühim mesele şu. Maalesef 1983"ten bu tarafa yapılan bütün seçimlerde siyasi partilerin hiçbiri mevcut siyasi partiler kanununa göre yargı yönetim ve denetiminde aday tespit etmemiştir. Partinin milletvekillerini parti genel merkezi, şimdikiler gibi kendisi tespit eder. Gelin milletvekilini de millet seçsin dediğimiz zaman buna hiç yanaşmamışlardır 1983"ten bugüne kadar yapılan seçimlerde. Partiler, parti içerisinde demokrasiyi uygulamadıkça hiçbir zaman Türkiye genelinde de demokratik şartlarda uygulama yapması mümkün değildir.
-Genelkurmay"ın 27 Nisan"da yayımladığı bildiriyi nereye oturtuyorsunuz?
Maalesef Türkiye"de âdet haline geldi. Gerek Yargıtay gerek Danıştay başkanları gerek Genelkurmay başkanı, basına beyanlarda bulunmaya başladılar. Halbuki MGK"da her şeyi görüşebilmeleri imkân dâhilinde iken, orada konuşmayıp da fikirlerini ister internet ister basına beyanat şeklinde vermeleri bana göre fevkalade yanlıştır. Mesela başbakan, hükümetler, siyasi partiler beyanatta bulunurlar. Ama onlar hem tenkit edilebilirler hem de vatandaş onları beğenip beğenmemesine göre oylama ile iktidarda ise iktidardan götürebilir veya iktidara getirebilir. Ama diğer müesseseleri topyekûn değiştirme imkânına sahip değildir.
1946"da biz çok partili siyasi hayata geçtik. Hindistan"la Pakistan 1947"de istiklallerini aldılar, çok partili demokrasiye geçtiler. Pakistan 6 defa askerî müdahaleye maruz kaldı, Türkiye 3. Hindistan"da istiklali hazırlayan Gandi ve başbakan Nehru öldürüldüğü halde demokrasisi kesintisiz devam etti. Bugün Hindistan kalkınma, sanayi ve kültürde Japonya ve Avrupa ile rekabet edecek vaziyete geldiği halde Pakistan"la Türkiye"nin durumu ortada.
-Biraz da sizi konuşalım. Masonluk teklifi geldi mi size hiç?
Hayır. Hiçbir zaman gelmedi.
-Mason olsaydınız hayatınızın seyri nasıl değişirdi?
Şimdi son zamanlarda dinde de tarikat bile olmadıkları halde organize azınlıklıkların organize olmayan çoğunluklara müessiriyet noktasından hareketle dinî gruplar ortaya çıkmaya başlamıştır. Aynı şekilde rotaryen, lions ve mason locaları da meydana gelmiştir. Rotaryenlerin kitabına önsöz yazan Prof. Fahir Armaoğlu, "Biz rotaryenler bulunduğumuz memleketin görünmeyen liderleyiz" diyor. Ben de hatıratımda bunu yazdım. Niye hukuken bir mani olmadığı halde görünen lider olmuyorsunuz da görünmeyen lider olmaya çalışıyorsunuz? Çünkü sizin zümrevî ve şahsî çıkarlarınız buna mani olduğu için siz bunun dışında kalıyorsunuz dedim. Türkiye"de maalesef böyle organize azınlıklarla kendilerine göre zümrevî menfaat sağlamak isteyen gruplar meydana gelmeye başlamıştır.
-Sözü Demirel"le yarıştığınız AP 2. kongresine getireceğim. Orada Demirel"in masonluğu tartışma konusu olmuş, siz seçimleri kaybetmiştiniz.
O kongreye gidileceği zaman genelkurmay başkanı, cumhurbaşkanını aşarak senato ve millet meclisi başkanlarına birer mektup gönderdi, "AP il kongrelerinde AP iktidara gelirse askerden intikam alacağını ifade ediyorlar. Bunu önlemek lazım gelir." diye. Gerçekle alakası yok bunların. AP genel kongresinde Sadettin Bilgiç seçimi kazansa da AP"ye iktidar verilmeyecektir imajı oluşturulmak istendi. Tabii bu da bir yerde yetmedi. Kongreyi topladığımız zaman maalesef, bizim 1962"de, affedilip tahliye ettirdiğimiz eski DP milletvekili, bakan arkadaşlarımızdan 158 tanesi, kongreden bir gün önce Ankara"ya geldiler. Ve 15"er kişilik gruplar halinde otel otel dolaşarak delegelere "memleketin kaderi ile oynamayın. Bilgiç"i seçerseniz asker iktidarı vermeyecektir. Demirel"i genel başkan seçin" diye telkinde bulundular. Ve müessir oldular.
-Masonluk belgesi nasıl rol oynadı burada?
Onu da Demirel"in aleyhine olacak diye bizim dağıttığımızı iddia ettiler. Aslında hiç de öyle değildir. Seçimi kaybettiğimiz halde biz partide herhangi bir bölünmeyi lüzumlu görmedik. Zaten Demirel"e mason değildir diye belge veren Necdet Egeran da 1970"lerde bir gün Ankara"da, Hülya Lokantası"nda Demokratik Parti"den arkadaşlarla yemek yerken, yanıma geldi ve "Sizden özür diliyorum. Benim bu özrümün ne manaya geldiğini Sayın Bilgiç iyi bilirler" dedi. Özür dilemek lüzumunu o dahi hissetti yani.
-Bugünden baktığınızda Süleyman Demirel için ne düşünüyorsunuz?
Maalesef bürokrasinin üst kademesinden gelenler, ister Demirel olsun ister Turgut Özal olsun ister başkaları, hiçbir zaman demokrasiyi gerçek manada benimseyememişler ve sistemin bütünlüğünü sağlayamamışlardır.
-Geçen sürede Demirel"e güveniniz sarsıldı mı?
Demirel aslında meseleyi hiçbir zaman demokratik şartlar içerisinde tutmak istememiştir. Demirel demokrasiyi de memleketi de kendi şahsı ile kaim telakki etmiştir. Halbuki milletler şahıslar ile kaim değildir. İnsanlar gelip geçicidir. Milletler ebedidir. O inanç içerisinde hiçbir zaman olmamıştır. "Benim olmadığım yerde millet olsa ne yarar" gibi bir atmosferin içerisine girmiştir ve bugünkü içinde bulunduğu durum da bunu ortaya koymaktadır.
-Bu kanaate ne zaman vardınız?
1992"den sonra AP"nin açılmasına karşı çıkıp da DYP"nin açılışından sonra bu bende büsbütün perçinleşti.
-Demirel"in yerine siz seçilmiş olsaydınız AP"nin başına, Türkiye"de neler olmazdı?
Türkiye"de partilerin demokrat çizgiden, demokrasiden ayrılmaları mümkün olmazdı.
-Görüşüyor musunuz halen Süleyman Bey"le?
Karşılaştığımız yerde merhabalaşırız. Fakat 1992"den bu tarafa eskisi gibi bir araya gelip herhangi bir meseleyi konuştuğumuz vaki değildir. 1993"te ben kalp ameliyatı olunca beni ziyarete gelmişti. Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Köşk"e davet etti. Ayrılırken ona "Siz meşgulsünüz. Eğer bizimle görüşmek isterseniz davet edersiniz, geliriz, konuşuruz" demiş olmamıza rağmen o bizi aramak lüzumunu hissetmedi. Biz de ondan sonra bir daha aramadık ve gitmedik.
-Herhangi bir husumet var mı?
Yok.
-Demirel"in yakın tarihteki süreçlerde nasıl etkisi olduğunu düşünüyorsunuz?
Partilerin bugünkü bölünmelerinin müsebbiplerinin başında gelen adamlardan bir tanesidir bence Demirel.
(Aksiyon)