Selâhaddin Çakırgil
’Benî Âdem, âza’y-ı yekdigerend..’
(Âdemoğulları birbirleri için, bir bedenin organları gibidirler.)
Bir dost, ’yakın zamanda Irak, Suriye, Ürdün ve Lübnan’a gittiğini, Bağdad, Erbil, Amman Şam ve Beyrut gibi şehirleri gördüğünü, oralarda günlerce kalırken, hiç bir yabancılık duygusu yaşamadığını, hattâ dilimin yetişmediği yerde, göz/ bakış ve kalb diliyle anlaştığını, muhabbetle kucaklandığını, o insanların, özellikle de bizim ülkemize, ve Tayyîb Erdoğan liderliğindeki dönemden itibaren daha bir umutla baktıklarını, büyük beklentiler içinde olduklarını bizzat mühaşede ettiğini’ anlattı..
Ama, bir acısı, bir yürek sancısı vardı bu kardeşin.. Çünkü, ’O diyarlardan ülkemize gelince.. Mardin ve hele de Diyarbekr’de.. Aynı sıcak havayı yakalayamadım.. Benim mi karşıma hep ters adamlar çıkmıştı, yoksa, genel hava mı böyleydi, anlayamadım. Ama, bu durumu, ülkemizin bu bölgesinde, sanki gizli bir dehşet havasıyla sindirilmiş kitleler olduğuna verdim ve elem duydum.. Etnik köken mensubiyetim bile soruldu.. Bunun sorulması da benim için ayrı bir ızdırab kaynağıydı.. Bana, buna göre, bir tavır mı geliştirilecekti; yoksa, ben mi öyle yorumladım bu sorgulamayı, anlayamadım..’ diyor ve ekliyordu: ’Ve şimdi, İstanbul’da onbinleri, belki yüzbinleri aşan bir Suriye’li kitle var, halk onlardan bir rahatsızlık dile getirmiyor ve onlar da huzursuz ve ürkek bir durumda değiller, kendi ülkelerindeler havası içindeler.. Bundan dolayı son derece sevinçliyim..’
**
Oarkadaştan ayrıldıktan sonra, İst.-Fatih Camiinin kıble istikametinde, kahvelerden uzak, ama, bir çaycının oraya da hizmet sunduğu, ağaçlar altındaki gölgelikte, arkalıksız iskemlelerden birine iliştim, kendi kendime düşünüyordum. Benim yüreğim de buruktu, o arkadaşın anlattıklarından dolayı..
Hafif bir ikindi rüzgarı, boğucu sıcak ve rutûbetli havayı tahammül edilir hale getiriyordu. Elimdeki kitabı okuyordum..
Derken, 30’larında birisi geldi.. Selam verdi, kibarca izin isteyip oturdu yanıma..
Tabiatiyle, ’Buyrunuz..’ dedim..
İlişti bir iskemleye.. Sustu biraz.. Ben elimdeki kitaba bakarken, onun beni süzdüğünü hissediyor gibiydim..
Biraz sonra, ’Kimsin bakalım..’ dedim.. ’Seni tanıyalım..’
’Ben ağabey, bir müslüman kürdüm..’ dedi.. ’Diyarbekir- Çermik’den.. Siz filansınız değil mi?’
-Evet.. Ben de sadece bir Benî Âdem’im.. Hz. Âdem’in çocuklarından bir müslüman..’
-Orası öyle.. O açıdan hepimiz öyleyiz, ağabey..
*Ama, beni de Çermikli kabul edebilirsin.. Çünkü, 40-45 yıl öncelerde Çermik’e, Sağlık Bakanlığı’ndaki vazifem gereği, iki-üç ayda bir gider – gelirdim.. O kükürtlü kaplıcalarınıza da girerdim. Bir hidroterapi merkezi oluşturulması planı vardı, n’oldu?’ dedim.
-’Oooo, benden de fazla biliyorsun.. Evet, orası çok modern şimdi.. Ama ben gitmedim..’
Ve asıl soruyu sordu:
-Sen de kürd müsün ağabey dedi..’ dedi.
*’Dedim ya.. Benî Âdem.. Farzeyle ki, bir kürd olsam, ne değişir ki?Kürdçe bilmem..’dedim..
-Ben de öyleyim, ağabey.. Kürdüm, ama, kürdçe bilmiyorum. Annemin anadili kürdçeydi.’
-Burada Teknik Üniversite’de Maden Fakültesi’nde okudum, ama, şimdi, başka bir meslekle meşgulüm.. Sizi birkaç kez dinlemiştim, Üsküdar-Bağlarbaşı ve Fatih- Ali Emirî Kültür Merkezi’nde.. Yazılarınızı da arada bir okuyorum..
*O zaman, Sen o coğrafyada dünyaya gelmişsin, ben de başka bir coğrafyada.. Ve anadil olarak türkçe konuşuyorum.. Ama, senin türkçen benimkinden daha zarif.. Nasıl görüyorsun bu son günlerin gelişmelerini..
-Yani, biraz daha derin konulara girelim öyle mi.. Ağabey, ben rahatsızım.. Ama, bizim oralarda, maalesef yeni bir rüzgar esiyor.. Herkes atgözlüğüyle dolaşıyor gibi.. Biz kürdüz diyorlar ya, çoğu da benim gibi, kürdçe bilmiyor..
*O zaman bu duygular ya da o rüzgar nereden kaynaklanıyor?
-Geçmişte yapılan baskılara bir tepki.. Aslında, ayrı bir devletin olmasını hayal ediyorlar. Ama, Öcalan bu tasavvurlarından zor da olsa ayrıldığını, ayrı bir devlet oluşturma fikrini terkettiğini söylediğinden beri, kendi hayallerini açıkça söyleyemiyorlar.
*Pekiy, bu kadar iç-içe geçmiş bir halkın etnik kökenlerine göre ayrılmalarının nasıl olacağını da söyleyebiliyorlur mı? İstanbul’un en azından üçte biri, kürd kökenli insanlardan oluşur.. Bunca insan nasıl bir ayırıma tâbî tutulacak.. Olacak bir şey mi?
-Onu kimse göze alamıyor.. Ne istanbul’dan, ne Bursa’dan, ne Antalya’dan, ne de başka bir yerden kimse vazgeçmiyor..
*Geçmişin ağır baskı ve zulümlerinden sözediliyorsa, bu zulüm tezgahından, insanı devlet için fedâ edilebilir bir nesne olarak gören o faşist devlet anlayışının cenderesinden halkımızın tamamı da geçmedi mi.. Ve üstelik türklük adına diyerek ve amma, türk etnisitesinden olanların da dünyalarına, temel inanç değerlerine ve yaşayış tarzlarına düşman olarak..
-Onları pek düşünen yok..
*Bak kardeşim.. Ben Karadeniz bölgesindenim ve ilk çocukluk döneminde, yol vergisi denilen bir mereti veremiyen fukara insanların evlerinin penceresinden, tencere-tava, kazan ve sair kap-kaçaklarının dışarı atılıp haczedildiğini ve hele de kadınların ağlayışlarını hayal-meyal hatırlıyorum.. Hakezâ, vergi veremiyenlerin, köy meydanında tahsildarın atının kuyruğuna bağlanarak dakikalarca sürüklendiğini ve daha nice zulümlerin yapıldığını da anlatırlardı..
1945’lerde bile, açlığın kol gezdiği Samsun- Kavak ilçesinden, Çarşamba köylerine gidip, mısır alarak at- eşek sırtında ormanlardan, gizlice köylerine dönen fukara insanların o mısır çuvallarının jandarmalar eliyle delinişini, insanlar seneler sonra bile gözyaşları içinde anlatırlardı. Yani, tam bir faşizm uygulaması.. Bu gibi zulümler sadece kürd kökenli olanlara değil, türk vs. etnisitelerden olduğu kabul edilenlere de uygulandı.. Bunun için ayrılmak diye bir şey düşünülmedi; fırsat ve güç bulundukça siyasî çalışmalarla ıslah yoluna gidildi..
-Ama, ben yine de şunu ifade edeyim.. Hata sizlerde ağabey.. Bugün bu kürd gençlerine hayalî bir devlet idealiyle ve kavmiyetçilik ideolojisiyle cennet tabloları çizilirken.. Sizler kürd gençlerine sahib çıkmadınız.. Kürdlere sahib çıkmadınız..
*Bak kardeşim.. Biz sadece kürdlere değil, türklere, arablara veya başkalarına da kavimlerini esas alarak sahib çıkmak gibi bir anlayıştan uzağız. Dünyaya İslam’ın sosyal hayatı tanzim eden proğramlarıyla bakmaya çalıştığımızdan beri, kendi adıma söyleyeyim, son 40 yıldan bu yana yazılarımız ortadadır, biz insanları / toplumları, her türlü etnik kavramlara göre değerlendirmelerden kaçındık ve İslam Milleti, İslam Ümmeti anlayışı çerçevesinde düşünmeye çalıştık..
– Ama, ’Biz kürdler dört parçaya ayrılmışız, bir olalım..’ deyince… Câzib geliyor bu..
*Bölünmeyen mi var etnik olarak? Emperyalistler tek olan İslam Milleti’ni etnik unsurlara göre böldükten sonra, türkleri, arabları, farsları da farklı coğrafyalarda parça bölük etmemiş mi? Farslar, Afganistan, Tacikistan, Özbekistan ve İran’da; türkler Kafkaslardan, Balkanlar ve Anadolu, Irak, İran ve Suriye’de.. Kürdler, İran, Irak, Türkiye ve Suriye’de; arablar, saymakla bitmez, 25 kadar ayrı ülke halinde..Hattâ sadece Anadolu’da bile, arab etnisitesinden gelen 5 milyon kadar insanın olduğundan ve 100 yıla yakın zamandır, hep dışlanıp, aşağılandıklarından yakınan insanlar var ve büyük çapta doğru da söylüyorlar..
Haa, arablar ve türkler adına yığınla devletler icad edilmiş, ama, kürdler ve farslar adına bir devlet yok; kurulmamış, kurulamamış.. Ama, biz, müslümanlar olarak, ırk ya da etnik unsurlar ya da coğrafî özellikler adına, emperyalistlerin ve şeytanî güçlerin oyunlarıyla kurulan her türlü devlet fikrine karşı çıkmak ve İslam Milleti’nin birliği idealini günlük siyasetlere âlet etmemek gerektiğini düşünmeliyiz..
-İyi de ağabey, bunu kürdlere anlatamazsınız..
*Kardeşim, bizim, karşıtlarımıza göre renkten renge bürünen bir inanç dünyamız ve idealimiz yoktur ve olmamalıdır.. Dediğiniz gibi, filanlara anlatamazsak, anlatamayabiliriz. Ama, türk etnisitesinden olduklarını söyleyenlere de anlatamıyoruz.. Arablara veya başkalarına da.. Kürdlerin içinde yığınla müslüman, kürdçü eğilimlere yatıyor da, türklerin içinde, veya arabların içinde, veya başkalarının içinde de etnik üstünlük adına benzer savrulmalar olmuyor mu?
Ama, biz insanlara ırkların, etnik kökenlerin fazileti, üstünlüğü veya nâkıslığı üzerine söz söylemek değil, söylememek mecburiyetindeyiz.. Biz müslümanlar herhangi bir ırk veya etnik unsur adına devletler kurulmasının bile, bizim birliğimizin temeline ve dimağlarımıza kezzap dökülmesi mesâbesinde olduğunu asla unutmamalıyız.. Bizim çağrımız toplumlarda güçlü şekilde mâkes buldukça, yankılandıkça, emperyalist-şeytanî odaklar da İslam Milleti’nin değişik entisite ve cağrafyalardaki kesimlerini birbirlerinden koparacak şeytanlıkları daha bir tahrik ediyorlar. Mes’ele bu.. Bu oyuna gelmeye devam edemecek miyiz, etmiyecek miyiz?
Kitabullah, bize, ’Sizin en üstününüz, taqvâ ve fazilette, Allah’ın yasaklarından sakınmakta en ileride olanınızdır..’ buyurmuyor mu, ’İnne ekremekum indallahe etqâkum..’ âyetiyle..
Yüce Peygamber (S), ’Ey insanlar hepiniz Benî Âdemsiniz, Âdem ise, topraktandır..’ buyurmadı mı?’
Şeyh Sadi-i Şirazî de asırlarca önce,
’Beni Âdem âza-y’ı yek-digerend
Ki, ez-aferineş zi-yek govherend..’
(Âdemoğulları/ çocukları., bir bedenin organları gibidirler.. Ve yaratılışta, aynı cevherdendirler..) dememiş miydi?
*
Çermikli kardeşle bu sohbetimiz sürerken, minarelerden bir ses yükselmeye başladı..
’Allahu Ekber.. Allahu Ekber..’
Yüzlerce insan Camie doğru hareket ediyordu.. Biz de o tarafa doğru gidiyorduk.. Ama, bizi cezbeden o ses ve söz, bizim ruhlarımızı, beyinlerimizi ne kadar şekillendiriyordu, acaba?
*
Selahaddin E. Çakırgil ([email protected])
dirilişpostası