Bilim Neyi Biliyor?
Zaman gazetesi yazarlarından Ali Ünal'ın bilimi ve bilim adamlarını sorguladığı yazısı...
19'uncu asrın malûmat birikimleriyle mağrur fizikçileri, kâinattaki bütün olguları açıklayabileceklerini iddia ediyorlardı. Prusya Akademisi'nde 1880 yılında Leibniz'in hatırasına düzenlenen bir toplantıda E. Dubois Reymond ise, biraz daha mütevazı konuşuyordu: "Kâinatta açıklanmadık yedi muamma kaldı.
Üçünü şimdilik çözemiyoruz: Maddenin ve kuvvetin aslî mahiyeti, hareketin özü ve kaynağı, şuurun mahiyeti. Geriye kalan dört muammadan üçünü ne kadar zor da olsa çözebiliriz: Hayatın menşei, kâinattaki düzen ve bundaki görünür sebep, bir de düşünce ve dilin menşei. Yedinci muammaya gelince, bu konuda hiçbir şey söyleyemiyoruz: İnsan iradesi."
Bilim, sadece bunları değil, varlığın bilinmesi gereken hiçbir aslî yanını bilmiyor. Düşünceyi bilmiyor da, konuşmayı, düşünme ile konuşmanın aynı anda nasıl gerçekleştiğini biliyor mu? Dilin menşeini bilmediği gibi, dillerin, ırkların, renklerin menşeini ve farklılaşmasını biliyor mu? Varlığın, eşyanın "nasıl"ıyla, sadece çeperiyle uğraşan bilim, bunların mahiyeti konusunda ne biliyor? O, bildiğini zannettiği insan vücudunun ana yapı taşı hücreyi bile bilmiyor. Bilse idi, bugün insan ölümlerinin birinci sebebi olan kanserin sebeplerini ve çaresini bilebilirdi. Bunu keşfettiği anda ise karşısına hücre konusunda en az yüz başka bilinmeyen çıkacaktır. Moleküler biyofizikçi Harold Morowitz, bir hücrenin bütün kimyevî bağları çözülse, onların tesadüfen tekrar toplanıp hücreyi oluşturma ihtimalinin 1/10 üzeri 100.000.000.000 olduğunu, söz konusu rakamı hayal bile edemeyeceğimizi, dolayısıyla mutlak ilim ve kudret sahibi Allah'ın varlığının zarurî olduğunu söyler. Bütün insanlık, bilgilerini ve imkânlarını bir araya getirse, bırakın tek bir insan hücresi yapmayı, bileşenleri dağılmış bir bitki hücresini bile yeniden oluşturamaz.
Bilim, söz gelimi, beş duyu eyleminin mekanizması hakkında birtakım bilgilere ulaşmakla, beş duyu eyleminin nasıl gerçekleştiğini bilebilmiş mi oluyor? Bütün duyu eylemleri birer idraktir; kendinden ve ne yaptığından habersiz beyin midir gören, işiten, hisseden? Seven, acıyan, inanan, karar veren...beyin midir? Aynı maddî malzemeye rağmen âdeta namütenahî ve namütenahî seviyede ferdî farklılaşmanın, karakter farklılıklarının kaynağı nedir? Bilim, bunları biliyor mu? Kâinatın bir eşya yığını değil, mahiyetini bilemediği, şimdilik sadece maddî varlığın bir boyutu olduğunu varsaydığı uzayda paketçikler (quantumlar) halinde seyahat eden enerji dalgaları olduğunu ileri süren quantum fiziğine göre, kâinatı tanıyıp tanımlayabilmemiz ve bir an sonra nasıl ve ne durumda olacağını tahmin edebilmemiz bile mümkün değil. Çünkü, bir parçacığın nerede olduğunu ve hangi hızla seyahat ettiğini bildiğimizi sandığımız aynı anda bu her iki hususu bilemez oluyoruz. Şundan ki, parçacığı ölçme ve inceleme teşebbüsümüz onun davranışıyla birlikte hızını ölçme pozisyonunu, pozisyonunu da ölçme hızını değiştiriyor. Ayrıca, bir hareketin gerektirdiği paketçikler o harekete has ve bir önceki hareket için gerekli paketçiklerden de bağımsız olarak var oldukları için, kâinatın her bir an gerçekte ne durumda bulunduğunu bile söylemek imkânsızlaşıyor.
Elbette bütün bunları da keşfeden bilim. Bilimin gerçekte ne olduğunun, ne olabileceğinin farkında bulunan bilim adamları, artık her meselede ihtiyatı ve alçakgönüllülüğü elden bırakmıyor ve büyük iddialarda bulunmaktan kaçınıyorlar. Malûmatları arttıkça cehaletlerinin de arttığının ve bilimin cehaletinin farkına varmış bulunuyorlar. Ama, Türkiye'de bilimden, bilim felsefesinden habersiz bazı 19. asır pozitivizminin artıkları var ki, bunların hiçbir şey öğrenmesi mümkün görünmüyor. Böyle olunca da, sadece bilim değil, sanki kendileri de her şeyi, yalnız bilimin konu edindiği ve hakkında cehaletini ilan ettiği dış dünya değil, onun ötesindeki sonsuz iç dünya hakkında da her şeyi biliyormuşçasına İslâm ile, namaz ile, dua ile uğraşıyor, hattâ alay bile edebiliyorlar. Bunları muhatap almak lüzumsuz; ama ne var ki, onları entelektüel ve gerçekten bir şey biliyor zannedenler var.
Ali Ünal / Zaman