Selâhaddin Çakırgil
"Bir haşereye, bir haşerenin musallat olması" ve paradokslar...
"Bir haşereye, bir haşerenin musallat olması" ve paradokslar, acı dersler..
Libya"daki gelişmelerle ilgili olarak, hangi ve nasıl duygular içinde olabiliriz?
42 yıldır, -itiraf etmek gerekirse, Libya halkına, kendinden önceki Kral İdris es"Senûsî"ye göre daha fazla hizmet ettiğinin kabul edilebilecek olan ve amma o halkı- daha çok da soytarılık ve de petrol zenginliğinin verdiği şımarıklıkla yöneten bir "delifişek"in, daha sonra nasıl bir "çılgın" ve "kasab"a döndüğünü gördük..
Halk nihayet isyan etti, ayaklandı ve ülkenin başkenti olan Trablus dışında hemen bütün yerleşim birimleri ayaklananların, direnişçilerin eline geçti..
Ama, bu direnişçi güçlerin tecrübesiz, teşkilatsız ve de askerî açıdan eğitimsiz olmaları karşısında, Gaddafî, hava üstünlüğüne dayanarak, bu yerlerin büyük bir kısmını yeniden kendi kontrolü altına aldı.. Başkent Trablus"un batısında, 50 km. uzaklıktaki Zâviye ve Tunus sınırında, 200 km. kadar uzaklıktaki Zuwara şehirleri şiddetli kabile savaşları sonunda, Gaddafî tarafdarlarının eline geçti. Daha sonra, Gaddafî güçleri, doğuya yöneldi ve geçen hafta da, önemli petrol ihraç limanları olan Ras Lanuf ve Brega"yı ve Bingazi yolu üzerindeki Ecdebiye"yi kara, hava ve denizden gerçekleştirilen operasyonlarla ve kanlı çatışmalar sonunda tekrar kontrol altına aldı.
Gaddafî güçleri, Libya"nın ikinci büyük şehri olan 700 bin nüfuslu Bingazi"ye doğru ilerlerken.. Son derece hışımlıydı ve de gururlu..
Nitekim, 17 Mart günü yaptığı konuşmada, kendisine karşı çıkanların, Direnişçiler"in Mısır"a doğru kaçmaktan veya ölmekten başka bir tercihlerinin kalmadığını söylüyordu..
Ve amma, yine o demlerde, emperyalist güç merkezleri de, bu gelişmeleri fırsat bilerek, BM. Güvenlik Konseyi kararıyla ve elbette insan haklarını ve sivil halk kitlelerini korumak adına, sahneye kurtarıcı olarak çıkmanın hazırlıklarına girişmişlerdi..
Nihayet BM. Güvenlik Konseyi 17-18 Mart gecesi toplandı ve 15 üyeden 10"nun (Evet), ve diğerlerinin de çekimser oyuyla, Libya"ya bir yığın sınırlamalar getirdi, başta Libya hava sahasının her türlü askerî ve sivil uçuşlara kapatılması başta olmak üzere.. Bu karara göre, askerî işgal dışında, her türlü tedbire başvurulabilecekti.. Ve ayrıca, Gaddafî rejimi de, her türlü askerî operasyonları durdurmalıydı..
Gaddafî ve oğlu Seyf ise, Saddam"ın son döneminde, 2003 Baharı"nda, Enformasyon Bak.Gen. M. Sahafî"nin komik ve kuru-sıkı tehdidlerini hatırlatacak şekilde, "Bize müdahale ederseniz, siz zararlı çıkarsınız, Akdeniz"i cehenneme çeviririz..Pişman ederiz.." diyorlardı.. Oğul Gaddafî ise, "Gaddafî"nin hiçbir emperyalist güç karşısında eğilmeyeceği"ne dair nutuklarını tekrarlıyordu, babasını, "Afrika"da emsali görülmemiş bir büyük lider , bir melik"ul mulûk, / krallar kralı.." diye niteleyerek..
*
Güvenlik Konseyi adına alınan kararlar karşısında, Gaddafî yönetimi, ilk anda bir şaşkınlık geçirdi ve bütün operasyonları durduğunu açıkladı, ama, sonra, getirilen sınırlamaların kendilerine hayat alanı bırakmadığı kanaatiyle, mücadeleye devam kararı aldılar.. Emperyalist dünya da, müdahalenin kendi menfaatlerine en uygun nasıl olabileceğinin fırsatını kolluyorlar, hesabını yapıyorlar..
19 Mart günü, Gaddafî"nin, Güvenlik Konseyi kararını geçersiz sayması, bunun neticesi..
Ve ulaşan haberlere göre, Gaddafî"nin kara güçleri, Bingazi"ye yaklaşmış bulunuyor..
Amerikan Başkanı Barack Hussein Obama ise, Gaddafî"nin kendi halkına karşı cinayet işlediğini ve meşruiyyetini kaybettiğini, çekilmesi gerektiğini ihtar etmekte.. İngiltere, Fransa ve İtalya ise, Gaddafî rejimine darbe vurmak çin hazırlar..
Bu durumda, emperyalizmin her türlü müdahalelerine haklı olarak hep karşı çıkan insanlar şimdi bir çelişki içinde bulunuyorlar.. Çünkü, görünüşe bakılırsa, Gaddafî, emperyalizmin saldırısına uğrayan bir mazlum durumunda.. Ve ona karşı ayaklananlar ise, Gaddafî"nin ifade ettiği gibi, zâhiren, emperyalistlerle işbirliği yapan kuklalar, uşaklar durumunda..
Gerçekte ise, Gaddafî, kendi halkına karşı bir "çılgın kasab".. Ve o direnişçi halk kitleleri ise, Gaddafî"den kurtulmak için, artık her çareye başvurmak zorunda kalmanın çaresizliği içinde..
Bu durum karşısında, biz kimin yanında veya karşısında tavır takınacağız ve nasıl?
Ya da, içine düştüğümüz paradoksal durumdan nasıl kurtulacağız?
*
Bu satırların sahibi, şahsen, "Allah, bir haşereye başka haşereleri musallat edebilir.." diye değerlendirmeye çalışıyorum, durumu..
Ve daha acısı, Bingazi"deki Direnişçiler, daha güç duruma düşmeden, Güvenlik Konseyi"nin kararlarına ve emperyalist emeller için de olsa; bu Libya Kasabı"na karşı, birilerinin bir an önce harekete geçmesini sabırsızlıkla bekliyorum..
Ne acı..
Tıpkı, Bosna ve de Kosova"da yüzbinlerce insan, sırf müslüman oldukları için bir katliâma tâbu tutulurken, başka çare kalmayınca, NATO müdahalesini bekler duruma gelişim gibi..
Evet, biliyorum, bu, son derece paradoxal, çelişkili bir durum..
En karşı olduklarımızdan çözüm beklemek gibi bir paradoks..
Ama, Allah"u Tealâ"nın "Bir haşereye başka haşereleri musallat edebileceği"ne inanıyor ve bu ihtimallerle kendimi teselli ediyorum..
Yine biliyorum ki, emperyalistler, şeytanî güçler elbette kendi emellerine göre bir takım hesablar içinde olacaklar. Ama, merhûm Ali İzzet Begoviç"in, Bosna Trajedisi"ni sona erdirmek ümidiyle, gerçekte bir emperyalist dayatma olan Dayton Andlaşması"nı çaresizlik ve gözyaşları içinde imzaladıktan sonra, "Ben bu kadarını kurtarabildim, Bosna"nın.. Daha ilerisini de gelecektekiler kurtarsın!" demek zorunda kalışı gibi bir durumla karşı karşıyayız.
Ve, kaçacak yeri olmadığı için, mücadeleden başka çaresi kalmadığını gören Gaddafî için, direnmekten başka bir yol kalmadıysa, direnecek ve belki de materyalist dünyanın siyasetini, o dünyanın menfaatleri adına, adına rehin alacaktır..
Nitekim, Gaddafî"nin Obama ve müdahale yanlısı diğer liderlere yazdığı ve 19 Mart sabahı medyaya yansıyan mektubunda, onun bu çaresizliği de yansımakta..
El"Cezire'nin haberine göre, Gaddafî"nin, Amerikan Başkanı'na gönderdiği ve "Oğlumuz Sayın Barack Huseyn Obama'ya. Sana daha önce de söyledim. Allah korusun Libya ile B. Amerika savaşa girse bile, sen bizim oğlumuz olarak kalacaksın. Bizim gözümüzdeki resmin değişmeyecek. Senden aynı imajı korumanı istiyorum.." ifadelerinin bulunduğu mektubunda, bir psikolojik savaşın inceliklerine de başvurduğu görülmekte.. Bazı çevreler, buradaki "Oğlumuz.." ifadesini, Obama"ya, "Oğlum" diye hitab ettiği şeklinde anlamışlarsa da; bu sözlerden, Obama"nın Afrika"lı köklerine işaret ve ona, "Sen Afrika"nın oğlusun, bizim oğlumuzsun.." mânasını çıkarmak gerekir.; başka türlüsü, diplomasi dilinde kabul edilemiyecek bir durum olurdu..
Gaddafî, sözkonusu mesajında, Libya halkının kendisiyle birlikte ölmeye hazır olduğunu iddia ediyor, "isyancı" dediği güçlere karşı sürdürdüğü silahlı mücadeleyi de savunuyor ve Obama"ya, "Eli silahlı El-Qaide militanları senin ülkendeki şehirleri kontrol etseydi, sen ne yapardın? Söyle, ben de aynı yolu izleyeyim.." demekteydi, ama, onun bu savaş oyununda her türlü argümandan, işine nasıl gelecekse, o yönde istifade etmek istediği şeklindeki pragmatistliğinin yansıdığını da görmek gerekiyor.. Çünkü, hiçbir sâbit ve ahlâkî değeri olmayan, her değeri işine geldiği şekilde , evirip çevirerek kullanabilecek bir kişi olduğunu gösteren bu gibiler karşısında sağlıklı yorumlar yapmak ve tavrılar belirlemek çok zordur.. Ama, sahi, B.Amerika"da benzer bir durum olsaydı, Obama veya bütünüyle Amerikan sistemi ne yapardı? Bunun cevabını veya ipuçlarını, 1863- Amerikan İçsavaşı en net şekilde göstermemiş miydi ve daha yakın zamanda da, 1995"lerde, Davidian Tarikatı"na karşı girişilen kanlı imha hareketleri yeteri kadar vermiyor mu?
Gelişmelerin inşaallah, haklı insanların lehine tamamlanacağı ümidiyle..
* **
Emperyalist güçler, Bahreyn, Yemen vs. gibi ülkelerde de aynı sahte kurtarıcı taktikten istifa etmek gibi bir yolu açarlarsa, n"olacak?
Libya"daki bu gelişmeler yaşanırken..
Bahreyn"de, müslüman halkın haftalardır süren silahsız -barışçı ve de hak ve adâlet isteyen gösterilerini, Bahreyn Sultanı"nın Suudî Krallığı ve Qatar Emirliği"nden yardım talebinde bulunarak getirttiği askerler aracılığıyla, ortalığı kana bulaması ve hattâ başkent Manama"nın Lû"lû (İnci) Meydanı"nda bulunan 300 metre yüksekliğindeki ünlü İnci Anıtı"nı da, "bu isyanı hatırlatacak kötü bir anıt haline dönüştüğü" gerekçesiyle yıktırması ibret vericidir..
Bahreyn Sultanı Hammad Âl-i Khalîfe ne yaparsa yapsın, artık kan gölü üzerinde oturan ve kendi halkına zorla, ve de başka ülkelerden çağırdığı güçlerle galebe çalabilecek kadar zayıflamış bir rejimin başında olduğunun işaretlerini daha bir vermiştir.. (Bu arada, Bahreyn"deki bu gelişmeler olurken, İİC medyasının, genel olarak ve günler boyu, "Bahreyn şiîlerinin katliâmına İran seyirci kalmıyacaktır.." diye şeklinde manşetler atması ve sadece şiî halk kesimlerine sahib çıkılıyor gibi bir görüntü verilmesi yanlıştı.. Üstelik de bir şey yapılması, öyle kolay değildi.. Nitekim, şimdi de aynı medya, ağız birliği etmişçesine, manşetylerde, Bahreyn diktatörünün, şiîleri katlettiğinin feryadını yükseltiyor..
İİC"nin bu gibi durumlarda diplomatik veya askerî açıdan hemen bir tepki vermesinin ise, öyle kolay olmayacağı açık.. Çünkü, dünya dengelerini gözetlemeden bir müdahale, çılgınlık bile olabilir.. Bu gibi durumlarda, şiî veya sünnîlere veya belirli bir dinden veya mezhebden olanlara değil, bütün mazlum, mustaz"af ve bütün ezilmiş kitlelere sahib çıkılmak istendiğinin mesajı verilmeli ve hangi din veya mezhebden olursa olsun, her türlü zorbalara ve zorbalıklara karşı çıkılması gerektiğini bir daha hatırlatalım..)
*
Aynı şekilde, Yemen"in başkenti San"a"da da, 18 Mart günü, Cuma Namazı"ndan sonra, halkın üzerine 32 yıllık Ali Abdullah Salih rejimi güçlerince açılan ateş sonucunda, ilk belirlemelere göre hayatını kaybedenlerin 50"yi aştığı ve yüzlerce de yaralı olduğu anlaşılmaktadır..
Bu katledişlerden, öldürmelerden meded umuşlar, halkları sindirecek midir; yoksa, yangına benzinle gitmek mesabesinde bir etki mi meydana getirecektir, bunu öünümüzdeki günler gösterecektir..
Ama, arab diyarlarında başlamış olan direniş hareketlerinin, halklara zorla, iradeleri dışında tahakküm eden bütün rejimlerin temellerini sarsmakta, çatlatmakta olduğu görülmektedir.. Bu bakımdan, zorbalıkla ya da palyatif tedbirlerle durumu kurtarmaya çalışan bu rejimlerin çıkış yolu bulamıyacaklarını anlamak zor değildir..
Bu durumda, bazı ülkelerin kendi sistemlerini bir ni"met gibi sunup, hele demokrasinin faziletlerinden meded umdurucu söylemler geliştirerek sergilenen bir açıkgözlük ve açgöçlülük karşısında, müslüman halaklar oyuna gelecekler midir, onu da önümüzdeki zaman dilimi gösterecektir.. Ancaak, açık olan şu ki, emperyalist güçler, bu gibi yanıltıcı çözüm yollarıyla, bütün müslüman toplumların kaderleri ve üzerinde tekrar sözsahibi olmaya kalkışacaklardır.
Unutulmamalıdır ki, müslüman coğrafyalarındaki bu zorba rejimlerin herbirisinin de 90-100 yıl öncelerde, Osmanlı Devleti"ne tarih sahnesinden el çektirilirken, onun enkazı üzerinde emperyalist güç odaklarınca oluşturulmuştu. Şimdi, uyanan halklar bu dengeleri değiştirmeye kalkışırken, emperyalist güç odakları, bu yeni duruma karşı da hemen kendi değer ve sistemlerinin kurtarıcı olduğu gibi bir iddiayla sahneye "kurtarıcı" olarak fırlamakta, kendi kendi değerlerini ve menfaatlerini garanti altına alabilmek için, devreye girmiş bulunmaktadırlar.. Halbuki, çözüm ve çare diye sundukları sistem ve ilaçlar, yine aynı laboratuarlarda üretilmiş aynı sihirli, yanıltıcı ilaçlar..
Bu bakımdan, müslüman beyinlerin, bir bataklığa karşı çıkarken, başka bataklıklardan meded ummak gibi bir yanlışa düşmemeleri ve inanç değerlerine göre bir çıkış yolunu bulmaya çalışmaları, inanaçlarına göre bulacakları çözüm yollarını bulmaya yoğunlaşmaları gerekmektedir.. Bunun için de, "İslam"da, halklara zorla hükmetme hakkının bulunmadığı" kuralını da asla unutmaksızın ve bunu temel ölçü alarak..
Yoksa, emperyalist odaklar, insanlar hakları ve halkların özgürlüklerinin korunması adına, müslümana coğrafyalarında, hepimizin ensesinde boza pişirmeye daha çoook kalkışacaklardır. Bir takım zâlimlerin devrilmesi, bazı taşların yerinden oynaması açısından elbette iyidir; ama, onların yerine yeni zâlimlerin, yeni diktatörlerin gelmemesi için, çaremiz ne ve nasıl olmalıdır, evet, bunları müslümanlar olarak biz bugünden düşünmek ve bulmak zorundayız. Yoksa, büyük sosyal buhran zamanlarında, başkaları bize, kendi zehirlerini ilaç olarak içirmeye devam edeceklerdir..
haksöz