Abdurrahman Dilipak
Bu acıyı anlamaya çalışalım..
Oh olsun!" demek kolay.. "Bize çektirdiğiniz acıları şimdi de siz tadın" demek de kolay.. Madem biz o acıyı tattık, başkası tatmasın!.. Hani "Allah düşmanımın başına vermesin" derler ya, işte o hesap..
Aliya İzzet Begoviç, Bosna halkına, hemen savaştan sonra böyle sesleniyordu.. Eminim içlerinden bazıları gerçeği fark edecek ve bir gün yaptıklarından pişmanlık duyacaktır.
Ergun Babahan geçen gün bu ruh halini yazdı. 28 Şubat"ta Refah-Yol hükümetinin kurulmasından sonraki ruh hallerini anlattı. Ama Babahan, bugün, o gün yaptıklarını acı bir hatıra olarak anlatıyor..
Bir Lâikçi Kemalistin arkadaşlarına gönderdiği aşağıdaki mesajı, birlikte okuyalım isterseniz... "Arkadaslarım, Vatan gazetesinden size bir haber yolluyorum. Üşenmeden Sakarya"da isimli ikinci resme tıklayın ve oradaki resimleri inceleyin. Dikkatinizi çekerim, Sakarya dedim. İran demedim. Bakınız Canım Memleket"im ne hallere düştü. Son resimdeki kadınların hepsi de çarşaflı, dikkatinizi çekerim. Eskiden hatırladığıma göre erkeklerin dinî kıyafetlerle sokağa çıkmaları yasaktı. Cübbe ve takke camide giyilebilirdi. Tüylerim diken diken. İçimden ağlamak geliyor. Atatürk"ümden özür diliyorum !!!!!!! Serpil."
Olaya estetik açıdan, ya da temizlik açısından, dinî-kültürel haklar açısından bakmıyorlar.. Siyasi ve ideolojik açıdan bakıyorlar ve birilerinin nasıl giyinmesi gerektiğine kendileri karar vermek istiyorlar.. Ama başkalarının kendilerine karışmasını asla istemiyorlar..
Vatandaki haberi ve fotoğraf galerisini eklemiş mailinin sonuna.
Her gün bu acıyı yaşıyorlar..
Kendi kızı-oğlu ile İmam-Hatipli çocukları kıyaslıyorlar, aile içi anlayış, başarı puanları canlarını sıkıyor..
Komşuları başörtülü hanımı arabada görünce kendileri, dolmuş beklerken kahroluyorlar..
Gül ve hanımını, Meclis Başkanı ve hanımını, Başbakan ve hanımını görünce de kahroluyorlar..
Lâikliğin ve Atatürkçülüğün bekçisi sandıkları birilerini, polisler arasında giderken görünce kahroluyorlar..
Kafaları hâlâ faşizan kalıpların biçimlendirdiği bir dünyaya şartlanmış olacak ki; "nasıl dinî kıyafetle sokağa çıkabiliyor bunlar" diye soruyorlar. Dün şapkasız sokağa çıkmak yasaktı, bugünkü sokak görüntüleri onları çileden çıkartıyor..
Lâikliğin sembolü olarak ellerinde kala kala rakı şişesi ve çıplaklık kaldı..
Aslında bu kişilerin psikolojik olarak rehabilite edilmesi gerek.. Bazılarının tedavisi nerede ise imkânsız. Ciddi anlamda bu konuyu "fobi" haline getirmişler.. Şartlanmışlar.. Allerjik tepki veriyorlar..
İmam Hatipte iken İskilipli"nin başına gelenleri bilirdik bilmesine de, başımıza geçirdikleri beyaz şeritli şapkayı giymeden okulun kapısından içeri almazlardı bizi.. Bugün kravat takamamamın arkasında, hâlâ o günkü baskılar var..
Nasıl bir çaresizlik ki bu, kravatı cebimizde taşırdık. Naylon kravatımız vardı. Onu bağlamamak için de yakamıza bir klipsle tutuştururduk.
Zorla çağdaşlık, ancak bu kadar olur..
Bunlar, bize yaptıklarını görmezden geliyorlar. Bir kısmı bilmese de, büyük bir kısmı bilmek istemiyor. Bu gerçekleri şuur altlarına ittiklerinden, geçmişte kendilerinin bize yaptıkları onların vicdanlarını rahat bırakmıyor ve şimdi iktidar ve servet el değiştirirken, bizim de bir gün kendilerine aynı şeyleri yapmamızdan, devrik sabık duruma düşürmemizden, intikam almamızdan korkuyorlar.. Korkuları buradan kaynaklanıyor. Kendi geçmişlerinden korkuyorlar aslında ve bunu bize yansıtıyorlar..
Aslında çoğunun Atatürk, Lâiklik, Cumhuriyet"in temel ilkeleri dedikleri şey, bunların umurunda bile değil. "6 ok"u say" desen sayamaz bunların çoğu.. Ellerinde taşıdıkları pankartları bile okumamıştır bunlar. Atatürkçülerin % 95"i Nutuk"u bir kere olsun okumamışlardır.. Onlar, bunları kendileri için bir kalkan, zırh, statü aracı olarak görüyorlar.. Seküler birer ikona dönüştürdüler bunları..
Nazar boncuğu ya da evlerin kapısına asılan nal, kuru kafa neyse, o birileri için bazı semboller.. Bunların başında da içki ve çıplaklık geliyor.. Hani bu konuda bir anda çağdaşlık, bilim, özgürlük, insan hakları filan her şey berhava olabiliyor. Kırmızı görmüş boğa gibi saldırıyorlar.. Yeşil görmeye bile tahammülleri yok. Hani Allah bilir AK Partili belediyelerin ağaç dikim ve çim kampanyasını bile bununla açıklayabilirler. "Her tarafı yeşile boyuyorlar" diye içlerinden geçiriyor olabilirler.. Bunların milletvekili, trafoları eski Türk Evleri şeklinde boyanmasından bile rahatsız olmuş, her tarafa "Mescid açıyorlar" diye basına açıklama yapmışlardı.. Durum bu seviyede vahim..
Ergenekon"un avukatlığına soyunmaları da bundan. Ya sıra kendilerine gelirse... Türk-Kürt-Sünni-Alevi-Arap, Ermeni, Rum, Yahudi kime hayırları dokundu ki!.. Varlık vergisi, İstiklâl Mahkemeleri, Tunceli yasası, İrtica yaygarası, Menemen hadisesi.. Bir dokun, bin ah işit!
Eminim geceleri uykuları kaçıyordur.. Rüyalarında bile rahat değillerdir.
Bunlara kızmak değil, acımak gerek. Bunları anlamaya çalışın lütfen.
Onlar da bir gün gerçeği görecekler.. Onların gözleri var görmüyorlar, kulakları var duymuyorlar, kalpleri var hissetmiyorlar. Görmek istemeyenden daha kör, duymak istemeyenden daha sağır kim olabilir?..
Onları anlayın lütfen! Başörtülüleri görüyor, korkuyorlar. İmam Hatiplerin önünden bile geçerken tüyleri diken diken oluyor. Cami cemaatinden korkuyorlar. Ezan duymak bile istemiyorlar. Hele bir de ölüm denen hadise yok mu?.. Her ölünün arkasında derin bir korku yaşıyorlar. Onun için mezarlık önünden bile geçmek istemiyorlar.. İmamın önüne konmak ve ahiret günü hesaba çekilmek.. Onları anlayalım lütfen. Onun için Zincirlikuyu mezarlığının kapısındaki "Her nefis ölümü tadacaktır ve dönüş yalnız O"nadır" ayetinin yazılı olduğu tabeladan rahatsızlık duyuyorlardı. Onlar mezarlığın hemen karşısındaki Ayyıldız mayolarının mayolu manken resimleri ile lâiklik ve çağdaşlığın meydan okuması ile teselli buluyorlar..
Aslında kaderlerine razı olup sussalar, susmak bile onlar için bu yaranın, korkunun derinleşmemesi için bir fırsat olabilir. Özür dileseler, bu vicdan zonklamasından kurtulabilirler aslında. Ama kendileri bilir..
Selam ve dua ile..