İbrahim Karagül
Bu hükümet gitmeli
İran'dan Lübnan'a, Yemen'den Suriye'ye kadar "kimlik savaşları"nın temellerinin atıldığını farkediyor musunuz? Daha da kötüsü, "kimlik çatışmaları" normalleşiyor, kitleler üzerindeki ürkütücü etkisi azalıyor, bir çoğumuz "seçeneksiz" biçimde bu eğilime teslim oluyoruz.
Bölgedeki otoriter rejimler, monarşiler, mafyalaşan yapılar iktidar gelecekleri için son şans olarak bu çatışmaya yatırım yaparken, bölge dışı merkezler "İslam kendi içinde savaşacak" tezini gerçekleştirmek için yerel iktidar artıklarıyla aynı hesapları yapıyor.
Bizlere, bu coğrafyanın insanlarına birbirini boğazlamaktan başka seçenek bırakılmıyor sanki. İyilik isterken, özgürlük ararken, zulümden kaçarken, adalet peşinde koşarken bile yolumuz iç çatışmadan, birbirimizle hesaplaşmadan, zihinlerimizi ve kalplerimizi ayırmadan geçiyor. Maalesef, öyle bir hale geldik ki, bu uyarıya dikkat çekenlerimiz, aslında bu konuda gerçek anlamda hassasiyet göstermesi gerekenlerin saldırılarına maruz kalıyor.
Arap Baharı, kitlelerin artık bir şeyleri değiştireceğinin göstergesi oldu. Sokakların sesiyle, öfkesiyle yerel ve uluslararası güç merkezlerinin projeleri arasında kıyasıya bir mücadele başladı. Bazı bölgesel güçler, Arap Baharı'na destek veriyormuş görünürken aslında değişim dalgasını tıkayan roller üslendi.
Bölgesel güç dinamikleri hesaplarını ayrışmaya, kimlikler çatışmasına ayarladılar. Haritaya bir bakın: İran, Irak, Suriye ve Lübnan'daki Hizbullah ile Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Ürdün gibi ülkeler arasında karşılıklı cephe şekillendi ve bu cephe giderek sertleşiyor. Suriye meselesinin böylesine sancılı, acı verici olmasının sebeplerinden biri Şam yönetiminin gaddarlığı ise, ikincisi bu cepheleşmedir.
Aylardır Irak'ın pozisyonu, Irak-Türkiye ilişkilerinin gerilmesi, Bağdat'ın ikinci bir İran gibi hareket etmesi ve Şam yönetimine tam destek vermesi tartışılıyor. Mesele sadece Nuri El Maliki'nin "tek adam"lık, diktatörlük hayalleri değil. Maliki yönetimindeki Irak'ın İran-Suriye-Hizbullah ekseninde merkezi bir pozisyon almasıdır.
Bir işgal yönetiminin, "Suriye'ye dış müdahaleye karşıyız" açıklamasındaki çarpıklık herkesin dikkatini çekiyor olmalı. Maliki'nin; "Türkiye Suriye'nin iç işlerine karışmasın" şeklindeki sözlerinin, "Irak'ın içinde bulunduğu durum" yüzünden ne kadar anlamsız olduğu ortadadır. Bağdat'ın, Şam yönetiminin ağabeyliğine, koruyuculuğuna soyunması Irak politikası değil, o "eksen"in tavrıdır. Irak yönetimi, bu tavrıyla bir yandan "tuhaf" bir hal alırken diğer yandan ülkeyi paramparça ediyor. Kuzey Irak Kürt yönetimi Bağdat'la ilişkileri neredeyse koparırken Tarık Haşimi'ye yönelik tutuklama kararı ile Sünnilere yönelik de bir tür tasfiye süreci başlatıldı.
Bağdat'tan gelen son haberler oldukça dikkat çekici. Maliki'yi düşürmek için 172 milletvekilinin imzası toplandı. Maliki ise, "güvenoyu alamaması durumunda ülkenin güneyinde bağımsız devlet ilan edeceği" tehditleri savurmaya başladı. Irak'ın önemli siyasi figürlerinden Mukteda Sadr'ın çıkışı oldukça dikkat çekici: "Irak'ın birliği Maliki'nin şahsiyetinden daha önemli" sözü ile Sadr, Irak'ın mezhep ve etnik kimlikler üzerinden bölünmesine karşı tavır almış görünüyor.
Türkiye'nin; Şam ve Maliki liderliğindeki Bağdat'la ilişkileri koptu. Beşşar Esed ve yönetimi Suriye'de, Nuri El Maliki Irak'ta iktidar olduğu müddetçe bu iki ülke ile eski günlere dönüşü imkansız.
Irak'ın, bölgenin hatta Suriye'nin iyiliği için Maliki yönetiminin devrilmesi, bu hükümetin gitmesi gerekiyor. Tamamen mezhep eksenli bir devlet oluşturup bölgesel çatışmaya yönelmekten, Tahran'da pişirilenleri Bağdat'ta servis etmekten başka düşüncesi olmayan bir yönetimin temsilcisi Maliki. Bu yüzden de iktidarda kalması, hem Irak için hem de bölge için ciddi tehlikeler içeriyor.
Lübnan'daki iç çatışmalar tırmanıyor, Suriye'de ölümler her güne düşen bir katliama dönüşüyor, Irak parçalanıyor... Bu durumun en önemli unsurlarından biri Maliki. Baksanıza, Güney'de "bağımsız devlet' kurmaktan söz ediyor. Irak'ı parçalamayı göze alan bir liderin başka neler yapabileceğini siz düşünün!
yenişafak