Selâhaddin Çakırgil
Bu yüzyıllık oyunu bozmaya mecbur değil, mahkûmuz
Devletler zayıfladıkları zaman da, güçlendikleri zaman da düşmanlarının tamahına mâruz kalırlar.. Zayıfken, bertaraf edilmeleri daha kolay olacağından; güçlenmeye başladıklarında ise, ileride daha da tehlikeli olacaklarından dolayı..
Osmanlı Devleti, özellikle Avrupa’da Sanayi Devrimi başladıktan sonra, dünyada yaşanan teknolojik gelişmeye ayak uyduramadığı ve giderek zayıf düştüğü için, kendisinden asırlarca korkmuş olan Avrupa devletlerinin ve Rusya’nın iştahını kabartan bir lokma haline gelmeye başlamıştı..
Sonu mâlum..
Tarihî arka planı, insan gücü potansiyeli, stratejik ve jeo-politik durumu ile zâten özel yeri bilinen ve kendi halkının ruhuna dönmeye başlayışın heyecanıyla geliştiği ve güçlendiğinin pek çok işaretlerini veren Türkiye’nin, dünyaya egemen olmak yarışındaki güçlerin endişesini tahrik edeceği açıktı. Bunun için de, onu içerden zaafa uğratmaya, toplum kesimleri arasında derin çatlaklar oluşturmaya ve hareket alanını daraltmaya, devamlı büyük problemlerle ve tehdidlerle karşıya getirmeye özel bir çaba harcanıyor.
Bunu bu ülkenin ve halkımızın temel dünya görüş ve değerlerine sahib olup da görmemek için kör olmak lâzım..
***
100 yıl önce bugünlerde, dünya, 1. Dünya Savaşı’nın içindeydi..
Müslümanların o günkü şartlarda, herşeye rağmen, yine de en büyük gücü olan Osmanlı Devleti, yönetimde etkili olan İttihad- Terakki’ci kadrolarıntecrübesizlikleri ve de kaybedilen vatan topraklarının kurtarılabileceğiümid ve hayaliyle, o savaşa girmekten kaçınamadı.
Ama, asıl savaş, Batı dünyası denilen coğrafyanın hemen bütün hristiyan halkları, ülkeleri ve devletleri başta olmak üzere, dünyanın bir çok devletleri ve halkları arasında cereyan ediyor ve yüzmilyonlardan oluşan toplumlar birbirleriyle de korkunç şekilde boğuşuyorlardı.
4 yıl süren o korkunç boğuşma sonunda savaşın direkt ve dolaylı etkisiyle ölenlerin sayısı 30 milyonu aşmış ve bu arada 625 yıllık Osmanlı Devleti de tarihin dehlizlerinde kaybolmuştu.
***
Emperyalist dünya, bununla yetinmeyip, daha sonra da müslüman halklar veya güç odakları arasında düşmanlıklar oluşturarak, onları birbirleriyle boğuşturmayı elbette deniyecekti. Öyle de oldu , ama, bu kez de, müslüman halklar arasında kendi entrikalarıyla ortaya çıkan kanlı çatışmalar da ‘İslam’ın vemüslüman toplumların ilkelliği’ne bağlayan yoğun propagandalara başvurdular. Halbuki, hem 30 milyonu aşkın insanın hayatına mal olan Birinci, hem de 60 milyondan fazla insanı yutan İkinci Dünya Savaşı’nın ateşini tutuşturanlar müslümanlar değildi.
***
Bugün müslüman halkların en büyük zaafı, parça-bölük olması ve her parçanın herşeyden önce k endisini tek doğru noktada görmesi ve diğerlerine şüphe ile bakmasıdır. Bu da, aynı inanç etrafında bir Millet olmuş bu müslüman okyanusunu, bugün, bir bedendeki her bir organın kendi başına buyruk hareket etmesi misali, çok sağlıksız bir duruma düşürmektedir.
Hele de, yarım işleyişine bile tahammül edilemiyen İslamHılafeti’nin emperyalistlerce dinamitlendirilmesinden beri, müslümanlar sosyal açıdan bir kuru kalabalık görüntüsü sergilemek tedirler.
***
Bu olumsuzluğun çaresi, sadece şu veya bu ülkeyi ve halkı önceleyerek değil ve mevcud uluslararası devlet yapı ve sınırlarını zorlamadan, hiçbir etnik veya İslam içindeki hiçbir mezhebî unsuru dışlamadan; her müslüman unsurun bir federasyon veya konfederasyon halinde ve gayrimuslim unsurların hukukunu da İslam’a göre garanti altına almış bir cihanşumûl devlet yapılanmasını önce zihin planında hedef edinmemizdir. Evet, önce kendi beynimizden başlatılması gereken bir zihin devrimi..
100 yıl önce böylesine dağılacağımız hayal edilemiyordu, ama, oldu.. Şimdi de, birliğimiz niçin gerçekleşmesin.. Müslümanlar olarak bugünkü durumumuz ilânihaye sürdürülebilir değildir.
Bugünkü perişan durumumuza son vermeye mecbur değiliz, mahkûmuz.
stargazete