Ahmet Taşgetiren
Camia ve kadın
Türkiye’de “İslam’da kadın hakları” konulu yazılar - kitaplar, ilk önce dış eleştirilere karşı yazıldı. Merhum Bekir Topaloğlu Hoca’nın “İslam’da Kadın” kitabını hatırlıyorum. Sonradan Kelam profesörü olacak olan Bekir Hoca, “İslam’da Kadın”ı bir savunma eseri olarak hazırlamıştı.
O zamanlar, Camiamızda kadın konusunu çalışacak kadın akademisyen yoktu. Hatta bu yüzden “İslam’da kadın haklarını hep erkekler belirliyor” gibi bir eleştiri de gelişmişti.
Şule Yüksel Hanımefendi’nin mücadelesi, kurulu düzenin kısıtlamalarına karşı bir özgürlük mücadelesi idi.
Geldiğimiz noktada, islâmî kimlik içindeki kadınların “İslam’da kadın hukuku” üzerinde çalıştığını, kafa yorduğunu, bir anlamda kendi konumunu belirlemeye çalıştığına tanık oluyoruz. İster dünyadaki feminist hareketlerin etkisiyle deyin, isterse, okuma – bilinç kuşanma sürecinin kaçınılmaz sonucu olarak değerlendirin, epeyce bir zamandan beri kadın konusunun islâmî kimliğe sahip kadın dünyasında çok farklı açılımlar sergilediği muhakkak.
“Dışardaki” eleştirilerin “İçerde” karşılık oluşturduğu gözleniyor. “Haklar” çerçevesinin, erkeklerin belirlediğinin çok ötesinde olduğu iddiaları ortaya konuyor. Kur’an’ın, Hazreti Peygamber’in uygulamalarının bu alandaki yansımalarına “yeni yorum arayışları” ortaya konuyor.
Kadın eğitim görüyor, eğitimin akademisyenlik boyutu dahil bütün kademelerinde var oluyor, “dünyanın bilgisi”ne ulaşıyor, Arapça öğreniyor, dünya dillerini öğreniyor, farklı İslam yorumlarına vakıf oluyor, bir yerde bu alanda kendisini “fetva veren hocalar”dan daha geniş ufka ulaşmış görüyor.
Bunun yanında kadın işçi olarak çalışıyor, iş kadını oluyor.
Kuşkusuz anne de oluyor, aykırı kadın hareketlerinden farklı olarak anneliği önemsiyor da…
Ama hayattaki anlamının annelikle sınırlandırılmaması gibi bir talebi de var. Diyelim ailede baba ile birlikte belirleyici olmak da istiyor.
“Kadının yeni statü arayışı” diyebiliriz buna. İslâmî camiada bir kesimin gelinen noktayı yadırgadığı bir gerçek. Son zamanların çok tartışılan ismi Özlem Zengin Hanım’ın, “Bizim mahalle kadınların değiştiğini göremiyor” sözü tam da bu olguyu anlatıyor.
Bir ortamda başörtülü bir kadının, “Biz bir şey söylediğimizde ‘kimin eşisin’ diye sorulduğunu görüyoruz, biz kendi kimliğimizle var olamaz mıyız?” diye yakındığına bizzat tanık oldum. Bu derinden akan bir itiraz cümlesi.
Özlem Zengin olayının anlamı yeterince değerlendirildi mi acaba? İslâmî camiada bir kesimden farklı tavır sergilediği için yoğun suçlamaların hedefi olan, ülkenin iktidar partisinde TBMM’de grup başkan vekili, başörtülü Özlem Zengin, “Tehdit edildim, dedi, yalnızlıktan yoruldum, dedi, hedef haline geliyorum” dedi. Tehdit dışardan değildi Özlem Zengin’e…
Sonra bir oy hesabı yaptı Özlem hanım, oy hesabını önemseyecekler için: “AK Parti 50+1 almaya çalışıyor. Önümüzdeki seçimlerde sayın cumhurbaşkanımızın seçilebilmesi için yaklaşık 29 milyon, yuvarlayacağım 30 milyon oya ihtiyacımız var. Bu 30 milyonda kadınların oyu minimum 10 milyon. Bu kadar önemli bir konuda, kadınları bu kadar rahatsız eden -tartışma üslubuyla, içerikten bahsetmiyorum- başka bir konu var mı? Çok yalnızız. Bu konuya kimse girmek istemiyor çünkü hedef oluyorsunuz. İşte ben. Ben AK Parti grup başkan vekiliyim. Ben kendi fikirlerimi anlatmıyorum, grubumuz adına konuşuyorum ama grubumuz adına konuşan bir erkek arkadaşımız olduğunda hiç sorun olmuyor. Ben konuştuğum zaman tarifi imkânsız bir şekilde planlı, düzenli bir saldırıya uğruyorum. Böyle bir tartışma üslubu olamaz.”
Özlem Zengin’in son cümleleri şöyle: “Camiamızın içinde bulunduğu durumu değerlendirirken de hüzün duyuyorum. Keşke daha insani, seviyeli, İslâmî bir ortamda tartışabilsek.”
Özlem Zengin’in içinden geçenleri okumak zor değil. Bunu içerisinin - dışarısının aynı anda okuduğunu ve “İslam’da kadının statüsü” noktasında bir kanaat edindiğini düşünmek de yanlış olmaz. Nasıl bir izlenim veriyoruz, dersiniz?
Ben bu işi düşünmeye taa alfabeden, “Kadın insandır”dan başlanmasını, “Allah kadını insan olarak yarattı ve onun bünyesine -bütün insanlar gibi- en güzel yaratılış özünü koydu, üstelik insan neslinin devamını onun varlığıyla kaim kıldı” ile devam edilmesini, bu temel yaklaşıma aykırı tüm yaklaşımların yanlış olduğunu belirterek devam edilmesini isterim. Ebediyyet yolculuğunda erkekle kadın arasında en küçük bir fark bulunmadığı bilincini de buna ilave etmek lazım.
“Kadının statüsü” konusunda Camiamızın kafası net değil, hatta karışık. “Ne kadar eğitim göreceği” hususu bile netleşmiş değil. Ama bunlar, insanlığın akışına paralel gitmeyen bir yaklaşım. Kadının bilgiye ulaşacağı gerçeği karşı konulamaz bir gelişme. O zaman İslam’la bilgi arasında çelişki olmayacağı noktasında netleşmek kaçınılmaz.