Hasan Karakaya
Çanakkale... Çelik ve Barut’un İman’a diz çöktüğü bir Ümmet Savaşı!
Hayatta en gıcık kaptığım insanlar, “bilgi sahibi” olmadan “fikir sahibi”olan insanlardır!.. Adam, “boş teneke”den farksızdır...
İçinde, “en küçük bir bilgi kırıntısı” yoktur ama, öyle “ses” çıkarır ki, zannedersin “bomba” patlıyor!..
Bugün 18 Mart 2015.
Çanakkale Zaferi’nin 100. yıldönümü!..
İşte “bilgi sahibi” olmayıp da, “fikir sahibi” olduğunu zanneden, kuş beyinli “boş teneke”ler, “Çanakkale”nin geçilmez olduğu” konusunda ahkâm keserken, orada gerçekleşen bazı olağanüstü hadiseler için“hurafe” diyor, “masal” diyor ve böylece “Çanakkale’deki ruh”tan ne kadar“habersiz” olduklarını, nasıl “zırcahil” olduklarını gözler önüne seriyorlar!..
HASAN CELAL GÜZEL’E TEŞEKKÜR
Çanakkale Savaşı’nın ne demek olduğunu, ne anlama geldiğini ve Çanakkale’nin nasıl “geçilmez” kılındığını anlamak isteyenler, başındaHasan Celal Güzel’in bulunduğu “Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi” tarafından hazırlanan “Çanakkale Özel Sayısı”na, özellikle de“Çanakkale Şehitleri Listesi”ne bir baksınlar!..
O “liste”de kimler yok ki...
O “liste”de hangi “şehir”den, hangi “ülke”den şehit yok ki!..
“Türkiye’nin 81 vilayeti”nden insanlar koşmuş Çanakkale’de savaşmak için!.. Meselâ Adana “796 şehit” vermiş, Antalya “1107 şehit” vermiş... Bursa “2 bin 914 şehit” vermiş... İstanbul 1670, Konya 2 bin 522, Diyarbakır 49, İzmir 1722 şehit vermiş!..
Sadece “şehirler” mi?..
Bir de “ülkeler” var ki;
Çanakkale’de bir “ümmet savaşı” verildiğinin en büyük delili, şu anda Çanakkale’de koyun koyuna yatan “şehit”lerdir!..
Libya’dan gelmişler, Afganistan’dan gelmişler, İran’dan gelmişler,Suriye’den, Hicaz’dan, Filistin’den, Cezayir’den, Yunanistan’dan,Arnavutluk’tan, Makedonya’dan, Bulgaristan’dan, Romanya’dan,Bosna’dan, Gürcistan’dan, Azerbaycan’dan ve Kafkasya’dan gelmişler; sırf Çanakkale’yi “geçilmez” kılmak için!..
Çünkü;
“Ümmet” için, Çanakkale sadece bir “şehir” değil, bir “kale” idi...
Çanakkale, “İstanbul” demekti, Çanakkale “Erzurum” demekti, Çanakkale“Diyarbakır” demekti, Çanakkale “Mekke ve Medine” demekti!..
“Ümmetin çocukları” biliyordu ki;
Eğer Çanakkale “geçilir” ise, düşman “İstanbul’u” ele geçirir!.. İstanbul’u ele geçirirse Şam elden gider, Bağdat elden gider, Mekke ve Medine elden gider!..
Dolayısıyla;
Çanakkale’deki direniş, aynı zamanda “Şam’ın, Bağdat’ın, Mekke ve Medine’nin direnişi”dir!..
Çanakkale, sadece bir milletin değil, aynı zamanda “ümmetin direnişi”dir!..
Bunu, bir defa daha gündeme getirdiği için, Hasan Celal Güzel’in şahsında“Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi”ne, bu kitapların hazırlanmasında gece-gündüz emek harcayan herkese teşekkür ediyorum...
Gerçekten başarılı bir çalışma...
BU DA MI HURAFE?
Çanakkale deyince, sadece Mustafa Kemal’i akıllarına getirip, oradaki“ümmet şuuru”nu görmeyenler, tek kelimeyle “zırcahil”dir ve meselâ, Mustafa Kemal’i bile “hayran” bırakan, “Bombasırtı Vak’ası”ndan habersizdir!..
Mustafa Kemal; Çanakkale savaşlarının bir parçası olan “Bombasırtı Vak’ası”nı anlatırken, aynen şöyle der:
“Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bombasırtı Vak’asını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasında mesafemiz 8 metre, yani ölüm muhakkak, muhakkak! Birinci siperdekiler hiçbiri kurtulmamacasına kamilen düşüyor, ikincidekiler onların yerine gidiyor… Fakat ne kadar şayan-ı gıpta bir itidal ve tevekkül ile biliyor musunuz? Okumak bilenler ellerinde Kur’an-ı Kerim, cennete gitmeye hazırlanıyorlar. Bu, Türk Askerindeki ruh kuvvetini gösteren şayan-ı hayret ve tebrik bir misaldir. Emin olmalısınız ki, Çanakkale Muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur!”
Şimdi sormak gerekmez mi “durumdan vazife çıkarma”yı bile ellerine-yüzlerine bulaştıran “kinci taife”nin “köşeli jeton” kullanan “gerzek”evlâtlarına;
Ulan “ebleh”ler;
“Biraz sonra öleceğini bile bile” kim koşar düşmanın üzerine?!?
“Şehidlik” gibi bir “makam” olmasa, kendisini bekleyen “mutlak ölüm”ün üzerine kim yürür?..
Bunlar o kadar ebleh, o kadar dunkof ve o kadar “düşünme özürlü” ki;“hurafecilik” olarak algıladıkları anlatımların aynısının Atatürk’ün“Nutuk”unda geçtiğini bile bilmiyorlar!..
Güya “fikir” empoze ediyorlar!..
Ama, o kadar “cahil”ler ki, içinde “bilgi”nin “b”si yok!..
İşin garibi; bunu da, akılları sıra “Atatürkçülük” adına yapıyorlar!..
Bana sorarsanız var ya;
Atatürk;
Geride böyle “embesil Atatürkçüler” kalacağını bilseydi, kalıbımı basarım ki; çocukluğunda mısır tarlasındaki “karga”ları değil, önce bu “çakal”ları kovalardı!..
ONLARIN DERDİ İSTANBUL BOĞAZI
Henüz, “Bombasırtı Vak’ası”nı bile bilmeyen bu embesillere; kalkıp da;Seyid Mehmed Çavuş’un “270 kiloluk top mermisi”ni, hangi “akıl”, hangi“mantık”, hangi “hesap”, hangi “laiklik”, hangi “çağdaşlık”, hangi“senfoni” ve hangi “ilericilik” dürtüsüyle kaldırdığını sormak, herhalde abes kaçar!..
Çünkü efendim;
Bu “ruh”u onlara anlatmak, “deveye hendek atlatmak”tan daha zor ve hatta imkânsızdır!..
Kaldı ki;
Bu “ruh, inanç ve teslimiyet”in kaynağını anlatmaya kalksan, hemen yapıştırırlar damgayı!..
“İrticacı!”
“Hurafeci!”
Aslına bakarsanız, bunlara da hak vermek gerekir!..
Öyle ya;
Nereden bilsinler Çanakkale’de hangi “olağanüstü olaylar” yaşandığını?..
“Dede”leri oraya hiç gitmedi ki?!?
Gidip de, gördüklerini torunlarına hiç anlatmadı ki...
Bu milletin evlâtları orada “kale”yi savunurken, onların dedeleri İstanbul Boğazı’nın iki yanındaki “kale gibi yalı”larda keyif çatıyordu!..
Halen de öyle değil mi?..
Bu “beyzade”ler, halen “Boğaz’ın iki yakasındaki yalılar”da oturmuyorlar mı?..
Adamlar haklılar!..
Bizim dedelerimiz “Çanakkale Boğazı’nı geçilmez” kılmanın savaşını verirken, onların dedeleri “İstanbul Boğazı’nı geçilmez” kılmanın mücadelesini veriyordu!..
Hele bakın Boğaz’ın iki yanına!..
Her taraf villa!..
Sıkıysa geç, geçebilirsen!..
Evet, işin sırrı burada;
“Çanakkale geçilmez” diyenlerin torunları, hançerelerini yırtarcasına da bağırsalar, seslerini asla duyuramazlar. Çünkü karşılarındakiler; Çanakkale’yi değil, “İstanbul Boğazı”nın iki yanını parselleyip, “geçilmez”kılmanın derdindeydi!..
Dolayısıyla, nefes tüketmek boşuna!..
Anlatamazsınız!..
Hem, “yaşamayan” bilemez ki!..
Nerede o idrak?..
Nerede o kabiliyet?..
O kadar “embesil”ler ki;
Ormanda “zürafa” görseler, ona bile “hurafe” derler!..
N’aapacaksın;
Akılları basmıyor!..
Uzun lâfın kısası;
“Acûze”ler, “mucize”den anlamazlar!..
ŞİİRDİ, ŞUUR OLDU!
Çanakkale’yi “geçilmez” kılan o “ruh”tan bahsederken, bir “hatıra”yı nakletmeden geçmek olmaz...
Evet;
“Çanakkale Savaşı” deyince; Yarbay Hüseyin Avni’den, Yahya Çavuş’tan ve hele hele Seyit Ali Onbaşı’dan bahsetmeden geçmek olmaz...
Allah, mekânlarını cennet eylesin.
Onlarda nasıl bir “ruh” vardı, biliyor musunuz... Seyit Onbaşı’ya, “275 kilo ağırlığındaki top mermisi”ni kaldırtan ruh, nasıl bir ruhtu biliyor musunuz?..
Buyrun, bir hatıra:
“Kocadere Köyü’nde büyük bir sargı yeri... Yaralıların kimi Urfalı, kimi Bosnalı, kimi Sivaslı, kimi Halepli... Çok sayıda yaralı, derman beklemekte...
İçlerinden biri Lapseki’nin Beybaş Köyü’nden Halil... Son nefesinde komutana; “Ben... Ben, köylüm Lapsekili İbrahim Onbaşı’dan bir mecidiye borç almıştım. Kendisini göremedim; ölmek üzereyim. Ölürsem söyleyin, hakkını helâl etsin” der ve ruhunu teslim eder...
Ertesi gün, gelen yaralılardan şehit olanların künyeleri ve üzerinden çıkan eşyalar komutana ulaştırılmıştır... Şehit künyelerinden Lapsekili İbrahim Onbaşı’nın künyesi ve yanındaki not, komutanın dikkatini çeker...
Notta der ki;
“Ben, Beybaş Köyü’nden arkadaşım Halil’e bir mecidiye borç vermiştim. Arkadaşıma söyleyin, hakkımı helâl ettim.”
Çanakkale Savaşı’nı zafere dönüştüren ruh, işte bu ruh, bu inanç, bu imandır.
Hani, merhum Mehmet Akif’in yazdığı “Çanakkale Destanı” için, “Şiirdi, şuur oldu” deriz ya; gerçekten de Çanakkale, Türkiye için bir “şuur” oldu, bir “çimento” oldu.
TÜRK-KÜRT OMUZ OMUZA
Öyle bir “çimento” ki;
Türk’ü, Kürt’ü, Laz, Çerkez, Arap, Arnavut ve Boşnak’ı, şu anda “Çanakkale Şehitliği”nde koyun koyuna yatıyor.
Bugün, bazıları “farklı söylemler” içinde olsalar da, Çanakkale’de, öleceğini bile bile cepheye koşan “askerler” arasında “Kürtler” de vardır.
Çanakkale Valiliği’nin bundan 2 yıl önce, yani 2013 yılında yayınladığı bir kitapçıkta, “Gelibolu’ya takviye için yola çıkan Kürt birlikleri”nin fotoğrafı da yayınlanmış ve altına şunlar yazılmıştı:
“Osmanlı Devleti, etnik kökene göre kayıt tutmadığı için Çanakkale’de hangi etnik kökenden kaç şehit olduğu bilinememektedir... Bir Osmanlı tebaası olan “Kürtler”in Çanakkale Savaşı’na katılması ve mücadele etmesi gayet mühimdir... Çünkü o dönemde “Kürt tebaa”nın yoğun yaşadığı Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde de hem “Ermeni Olayları” yaşanmakta, hem de Kafkas Cephesi ismi altında kıran kırana bir savaş yaşanmakta idi... Kürtlerin Çanakkale’ye koşmaları hem Kürt ahalinin Osmanlı’ya sadakatinin, hem de vatanın hiçbir parçasını ayrı görmediklerinin önemli bir kanıtıdır. Bugün, Çanakkale toprağında yatan Kürt şehitlerimizin kanı, sarsılmak istenen milli birliğimizi koruyup güçlendiren en önemli etmendir.”
BİR HİLÂL UĞRUNA!
Fazla söze hacet var mı?..
Umarım; “PKK’lılar” ve “HDP’liler” Çanakkale’yi bir defa daha düşünürler!..
Çanakkale’yi herkes düşünmelidir!..
Çünkü Çanakkale;
Bu topraklara “mağrur” olarak gelen düşman askerlerinin “rezil” olup, kös kös gittikleri bir yerdir!.. Çünkü Çanakkale; “Çelik ile Barut’un imana diz çöktüğü” bir yerdir... Çünkü Çanakkale; bir “Hilâl” uğruna, nice“güneş”lerin battığı bir yerdir... Çünkü Çanakkale, merhum Mehmet Akif’in deyimiyle, “tek dişi kalmış medeniyet canavarları”nın geçemediği ve süklüm-püklüm geri döndüğü bir yerdir!..
Hasılı kelâm;
Çanakkale bir “destan”dır!..
Tüm “şehit”lerimizin ruhuna, Fatiha...
******************************************************************************************
Japonların Nagazaki ve Hiroşima’sı varsa, bizim de Çanakkale’miz var!
Yazarımız Yavuz Bahadıroğlu, 8 Ağustos 2005 tarihli yazısında; merhumTurgut Özal ile bir “Japon heyeti” arasındaki görüşmeyi, özetle şöyle anlatıyordu:
“Rivayet o ki, rahmetli Turgut Özal’ın Başbakanlık döneminde Türkiye’yeJaponya’dan bir eğitim heyeti gelmiş. Heyet, Türkiye’de incelemelerde bulunduktan sonra, Türk heyetiyle bir toplantı yapmış. Bir ara söz çocuklarda “millî şuur” oluşturmaya gelince, Japon heyetin başı, bunu nasıl başardıklarını anlatmış ve demiş ki:
İlk şoktan sonra onları Hiroşima’ya götürüyoruz. Dehşeti gözleriyle görüp, yaşıyorlar. Atom Bombası atıldığından beri hiçbir bitkinin yetişmediğialanları geziyorlar...
Ondan sonra alıyoruz karşımıza, ‘Eğer siz yeteri kadar çalışmaz, diğer devletleri geçmezseniz, vatanınız işte böyle bombalanır, anneniz babanız böyle öldürülür. Toprağınızda bir çiçek bile yetişmez olur’ diyoruz.”
Bizimkiler, “İyi ama bizim Hiroşima’mız, Nagazaki’miz yok ki” deyince,Japonlar şöyle konuşmuşlar:
“Ama sizin de Çanakkale’niz var! Çanakkale, bizimkilerden çok daha çarpıcı bir örnek. O bölge çocuklarınıza ve gençlerinize millî şuur aşılamak için tam bir laboratuvar. Öğrencileri kafileler halinde Çanakkale’ye götürüp gezdirin ve 250 bin şehidinizin hikâyesini anlatın. Yeterince çalışmazlarsa, başlarına bugün de benzer şeylerin gelebileceğini söyleyin.””
Evet, Japonlar “formül”ü bulmuşlardı... “Hiroşima ve Nagazaki’yi yeniden yaşamak istemiyorsanız, ilerlemeye devam edin!” diyorlardı çocuklarına...
Aynı “formül”ü bize de tavsiye ediyorlardı:
“Sizin de Çanakkale’niz var!”
Evet, bizim de “Çanakkale”miz var!..
“Geçilmez” dedirttiğimiz Çanakkale’miz!..
yeniakit