Selâhaddin Çakırgil

Selâhaddin Çakırgil

Çarşamba Sohbetleri, - Okuyuularla Hasbihal-37-

-Ömer: 22 Kasım (‘Bir emperyalist tuzağı kırmak için..’ başlıklı yazı üzerine..)

Allah Razı Olsun. Bu durumun çıkışı için önce kendi içimizde ortak tavır alabilmeliyiz. Müslümanların, bütün dünya müslümanlarını etrafında toplayacak bir ortak irade ve otoriteyi tesis etmesi, müslümanların kendine gelmesi için şarttır.

-Tahsin ve Huseyn Yıldırım kardeşler-: (Yine, aynı yazı üzerine...) ing. tarihçi- filozofu müteveffâ Arnold Toynbee’nin ‘Medeniyet Yargılanıyor..’ adıyla türkçeye de tercüme edilmiş kitabından aktardığınız tesbit çok ilginç.. Siz hatırlatmasanız, 1699 – Karlofça Andlaşması’nı sıradan uluslararası andlaşmalardan birisi olarak bilmeye devam edecektik..

Teşekkürler..

Konuyu yine de biraz daha açsanız..

*SEÇ: Hatırlayalım, önceden de toprak kaybı olurdu, ama, o kaybedilen topraklar sonra savaşlarla geri alınırdı.. Karlofça’da ise, Osmanlı, müzakere masasına oturarak, Kırım başta olmak üzere nice topraklarını elden çıkarmayı kabul ettiği bir andlaşmayı imzaladı..

Toynbee de esasen, o konuya bunun için önem veriyor ve (özetle), ‘O andlaşma’yla Osmanlı’nın boğazına bir kemend geçirilmişti.. Ama, beden her şeye rağmen hâlâ güçlü olduğundan, Batı Hristiyan dünyası bu kemendi sıkmak için 250 -250 seneye muhtac olmuştu..’ diyor..

Tarihî gelişmeler de o süreci doğrulamıyor mu? Nitekim, Hılafet’in ne kadar sağlıklı bir yapıya sahib olduğu ve saltanat usûlünün İslamî olup olmadığı ayrı bir konu, ama, Osmanlı, sosyal düzenlemesini genelde İslamî kurallara göre düzenliyordu, yani halkın ekseriyetinin inancından imbiklenmiş kanunlarla düzenleniyordu, sosyal hayat.. Batı dünyası, bu sosyal yapının kendisi için geçmişte olduğu gibi yine de tehlike teşkil edebileceğini ve onu bertaraf etmek istiyordu.. Osmanlı’nın tarih sahnesindene bertaraf edilmesiyle, yapılan odur ve laik yapı zorla dayatılmıştır, Lousanne (Lozan) Andlaşmasıyla.. Yani,Karlofça Andlaşması’yla açılan parantez, Lozan Andlaşması’yla kapatılmıştır. Şimdi ise, bu parantez açılmaya ve içi başka türlü doldurulmaya çalışılıyor, aradan geçen 100 yıla yakın bir süreden sonra..

*

-Bilal Sürgeç: 22 Kasım, 1- Hrant Dink, öldürülmesinden bir hafta kadar önce, Diyarbekir’de bir panelde konuşmuş..  Ben o konuşma mentini yeni gördüm..

Şöyle demiş Hrant Dink: 
’Kürt halkını Kürt kardeşlerimi de uyarıyorum. Aman dikkat edin. Geçmişte bizim (biz ermenilerin)düştüğümüz hatalara düşmeyin. Bizim yaptığımız yanlışları yapmayın. Nasıl birlikte yaşayabiliriz üzerine siyaset geliştirin, nasıl ayrı yaşayabiliriz üzerine değil!. Bu ayrılık teşebbüsü bu bölgede ne size, ne başkalarına yarar sağlayacaktır.

İnanın çok çok kayıplar verilir, çok canlar verilir.

Onun için ben bunu söyledim. İnşaallah sonunuz bize benzemez!’

O kadar doğru ki..

2-İslamcı diye gösterilmeye çalışılan Şeyh Said Hareketi’nin bir çapulculuk hareketi olduğunun belgesini sunuyorum..

‘28 Şubat 1341 (1925) Cumartesi  tarihli ve ‘Müdafaai Milliye Vekâleti, 1340 senesi bütçesine (240.100) lira Tahsisat-ı Munzamma İtası Hakkında Kanun Lâyihası Münasebetiyle..

Başvekil Ali Fethi Bey (İstanbul): Muhterem arkadaşlar, bazı mahallerde harekât-ı isyaniyeyi tenkil için yaptığımız seferberliğin icab ettirdiği  masarif hakkında Heyet-i Celilenize tahsisat-ı munzamma teklif ettik. Sene hitama ermek üzeredir. Müsaade buyursanız, gerek bunun için, gerek Meclis-i Âliniz tarafından kabul edilen bir karar tefsiri üzerine, Mektebi harbiyede tahbil etmekte olanlara teçhizat bedeli olarak verilmesi lâzım gelen yüzellişer lira hakkında istediğimiz ufak bir tahsisatı munzammanın kabul edilmesini rica ediyorum.. (Kabul sesleri) 

Reis: Efendim, Başvekil Beyefendinin tekliflerini reyinize arz ediyorum.

Teklifini kabul edenler, lütfen elkaldırsın... Kabul etmeyenler lütfen el kaldırsın...

Kabul edilmiştir..

*SEÇ: Gönderdiğiniz belge mahiyetindeki iki yazı için de teşekkürler.. Ancaak, Bilâl Bey, bir tarihçi olarak meşguliyet alanınız içinde elinize geçen ikinci belge, bana fazla bir şey söylemiyor. Elbette ki, iktidarda olanlar bir isyan hareketinden sözedecekti .

İsyan fiili, kelime mânâsı itibariyle, bir olumsuzluk gibi anlaşılıyor. Ama, bildiğiniz üzere başkaldırı demektir ve olumlusu da olur, olumsuzu da.. Herkesin bakışına ve durduğu yere göre değişir, bu değerlendirme.. Yani, o sırada, M. Kemal ve İsmet Paşa’ların ve Fethi Bey’in kendi yönetimlerine karşı başkaldıranlara gülücük dağıtmaları beklenemezdi.. elbette öyle diyeceklerdi. Bundan hareketle, ortada bir çapulculuktan sözetmek, gibi bir genele suçlama için resmî beyanlarla, resmî olmayan tarihin ve iktidarda ol(a)mayanların, yani  iki tarafın da görüşlerini, birbirleri hakkındaki değerlendirmelere bakmak gerekirdi..  

Bu açıdan, bu gibi belgelerden hareketle, bir çapulcu hareketinden sözedilmesi bence ağır olmuş.. Elbette, bir takım çapulculuk hareketleri, düzenli askerî birliklerde bile görülürken, bu gibi düzensiz başkaldırı hareketlerinde de görülmüş- yaşanmış olabilir, ama, asıl değerlendirmenin hareketin liderine göre yapılması gerekir diye düşünüyorum. Şeyh Said’in savunması ve âqıbeti de ortadadır.

-Nurullah- 23 Kasım, Sionist İsrail rejiminin basketbol takımı, bir turnuvanın gereği olarak geçen hafta 21 Kasım akşamı, Ankara’daydı.. Bazı gençler, İsrail rejiminin resmî marşı söylenirken protesto ettiler, ıslık çaldılar ve Filistin bayrağı açmak istediler..

Ama, bu arada, niceleri gibi, ne yazık ki, zâhiren İslamî hassasiyet sahibi olduğu anlaşılan bazı kızlar da, sionist rejimin resmî marşı çalınırken, ayağa kalktılar.

Daha da acı olanı, polisin, sionist İsrail rejiminin Filistin’deki kardeşlerimize uyguladığı onca zulümleri bu vesileyle protesto etmek isteyen gençlere öyle bir sert davrandı ki, geçmişteki başka hükûmetler tarafından yönetiliyoruz gibi bir duyguya kapıldık..

Hele, bu basketbol maçına, bizzat Spor Bakanı Çağatay Kılıç’ın da gelmesini ve polislere, protestocu geneçleri hışımla göstererek, ‘Şunları da yakalayın, bunları da yakalayın..’ diye polis şefliğine soyunmasını Tayyib Ağabeye şikayet ve ithaf ediyorum.  Lûtfen duyurunuz..

*SEÇ: Haberdar ettiğiniz için teşekkür ederim.. Ben de o hadiselerin videosunu izledim.. Gerçekten de esef verici idi..

Savaş durumu, epidemik hastalıklar veya güvenlik gibi konulardan dolayı, bu gibi uluslararası karşılaşmalar, tarafsız bir sahaya alınabiliyor. Böyle biri tedbire gerek görülmemiş.. Halbuki görülmeliydi..

Çünkü, sportif karşılaşmalarda da, diplomatik mesajlar vardır, hemen daima..

Böyle olunca da, Filistin’i 60 küsur yıldır işgal ve gasb etmekle kalmayıp, bütün bu zaman dilimi boyunca, Filistinli halkından onbinlerce müslümanı bombardımanlar altında ezip geçen, evlerini, yurtlarını başlarına yıkan bir zâlim sionist İsrail rejimin bir spor takımıyla yapılacak karşılaşma, bir itiraz mahiyetinde veya güvenlik gerekçesiyle ibtal edilemez miydi? Ki, geeçen hafta 130 kadar insanın öldüğü Paris Saldırıları’ndan sonra, Avrupa başkentlerinde ne acaib tedbirler alınıyor, bunlar görülmüyor mu? Bu açıdan, bu karşılaşmanın üçüncü bir ülkeye alınması bile düşünülebilirdi, en hafifinden..

Bunlar yapılmadı..

Tersine bir de, o müsabakayı izlemeye bir Hükûmet üyesinin gitmesi, ne demek? Bu kişi, basketbol sevgisi yüzünden ve şahsî olarak mı gelmiştir, yoksa hükûmet adına mı?

Ve orada Filistin’in mazlum halkına zulmeden bir rejimi protesto etmek için bu fırsatı değerlendirip bayrak açmaya kalkışması üzerine, polislerin öylesine haşin davranmasını anlamak da mümkün değil.. Hele de bir Bakan’ın polis şeflerine emirler yağdırıp, ‘Şunları da yakalayın..’ diye emirler yağdırması nasıl izah edilmeli?

Sionist İsrail rejiminin, bütünüyle gasbettikleri Filistin toprakları üzerindeki tahakkümü ortadayken, o rejimin resmî marşının burada bir takım itirazlara yol açacağı açıktı..

Unutulmasın ki, siyonist İsrail rejimi, yeni kabul ettiği biri kanunla, güvenlik güçleri üzerine taş atan Filistin’li çocuklara bile mermi kullanılmasına izin verdi.. Bu kadar gaddar bir rejime karşı, bazı genç insanların tepkilerini dile getirmeleri, resmî vazifelilerce  bir de çiçeklerle karşılanmalı değil miydi?

Evet,bu durumu Cumhurbaşkanı Tayyib Erdoğan’a duyuralım. Onun böyle büyük yanlışları yapanları ikaz etmesi ve bir daha da böyle durumlara meydan verilmemesi için gereken uyarıyı yapması ve Spor Bakanı gibi kimseleri etrafında tutması halinde, bunun kendisine de zarar vereceğini gözden ırak tutmaması umulur.

-Süleyman Karaçınar- Geçen hafta, Yunan Başbakanı Aleksis Çipras Türkiye’ye geldi ve o akşam, Başbakan Davudoğlu’yla birlikte, iki ülkenin millî takımları bir hazırlık maçı yaptılar. Takımlar sahaya çıkarken,  âdet olduğu üzere, tarafların ulusal marşları söylendi..

Ama, Yunanistan marşı çalınırken, seyirciler ıslıklar ıslıklarla protesto ettiler bu marşı..

Bunu göze yapanlar, yarınlarda Türkiye takımı Yunanistan’a gittiğinde, orada da Türkiye’nin ulusal marşının söylenmesi sırasında benzer bir protestoyu öngörmeli değil miydiler? 

Ben bunu söyledim diye, beni Yunanistan resmî marşına saygılı filan sanmayın.. Söylemek istediğim, böyle küçük atraksiyonların bile, bazan toplumları birbirine düşman edebildiği gerçeğinin görülmesidir..

En iyisi, bu gibi karşılaşmalarda bazı hassas durumların ortaya çıkması ihtimaline karşı, tarafların, maç başlarken ulusal marşların söylenmesinden vazgeçmek konusunda anlaşmalarına izin verilemez mi ve bu, iyi de olmaz mı?

*

-M. Kayacan: 23 Kasım tarihli ve ‘İnsan yetiştirmek, İlim öğretmek mi, eğip bükmek mi?’ başlıklı yazı size mi aid?  

*SEÇ: Evet, bana aid.. Ama bunu sormak gereğini niçin hissettiğinizi yazmamışsınız..

-Salih: 18 Kasım, (Âdem Kurt isimli okuyucunun geçen hafta değinilen ve saldırmayana saldırılmaz prensibi ve (harbi olanlar arasında) silahlı-silahsız ayrımı hangi fıkıhta var?) şeklindeki 1 Kasım tarihli suali üzerine..), Sayın A. Kurt, Mumtehine Sûresi 8. âyette ’İnanc(ınız)dan dolayı size karşı savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan sürmeyenlere (inkarcılara) gelince, Allah onlara nezaketle ve adâletle davranmanızı yasaklamaz. Çünkü Allah âdil davrananları sever." âyeti varken, İslamî hükümleri yorumlaya çalışan fıkıh kitabları aramaya ne gerek var? Selam, vahyi ölçülerle inşaa olma gayretinde olanlara..

-Anadolu Gök: 18 Kasım, (‘Terör ve özgürlük Savaşı ikilemi’ başlıklı yazı üzerine..) Bu güzel yazı ile bizlerin ne kadar nefsimize yenik düşerek nefret gaflet içinde savaştığımızı ve bu savaşlara aslında nefsimizin çıkarları için girdiğimizi gösterdiğiniz için teşekkür ederiz. Bu savaş sadece gerçek anlamda savaşmak değil, iş için, ekmek için, para için de kapışıyoruz ve bunları yaparken hiç bir müslüman kardeşimizin hakkını gözetmiyoruz. İnşallah herkes benim gibi üzerine alması gerekeni almıştır. Allah birbirimizi ateşten koruyan kardeşlerden eyleye..

*

dirilişpostası

Bu yazı toplam 1047 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar