Cehaletin adı ''TARİKAT YAZISI'' yazmak / Ahmet Taşgetiren
İki büyük gazete "tarikat - cemaat dizileri" yayınlıyor. Ne yazık ki "cehalet" kokuyor.
Ahmet TAŞGETİREN
İki büyük gazete "tarikat - cemaat dizileri" yayınlıyor. Ne yazık ki "cehalet" kokuyor.
Bir insanın bir konudaki cehaletini anlamak için bazı anahtar olgular vardır.
Mesela bir yazar İslami bir konudan bahsederken "ayet-i şerif" ifadesini kullanıyorsa, onun çok harc-ı alem islami deyimleri bile bilmediğini anlarsınız. "Asr-ı saadet"kelimesi geçince "O ne ki?" O tür yazarların yazılarında Hac mevsimi hep Kurban bayramına denk gelir ve bu yepyeni bir bilgi imiş gibi sunulur.
Bunun gibi tarikatla ilgili dizi yazısı kaleme alan bir kişi eğer "Postluk bazen babadan oğula, bazen kardeşlere geçiyor" diye yazıyorsa, bu vatandaşın kulaktan dolma bir bilgiyi kullanmak istediğini ama bunu yaparken cehlini açığa vurduğunu hemen görürsünüz. Çünkü o dünyanın terminolojisinde "Postluk" diye bir şey yoktur, aslında "post-nişinlik" diye bir deyim vardır, "posta oturma" anlamına gelir, vatandaşımız farsça "nişin" kelimesini bilmediği için, "post" kelimesinden tutup cümleyi kuruveriyor.
Hürriyet'teki yazı dizisine baktım, mesela "Erenköy Cemaati" başlığı altındaki yazıya... Biraz benimle de ilgili, çünkü benim ismim de geçiyor. Yazar Okan Konuralp.
"Cemaatin sorumluluları"nı sayıyor. Bakın bir yerde ne diyor:
"Onun (Musa Topbaş'ın) ölümü ile üç isim ön plana çıktı: Yeni Şafak'ın eski başyazarı Ahmet Taşgetiren, Eymen Topbaş ve Konya'da yaşayan Tahir Büyükkörükçü. Şeyh postuna Büyükkörükçü'nün oturduğu söyleniyor."
Size "Eymen Topbaş, Musa Topbaş Efendi'den 5 yıl önce vefat etti" dersem, şu kullanılan bilgilerin ne kadar derme çatma olduğunu düşünmez misiniz?
"Ahmet Taşgetiren" Erenköy tarikatinde öne çıkmış. Nerede, tarikatte? Nereden çıkardın bunu? Hangi yazıdan, hangi görüntüden, hangi bilgiden?
Postta Tahir Büyükkörükçü Hoca oturuyormuş. Sordun mu bunu ona? Kimden aldın bu bilgiyi? "İleri sürülüyor" dedin mi "inceleme"yi kurtarıyorsun.
Sabah'a bakıyorum, orada eskiden Fethullah hocaefendi çevresine girip çıkmış birisi (Barış Müstecaplıoğlu) ile bir mülakat yapılmış. Müstecaplıoğlu'nun yazdığı "Şakird" isimli bir romanı var. Müstecaplıoğlu, romanında ve buradaki mülakatında, bu cemaate mensup insanların farklı okullarda gençlerle nasıl iletişim kurduklarını, evlerde nasıl bir hayat yaşadıklarını anlatıyor. Bütün bunlar, esrarengiz bir işmiş gibi sunuluyor. Oysa gene bütün bunlar, sade bir Müslümanın tabii hayatını oluşturuyor. İslam'ı insan kişiliği için en erdemli hayat modeli olarak bilen, bu hassasiyeti taşıyan bir topluluk içinde bulunmayı önemseyen her insan, kendi çocuklarını da, sevdiği insanları da, sonuçta bütün insanları da İslam'la ve islami bir ortamla buluşturmayı insani bir sorumluluk sayar. Bir insanı bir kötü alışkanlıktan, diyelim içkiden, kumardan, uyuşturucudan kurtarmak, bir gence gelecek sorumluluğu aşılamak, daha sağlıklı bir kişilik telkininde bulunmak... bunların nesi kötü? Sonuçta bunu yapan da genç bir insan ve muhtemel ki bir süre öncesine kadar kendisi de, elinden tutulup bazı insani - islami duyarlılıklarla buluşturulmuş bir insan... Bir insanın "Ben güzel duygularla, insani duyarlılıklarla buluştum, başkalarının da buluşması için küçük bir katkım olmalı" gibi bir misyon duyarlılığına yönelmesi neden kötü olsun? Bir gencin misyon duyarlılığı taşıması, bu duyarlılık içinde ülkesi ve insanlık için bir tırmanış heyecanına soyunması, bireyci, ben-merkezci, hedonist, cinsellikten öte dünyası olmayan, bohem, uyuşturucu - alkol tutkusuna gömülmüş bir hayata yönelmesinden daha mı kötü?
Müstecaplıoğlu'nun kitabı, cemaat içindeki bir insanın yaptığı iç değerlendirmelerle oradan ayrılabildiğini de gösteren bir örnek. Müstecaplıoğlu'dan yola çıkıp "O ayrıldı başkası ayrılamıyor" gibi bir değerlendirme yapmak yerine, "O ayrıldı ama ötekiler bulundukları yerden memnun olmalılar ki binlerce kişi orada veya öteki cemaatlerde yer alıyorlar" diye düşünmek neden yanlış olsun?
Şöyle bakılıyor: Cemaatler insanı köleleştirir. Özgür düşünmeyi engeller. Oraya girenler çıkamayacak kadar bağımlı hale gelirler.
Neden böyle olsun?
Neden insanlar özgür iradesi ile buralarda yer almayı ve kalmayı seçmiş olmasınlar? Neden insanlar, burada yer almayı bir gönül huzurunun gereği olarak telakki etmesinler? Neden kimileri için bilmem hangi gece klübüne uğramak, bir toplumsallaşma göstergesi olsun da,bir başkasının bir zikir meclisinde mutluluk duyması, ya da kalbe kalbe bakışarak bir feyz alışverişi gerçekleştirmesi garipsensin?
Kültüre yabancı olan, ötekini mahkum etmeyi tek çıkar yol gibi görüyor.
Pek çok Batılı insan, bir zikir meclisine katılıyor ve farklı bir duyuş iklimine geçerek, zamanla İslam'la buluşuyor.
Türkiyemiz'de maalesef hem kel hem fodul türünde bir davranış sergileniyor.
Müslüman ülkeyiz ya, her şeyi biliyoruz, hele gazetecimizin bilmediği bir şey yok, köşe yazarlarımız ise aman nazar değmesin allame-i cihan, hepimiz oturup İslam'ın her alanında ahkam kesiyoruz, oysa bazan bir Batılı gazeteci - yazar bizimkilerden daha çok anlama çabası içine girebiliyor. Maalesef empati (ötekinin yerine koyarak bakma) geleneğimiz de Hak getire. En kolay şey, yargılama... Bilmeden yargıladığınızda da kelimenin tam anlamıyla çam deviriyorsunuz.
Ondan sonra gelsin "Bu sene Hac Kurban'a denk geldi!" hikayeleri...
Gelsin ayet-i şerifler...
Gelsin Asr-ı Saadet ne ki, şaşalamaları...
Bakın bu sene de Oruç Ramazan'a denk geldi, Allah Allah ne iş!
Bence Hürriyet'in inceleme yazarı bu işi de bir inceleme konusu yapmalı!
ahmettasgetiren.com.tr