Abdurrahman Dilipak

Abdurrahman Dilipak

Cemaat olmak

“Cem olmak”! Cami ya da cemevi dediğinizde “Toplantı mekânı cem olunan yer” demiş oluyorsunuz.

Hane-i saatiniz de aslında ŞAHSiyet sahibi bir KİŞİ’nin, KİŞİLİĞİnin şekillendiği ve FERDiyet kazandığı en küçük sosyolojik topluluk AİLE’dir.

“İstanbul Sözleşmesi” ve “Lanzorette” ile FERDiyet akıl, irade ve gelenek, din, ahlak gibi değerlerden soyutlanarak BİREY’in yüceltilmesi aslında Cemaat’e, cem olmaya, kadını-erkeği, anne-baba, dede-nine, kardeş, hala-teyze, amca ve dayıya açılmış bir savaştır. Bugün yaşanan CEMAAT düşmanlığının arkasında aslında bu ŞEYTANİ AKIL(SIZLIK) var gibi!

CAMİ’de CEM olan CEMAAT alamet-i farikaları olan, ayrı bir tüzel KİŞİlik ve ŞAHSiyet kazanır. FERD olarak bu yapı içinde bir sorumluluk ve KİMlik kazanır. İnsanın KİMLİK’i AİLE içinde şekillenir. AİLE FERD ile TOPLUM arasındaki en önemli halkadır. Bu koparsa FERD de TOPLUM da zarar görür. Tabi AİLE’nin bozulması neslin tereddisidir.

O zaman FERD BİREYe dönüşür ve toplumu ifsad eder. Bu BİREY’lerden oluşan TOPLUM cemaat görüntüsüne sahip, KUDUZ BİR SÜRÜ’ye dönüşür. İnsan insanın kurdu olur.

CEMAAT hem kavram ve hem de müessese olarak dejenere oldu. Cami, dergâh gibi KİŞİLİK ve ŞAHSİYED mektebi olması gereken mekânlar bozulunca CEMAATın oluşma mekanları TEVHİD’den uzaklaşınca TEFRİKAnın, FİTNEnin merkezi oldu. KİŞİlerin yaratılıştan kabiliyetlerinin TERAKKİ ve TEKAMÜLÜ için bir mektep-medrese olması gereken mekanlar, ŞAHSİYED’in baskılandığı, ferdi menfaat hesaplarının öne geçtiği TEREDDİ mekanlarına dönüştürüldü. Bu gibi mekânlarda “RAİNA demeyin, UNZURNA deyin” emri ihlal edildi. DİN ve DEVLET büyükleri ya da kanaat önderleri İLAH ve RAB edinildi, onlar PUTLAŞTIRILDI! İnsan denilen mahlûk, bedenin dünyevi, (hatta uzaylı da diyebilirsiniz) olarak, Zübde-i Kâinat olsa da, ruhaniyeti, geldiği ve geri döndürüleceği yer itibarı ile dünya ötesi / öteki dünyaya aittir. Bu dünyadan aldığı her şey dünyada kalacaktır. FERD olarak yaratılan insan geldiği yere FERD olarak dönecektir.

Bu dünyadaki KEMALAT yolculuğunda insanoğlu hakikate, akıl, ilim ve gerçeklik merdiveninin basamaklarına basarak ulaşacaktır. Bu yolculukta KEM ALAT ile KEMALAT’a ulaşmak mümkün olmaz. Bu dünyada ne kadar mal, makam ve unvan biriktirdi iseniz, eğer onun hakkını, zekâtını, sorumluluğunu ödemezseniz, o şey her ne ise, “dua ile istenen bela”ya dönüşecektir. Bizim için cemaat geçmişin bilgi birikimi ve geleceğin umudu, hayali, beklentileri ile bu günü Allah’ın rızası istikametinde şekillendiren bir iradeye, sorumluluk şuuruna dönüştürecektir.

Her şey Allah’ın iradesine bağlıdır. Biz O’nun rızasına talib olmalıyız. İman bunu gerektirir.

Aslında insan FERD olarak da “tek başına bir ümmettir”. Bir insan 7 ayrı kişilikten CEM olmuştur. Bunların 4’ü asli, 3’ü arızidir. Ruh, Can, Nefs, Akıl asli varlığımızdır. Melek, Cin ve Şeytan ise damarlarımızda dolaşan diğer varlıklardır. Bunlardan sadece biz aklımızı yönetiyoruz. Akıl ruhla işbirliği yaparsa ekmeli mahlûkat, eşrefi mahlûkat olur. Meleklerle dost olur. Onlar onu korurlar.

Ona hakkı ve hayrı tavsiye ederler. Nefsin emrine girerse “Belhum adal” olur. Şeytan onun dostu olur.

Bir adım sonrası da “İns’in Şeytanı”na dönüşür. Akıl canla uyumlu giderse, fıtratı ile barışır ve sağlıklı yaşar. Cinler kişinin özelliğine göre, iyi ya da kötü kişilikler şeklinde insan bedenine hulul eder. Akıl aslında akıl, kalb ve mide ile birlikte düşünülmelidir. Ne düşündüğünüz, ne hissettiğiniz neyle beslendiğiniz, maddi ve manevi gıdanızın ne olduğu sizin kişiliğinizi oluşturan temel unsurlardır. Kalb ve akıl bu kişiliklerin cem olduğu mekânlardır. Onun için kalp camiyle tesmiye edilmiştir. Kalp kırmak, Kâbe’den taş koparmak ile kıyaslanmıştır.

Cami de yüzünü Kâbe’ye dönen onu temsil eden mekândır. İslam dünyasında en büyük cami, cem olunan mekân Kâbe’dir.

Bugün ferdin camiden uzaklaşması sonucu, caminin bu müfsitlerin elinde bir dırar mescidine dönüşmesi ile ifsad gerçekleşmiş oluyor. Bugünkü cemaat denilen yapılar da bu camideki cemaati ümmetin vahdetine çağıran yapılar değil, oradan kopartılan ve herkesin kendini işin merkezinde gördüğü yapılar haline geldi.

Zaten eğitim kurumlarında maarif yok. Devlet bir yandan, partiler, menfaat kurumları bir yandan, İslam karşıtları öte yandan, tefrikaya düşmüş, ahlakı zaaf ve menfaat topluluklarının elinde oyuncak olmuş bir cemaatten kim hayır bekler ki.

Herkes aynı bütünün parçaları olarak insanları hakka ve hayra çağıracaktı hani. Herkes kendine çağırıyor. Allah’ın emrine uymazsan haram, resulün sünnetine uymazsan mekruh, onlar gibi düşünmezsen dinden çıkarsın. Bunlar ittihada değil tefrikaya hizmet ediyorlar bu halleri ile. Kimi zaten uluslararası sistemin Truva Atı olmuş kimi gırtlağına kadar akçeli işlere karıştırmış.

Siyasetle al gülüm-ver gülüm. Sünni’si, Alevi’si farketmiyor. Kimi zaten uluslararası sistemin taşeronu olmuş. Böyle bir cemaatten kim ne hayır bekler. Kendisi himmete muhtaç bir dede, nerdeki gayrıya himmet ede. Bir kısmı zaten seremoni, ritüel, kostüm ve ikonografyaya indirgemiş dini, kimi mabetlere, dergaha hapsetmiş, kimi için din kültürel bir aidiyet, onların vicdanlarına hapsetmiş olmalı, dinlerini.

Parti diyorsunuz, İngilizceden alınan “Part” parça demek. Bir bütünün parçası demek. Arapçası “Hizb”. Kısım ve aksam kelimeleriyle eş anlamlı olan hizb aynı zamanda parti anlamına da gelir. Kur’an-ı Kerim’deki 5 sayfalık bölüme “bir hizb” denir. Yani bir bütünün ondan ayrılmaz bir parçasına, cüz’üne Hizb / Parti denir. Bizde öyle mi, herkes birbirinin gözünü oymak için fırsat kolluyor. Memleketi herkes diğerinin elinde kurtarmaya çalışıyor. Kimse kendi içindeki ötekinden beter ahlaksızlardan kurtulmak için kılını kıpırdatmıyor. Bu anlamda “Hizipçilik” ya da “partizanlık” tefrikanın dinamiğini oluşturur. Bu da toplumun asli dokularının, hücrelerinin kanserleşmesi anlamına gelir.

Cem olmak, herkesin her konuda aynı olması anlamına gelmez. Allah (c.c) bizi kabileler halinde farklı yarattı ki, bilişelim diye. Burada olmazsa olmazlarımızda farklılaşma değil, mütemmim / tamamlayıcı unsurlarda farklılık o toplumun zenginliğidir. Herkesin akıllı, dürüst olması gibi herkes için erdem ve zenginlik kabul edilen değerlerin ayrı bir kategoride değerlendirilmesi gerekir.

Cemaat içe çöken yapılar değil, dışa doğru genişleyen, değişen şartlara uyum sağlama becerisi gösterirken özünden ayrılmayan yapılardır. Bu tür yapılar yatay ve dikey olarak gelişmeye uygun yapılardır.

Ve temel hak ve hürriyetler açısından sadece kendine dönük faaliyet göstermezler. Âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ümmeti olarak bütün insanlığın ayrıca olmayan bir çözüm önerisi onların önerisi olmayacaktır. Hak, hukuk ve adalet konusunda cemaat denilen yapı mensubiyete göre karar vermemeli. İşi ehline vermeli. Hatta “Müslümancı”lık onun için bir taraftarlık konusu olmamalı. O Hakk’tan yana tavır olmalı. Aklını kimseye kiraya vermemeli.

Biz Allah’ın kulu, âlemlere rahmet olarak gönderilen ahir zaman peygamberinin ümmetindeniz, İbrahim milletindeniz, İslam cemaatindeniz, biz Müslümanlardanız elhamdülillah, ön ve son sıfatlardan münezzeh olarak, yalın ve sade bir şekilde. Allah’a, resulüne, kitabına iman edenleri “ihvan” biliriz. İhtilaflarımız aklımız ve nefsimizle ilgilidir. İttifak ettiğimizde birlikte hareket eder, ihtilaf ettiğimizde birbirimizi mazur görürüz.

Selam ve dua ile.

Bu yazı toplam 432 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar