Ahmet Taşgetiren
Çocuğuna 10 lira veremeyen babalar ülkesi
Asgari ücret görüşmelerine katılan asgari ücretli bir işçi söyledi o sözü: “Öğretmenler gününde öğretmene sınıfça hediye almak için 10 lira isteyen çocuğuma verecek param yoktu, borç alarak verdim.”
Türk – İş öyle yapmıştı bu yıl, asgari ücret görüşmelerine asgari ücretle çalışan biri kadın üç işçiyi getirmişti. Onlar anlatsın istenmişti bir asgari ücretlinin hayat mücadelesini.
Türk – İş Temsilcisi bile, asgari ücretlilerin nasıl yaşadığını, yaşayabildiğini anlatamazdı. Hükümet temsilcisi olarak orada bulunan bakan da asgari ücret dünyasını, dışardan tanırdı. Aynı şekilde işveren temsilcisi de… Belki işveren temsilcisi, asgari ücretle işçi çalıştırıyor olabilirdi, o da, verdiği ücretin kendisine kaça mal olduğunu ve bu durumda çarkı nasıl döndüreceğini hesap eder, o hesaplardan, mesela bir işçinin hanesinde ocağın nasıl yandığını görmeye fırsat kalmazdı.
Bir de o işler, yani çalıştırdığı insanın çoluk çocuğunun nasıl geçindiğinin kaygısı eski usta – kalfa geleneğinde kalmıştı. Aldığı ücretle geçinemeyen işçi gitse boşluğu binlerce işsizle telafi etmek mümkündü. Hele o göçmen işçiler…
Adını söylemeye gerek yok, işte o toplantıya katılan işçi “10 liram yoktu, çocuğuma on lirayı borç alarak verdim” demişti. Ağlamıştı 10 lira bulamadığı için…
Ne dersiniz, böyle insan var mıydı bu ülkede?
Halen asgari ücret açlık sınırının altında malum. Türk-İş’e göre bu ay 4 kişilik bir ailenin aylık gıda masrafını ifade eden açlık sınırı, 13 bin 648 lira olarak hesaplanmış. Asgari ücret halen 11 bin 402 lira… Kaç 10 lira gerekir bu açığı kapatmak için?
Aynı hesaplamaya göre yoksulluk sınırı ise 44 bin 573 lira…
Bu yoksulluk sınırına göre devlet üniversitelerinde çalışan profesörlerin bile yoksul sayılması gerekiyor.
Öğretmenlerin tamamı yoksul. Devletin tüm memurları yoksulluğa talim ediyor. Kendi evi olmayan bir akademisyenin İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de çalışması imkânı yok. Anadolu’ya göç deniyor ya, bunu en çok akademisyenlerin düşündüğünü söylersem şaşırmayın.
MB Başkanı Hafize Gaye Hanım, İstanbul’da ev bulamayıp annesiyle birlikte kalmaya başladığına ve “Bir kişinin on evi değil, 10 kişinin bir evi olmalı” tavsiyesinde bulunduğuna göre… “10 kişiye bir ev” formülü, “birleştirilmiş aileler”i anlatıyor olmalı, kendisinin örneklediği gibi… “3 çocuk formülleri”nden bahseden var mı? O tavsiyeler, çok geçmiş zamanlarda kalmış olmalı. Kim bilir belki de gençler ev kuracak mali güce kavuşamadığı için nikah masasına gelmiyor, dolayısıyla üç çocuk tavsiyesi değil, gençlere evlenme tavsiyesinde bulunmak gerekiyor.
Asgari ücretle çalışmak bugün, belli ki çocuğunuza 10 lira bile verememek demek olan sıfırı tüketmekle eş anlamlı.
Sıfırın tüketilmesi Türkiye’de çocuğunuza sabah süt, yumurta yedirememek anlamına geliyor.
Markette çocuğunuzun istediği bir şeyi alamamak anlamına geliyor.
Kiralık ev bulamamak, bodrumda oturmaya razı olmak, oturduğunuz evden çıkarılmak, kenar mahallelerde başını sokacak bir yere bakmak…. Evet sefaletin biraz üstü, biraz altı sıfırı tüketmek…
Asgari ücretlinin yanına emeklileri koyun… Bir başka sefalet alanı orası… Emekli anne-baba ile asgari ücretli ya da iş arayan evlat dünyası… Yürek dayanmaz…
Türkiye’yi bu hale nasıl getirdik?
Bir yanda çok çok çok zenginlerin olduğunu bilmiyor değiliz. Türkiye’nin 85 milyonu değil, sıfırı tüketme alanı… Bir 10 milyonluk, üstelik döviz anlamında sıfırları arka arkaya sıralayanlar bulunuyor. Onlara bakıp, onların harcama ahlâklarına bakıp, onların sürekli lüks araç modeli değiştirmelerine bakıp, onların pahalı mekanları doldurduğuna bakıp, dolar milyoneri sayılarımızın artmasına bakıp, otoyollarımızdan vızır vızır geçenlere bakıp, bir de “Zengin Türkiye, gelişmiş Türkiye” söylemi üretmek mümkün. “Türkiye yüzyılı” öylesini gerektiriyor besbelli. Öyle bir tirad başladığında asgari ücretli oranı, açlık sınırı altında yaşayanlar istatistiği vermek densizlik gibi görünebilir.
Ama ne yapalım ki, asgari ücret toplantısı yapılıyor ve orada bir asgari ücretli “10 liram yoktu, çocuğuma veremedim” diyor. Başı örtülü bir anne de çocuklarına çıkma mandalinaları almak için akşam pazarında görüntülenebiliyor. Ya da yaş almış bir hanımefendi, marketin manav tezgâhı önünde cüzdanını çıkarıp ne alsam – ne almasam hesabı yaparken kendisine mikrofon uzatılabiliyor.
Türkiye bu hale gelmemeliydi.
Geldi ne yazık ki… Şimdi bir ekip, geçmiş yılların yanlışlarının ürettiği hasarı< telafi etmeye çalışıyor. Bu yılı yüzde 60’larda bir enflasyonla kapatacağımız anlaşıldı. 2024’te Haziran’a kadar yakıcı bir enflasyon yaşayacağız, tahminler tutarsa (genelde rakam düzeltmeleri yapılıyor da) yıl sonunda yüzde 36’yı göreceğiz, sonra sonra, yine tahminler tutarsa 2026’da tek haneli enflasyon müjdesi var. Yani daha üç yıl, mevcut alım gücü felaketini yaşamaya devam edeceğiz.
Ah asgari ücret… Daha artışı gelmeden raflarda kemirilmeye başlanan ücret… Ah cebinde çocuğuna verecek 10 lirası olmayan babalar için umut olan ücret… Daha seni ne kadar gündemde tutacak bu “Türkiye Yüzyılı”nın ekonomisi?