İbrahim Karagül
Darbe planı, terör ihalesi ve o şüphe!
200 bin kişinin toplama kamplarına alınması, onlarca gazetecinin tutuklanması, onlarcasıyla işbirliği yapılması, Cuma namazında camilerin bombalanması, uçakların düşürülmesi, yurtseverler ve hainler listesine göre sokakların bölünmesi, ülkenin kışlaya döndürülmesi, cunta yönetimi kurulması, Türkiye'nin dünyaya kapatılması gibi dehşet verici planlar içeren Balyoz Darbe Planı'nın terör üzerinden gerçekleştirilecek olması üzerinde özellikle durulmalı.
Hatırlarsınız, Hudson toplantıları adıyla kamuoyuna sızan darbe senaryolarında da Taksim'de elli kişinin öldürüleceği bombalama, yargı mensuplarına suikastler içeren bir senaryo vardı. O plan için de, beyin fırtınası denmişti. Şimdi Balyoz Darbe planı için de, bir tür eğitim çalışması olduğu iddia ediliyor.
Nedense bütün iktidar hesapları terör saldırıları üzerinden planlanıyor. Sadece darbeler mi, ülkeler terör üzerinden işgal ediliyor, iç savaşlar terör üzerinden çıkarılıyor. Terörün küreselleştirilmesi, ABD'den Türkiye'ye kadar, devlet iktidarı ve küresel iktidar hesapları yapan derin çevrelerin en başarılı olduğu alan. Bütün kaos planları terörden geçiyor. Devletlerin, meşru güçlerin küresel düzeyde mücadele ettikleri varsayılan terör örgütleri, ne gariptir ki, bu güçlerin önünü açıyor, elini kolaylaştırıyor, onların planlarına göre alan çalışmaları yapıyor, hedefleri vuruyor, istikrarsızlık yaratıyor.
Yıllardır anlatmaya çalıştığımız temel mesele budur. Küresel ve yerel terör, büyük oranda, devlet iktidarından besleniyor. Uluslar arası organizasyonlardan ve sermayeden besleniyor. Büyük oyunların alt unsurları onlar. Terör bir ihaledir, bu ihale devletler, istihbarat örgütleri, sermaye çevreleri, devlet içindeki iktidar grupları tarafından açılıyor. Dev bir sektördür ve yüz milyarlarca dolarların döndüğü kayıt dışı kaynaklarla finanse ediliyor.
Balyoz Darbe Planı'nın uygulama bölümünde El Kaide ve PKK'nın büyükşehirlerde özellikle İstanbul'da eş zamanlı büyük saldırıları öngörülmüş. Düğmeye bu saldırılar sonrası basılacak, kaos üzerine olağanüstü hal ve sonrasında sıkıyönetim ilan edilecekmiş. Gerçekten de bu cümle 2003 yılının Kasım ayındaki HSBC, İngiliz konsolosluğu ve Sinagog saldırılarını hatırlatmıyor mu? İki aşamalı bir El Kaide operasyonu olarak kayda geçen bu saldırılarla, darbe planı arasında bir bağlantı olabilir mi? Böyle bir bağlantı kurulabilirse, darbe planları yapanlarla PKK saldırıları, El Kaide arasındaki ilişki nasıl tanımlanabilir? Bir terör ihalesiyle mi karşı karşıya mı kaldık? Bağlantı kurulamaz ise, böylesine kapsamlı ve rafine bir dehşet planı uygulamak isteyenlerin, bütün çabalarını PKK ve EL Kaide saldırılarına endekslemelerini nasıl anlayacağız?
Bu, basit bir soru değil. Soğuk Savaş'tan sonra, dünyanın her bölgesinde tanık olduğumuz işgaller, iç savaşlar, siyasi suikastler, darbe planları, milyonlarca kişilik terör zanlısı listeleri, on milyonlarca insanın fişlenmesi-dinlenmesi, sayısız insanın işkenceden geçirilmesi, esir ticareti gibi gelişmelerin hepsinin açıklaması bu bağlantıda. Bugünlerde Yemen, böyle bir senaryonun kurbanı olarak öne çıkıyor. Bazı ülke istihbarat örgütlerinin eğittiği, beslediği terör grupları üzerinden işgal senaryosu uygulanıyor.
Türkiye, 1996-97'den beri, Türk-İsrail ekseni kurulduğundan beri bu denklemin içinde. Denklem, sadece küresel düzeyde terörle mücadeleyle sınırlı değil. Türkiye'nin iç siyasi yapısını da "terörle mücadele çağı"nın gereklerine göre dizayn edilmesini içeriyor. 2003 yılından bu yana, bütün darbe planlarının temelinde bu gerçek var. İçerideki darbe senaryolarıyla, küresel terörle mücadele doktrininin mimarlarının talepleri arasındaki bağlantı şaşırtıcı gelmiyor mu? Son zamanlarda, "Türkiye yoldan çıkıyor" zırvalarını dillendirenlerle bu çevrelerin bağlantıları neden sorgulanmaz?
Büyük bir aldatmaca var ortada. Merkezi güçlerin ürettiği, beslediği terör üzerinden dünya genelinde ve elbette Türkiye'de, örtülü operasyonlar yapılıyor, güç ve iktidar belli merkezlerin tekeline verilmek isteniyor. 11 Eylül sonrası AB'nin tuttuğu terör istatistiklerinden neden vazgeçildi? Çünkü istatistik, her yıl terörün azaldığını gösteriyordu bu da küresel söylemle örtüşmüyordu.
FBI'in raporlarına bakalım. ABD'de, 1980-2005 tarihleri arasında meydana gelen terör saldırılarının yüzde 94'ünün Müslümanlarla hiçbir ilgisi yok. Saldırıların yüzde 42'sini Latin kökenliler yapmış. Yüzde 24'ünü sol gruplar, yüzde 5'ini komünist gruplar, yüzde 7'sini Yahudi gruplar yapmış. Bu tarihlerde meydana gelen saldırıların sadece yüzde 6'sı Müslümanlarla bağlantılı. Yüzde 16 ise, "diğerleri" olarak geçiyor.
Hal böyleyken, hem ABD'de, hem dünyada neden İslamcı terör paranoyası beslenir ve devletler bu tehdide göre pozisyon alır? Hal böyle iken, Türkiye'den bütün darbeler, neden İslamcı tehdit'e göre planlanır? İçeride bu çevrelere, söz konusu planları hazırlatanlar, apaçık ortada değil mi? Bütün darbe planlarında bu çevrelerin elinin olduğunu görmüyor muyuz? Neden bu darbecilerle dışarıdaki malum çevreler arasındaki bağlantı sorgulanmaz?
Şimdi; teröre kimin ihtiyacı varmış, kimler tarafından besleniyormuş, kimler terör ihaleleri açıyormuş, kimler bu tehlike üzerinden dehşet planları yapıyormuş bir kez daha düşünelim. Düşünelim de; 21. yüzyılın en büyük yalanının kitlelerin zihinlerini nasıl rehin aldığını, bütün kirli işlerin bu zihin bulanıklığı sayesinde yapılabildiğini artık görelim.