Selâhaddin Çakırgil
Denilmek istenen; ’itaatkâr olun, sizi sevelim!’ mantığı..
24 Mayıs günü için Almanya kamuoyunda neredeyse bir korku ve nefret oluşturulmuştu. Çünkü, Tayyîb Erdoğan Almanya’nın Köln şehrine gelecek ve 6 sene öncelerde konuştuğu Arena isimli ve 18-20 bin kişilik kapalı spor salonunda yine konuşacaktı.
Erdoğan’ın 2008 yılında aynı mekânda yaptığı konuşma, o kadar sarsıcı olmuştu ki, alman medyasında konu günler boyu tartışılmış, ’Türkiye Başbakanı’nın Almanya’nın iç siyasetini etkileyecek bir güç odağı haline gelmeye başladığının tehlikesi’ne açıkça değinilmişti. Daha önce Türkiye başbakanlarının Almanya’ya geliş-gidişleri haber konusu bile olmazken, Tayyîb Erdoğan, buradaki Türkiye kökenli 3 milyonu aşan büyük kitle üzerinde çok farklı bir etki meydana getirmişti. (Ki, o zaman, konuyu ’Almanya’da Erdoğan Tsunamisi’ başlığıyla bir makalede anlatmaya çalışmıştım.)
Esasen, Erdoğan’ın güçlü bir lider olarak sivrildiği ve onun siyasetleriyle Türkiye’nin güçlendiği ve bunun Batı dünyasında bir hoşnudsuzluk meydana getirdiği, son yıllarda, sık sık hatırlatılan bir konu..
Nasıl olmasın ki, düne kadar, Türkiye’nin en üst yetkilileri, Batı dünyasının liderleri karşısında, öğretmenlerine ellerini oğuşturarak bir şeyler anlatmaya çalışan bir ortamekteb öğrencisi gibi dururken, Tayyîb Erdoğan, o havayı dağıtmış ve dikbaşlı, vakûr bir güçlü lider görüntüsü vermeye ve bu durum, yurt içindeki ve dışındaki T.C. vatandaşlarını da derinden etkilemeye başlamıştı.
Bu son gelişi öncesinde ise..
Hele de son 1 yılı aşkın süredir, ’Taksim-Gezi Hadiseleri’ ve 17 Aralık 2013’de ’yolsuzluk’ iddialarıyla başlatılan ve Hükûmet’i yolsuzluk iddialarıyla devirmeye yönelik, ’örtülü ve dolaylı darbe teşebbüsü’nden beri, Batı dünyasının hemen bütün medya organları ve bu arada Almanya medyası da, Tayyîb Erdoğan aleyhinde öyle yayınlar yapıyorlardı ki, durumu bilmeyenler, Erdoğan’ın artık yıkılmak üzere olduğunu sanıyordu ve Türkiye aleyhindeki böylesi yayınların geçmişte bir örneği yoktu.
Ama, 30 Mart 2014 mahallî seçimleri gösterdi ki, Erdoğan yıkılmak bir yana, daha da güçlenmiş ve karşıtları derin bir hayal kırıklığı yaşamışlardı.
Buna rağmen alman medyası, Erdoğan’ın bu zaferini bile, ’Yakındoğu’da yeni bir Putin..’ gibi başlıklarla vermekten meded ummuş; Erdoğan karşıtlıklarını tekrarlamaktan o anda bile geri durmamışlar; Tayyîb Erdoğan aleyhinde, -tıpkı Kılıçdaroğlu’nun ağzıyla-, diktatör olarak suçlamaya ve onu, Adolf Hitler’i hatırlatacak şekilde, ’Führer’ olarak anmaya ve hattâ Hitler bıyıklı Erdoğan resim ve karikatürleri yayınlamışlar; ağır hakarete varan sözler yazmışlardı. Hattâ, Manisa- Soma kömür madenlerinde 301 madencinin hayatını kaybettiği büyük faciadan bile, Erdoğan’ı vurmak için faydalanmaya kalkışmışlardı.
*
Şimdi ise, Erdoğan yine dik başlı, vakûr tavrıyla Köln’e bir daha geliyordu.
Böyle bir Erdoğan’dan rahatsızlık duyulmaz mıydı?
Üstelik, o Erdoğan, Almanya C. Başkanı Joachim Gauck’un Mayıs başında Türkiye’ye yaptığı resmî gezi sırasında, Türkiye’nin iç siyasetine dair, ağır ve bir kısmı tamamen temelsiz olan eleştiriler yapınca, cevabını Tayyîb Erdoğan’dan, ağır şekilde karşılığını almıştı. Alman medyası, bu Gauck eleştirilerinden dolayı da, Erdoğan’a saldırılarına daha bir hız vermişlerdi.
*
Bu korku ve nefret, güçlüler karşısına
güçlü olarak çıkmaktan kaynaklanıyor..
Ve 24 Mayıs gününe böyle gelindi..
O gün, Erdoğan’a olan destek ve ilgilerini sergilemek için, Almanya’nın Berlin, Münih ve Hamburg gibi uzak köşelerinden ayrı olarak, çevre ülkelerden Fransa, İsviçre, Belçika ve Hollanda’dan da pek çok kimsenin de geldiği görülüyordu.
O günün sabahından itibaren onbinlerce insan, canlı bir kitle olarak, Arena etrafında toplanmış ve saat 17.00 civarında konuşması planlanan Erdoğan’ı dinlemek için, saatlerce bekleşiyorlardı.
Bu kitle arasında, bir kısım kimseler vardı ki, bugüne kadar Erdoğan’a yakınlık duymamışlardı, ama, ’30-40 yıldır buradayız, hiç bir Türkiye Başbakanı’na medyada, ekranlarda böylesine saldırılar yapıldığına şâhid olmamıştık, bu kabul edilemez.. Erdoğan, ülkemizi güçlendirdiği için, bundan rahatsız olunuyor.’ diyorlar ve bunun için orada bulunduklarını dile getiriyorlardı.
*
Buna karşı, Türkiye kökenli bir kısım insanlar da Erdoğan’ı protesto etmek üzere çağrılar yapıyorlardı.
Bunların başını ise, ’ateist’liklerini gizlemeyen ve ’Ali’siz alevilik’ gibi mantıkan de savunulamıyacak lafları etmekten çekinmeyen ’Avrupa Alevî Birlikleri Federasyonu’ isimli bir kuruluş ise, ’Köln’ü Erdoğan’a dar edecekleri’ iddialarıyla gösteriler yapacaklarını ileri sürüyorlardı. (Ki, Gauck alevî haklarını savunuyormuş gibi sözler etmişti Türkiye’de ve dönüşünde..)
Bu satırların sahibi, Erdoğan karşıtlarının yapacağı bildirilen protestolarını görmek için, Arena civarından ayrılıp, Ren nehrinin karşı tarafına geçtim.
Ama, gösteri yapılacağı söylenen meydanlara gittiğimde kimseleri göremedim, herkes dağılmıştı. Alman medyası, onların 30 bin ve hattâ 45 bin olduğunu yazmışlardı. Arena’da toplananları ise, 18 bin olarak belirtiyorlardı.. Erdoğan karşıtlarının gösterilerini yansıtan fotoğraflarda ise, Erdoğan için, ’Räuber, Morder, Lugner / Haydut, eşkiya, Kaatil, Yalancı’ ve ’Erdoan du bist kein demokrat / Erdoğan sen demokrat değilsin..’ gibi yazılara yer verilen pankartlar görülüyordu.
Almanlar da sanıyorlardı ki, Türkiye’deki protesto gösterileri de böyle yapılıyor ve güvenlik güçleri de onlara karşı şiddet kullanıyordu. Halbuki, Taksim’de, Okmeydanı’nda şiddet ve tahrible birlikte yapılan protesto gösterilerinin yüzde biri burada sergilense, alman polisi neler yapardı, o zaman görülürdü..
Bu Erdoğan karşıtlarına paralel olarak, bazı alman tv. kanallarında da günlerden beri akıllarınca aşağılayıcı yayınlar yapılıyor, içinde, ’Cehenneme kadar yolun var Erdoğan!..’ gibi çirkin ve saldırgan sözler bulunan şarkılar ve Erdoğan’ı şeytan gibi göstermeye çalışan animasyonlar-klipler yayınlanıyordu.
*
Öte yandan, Köln Belediye Başkanı da Erdoğan’ın gelmesini istemediklerini söylemişti. Aynı şekilde, Angela Merkel’in lideri olduğu ’Hristiyan Demokrat Birliği -CDU’ isimli siyasî partinin önge gelenleri de Erdoğan’ın gelmemesini tercih ettiklerine dair beyanlarda bulunuyorlardı.. Ve Almanya Hükûmeti’nin açıklamasında da, ’Erdoğan’ın Almanya’nın hassasiyetlerine dikkat göstereceği ümid olunmaktadır’ gibi kaba telkinler diplomatik kalıplar içinde dile getiriliyordu.
Halbuki bu çevreler, Gauck’un, bir ay kadar önceki gezisi sırasında dile getirdiği ’Türkiye’de iç işlerine müdahale’ mahiyetindeki eleştirilerini, dostlar arasında açık yüreklilikle konuşulması gereken sözler olarak geçiştiriyorlardı.
Bazı gazeteler ve tv. kanalları, Hristiyan Demokrat Partisi (CDU) Partisi Meclis Grubu Başkan Yardımcısı Thomas Strobl'ın ağzıyla, bu ziyaretin Türkiye- Almanya işbirliğine hizmet etmiyeceğini ileri sürüyorlar, ’gelmese daha iyi olurdu..’ diyorlardı. Çünkü karşılarında eğilmeyen, teslim olmaya niyetlenmeyen bir lider tipi vardı ve ona söylenmek istenen de, ’Teslim ol, barış olsun..’ şeklindeki Pax Romana (Roma Usûlü Barış) mantığına uygun bir sözdü; yani, ’Îtaatkâr olun, sizi sevelim..’ mantığı..
*
En iyi entegrasyonun, asimilasyon olduğunu söyleyenler karşısında..
Almanya yetkilileri hemen her konuşmalarında entegrasyon istiyorlardı. Entegrasyon, yani ülkeye sonradan gelenlerin asıl büyük toplumla birlikte yaşaması, bütünleşmesi siyaseti..
Erdoğan da entegrasyon istiyor; ama, ’asimilasyon’a hayır!’ diyor; asimilasyonun insanlık suçu olduğunu belirtiyordu.. Almanlar ise, 10 yıl öncelerdeki Federal İçişleri Bakanı Otto Schili’nin deyimiyle, ’en iyi entegrasyonun asimilasyon olduğunu’ söylüyorlardı.
Aradaki fark derindi, elbette..
Entegrasyonda, o ülkeye sonradan gelip eklenen yabancı kökenlilerin kendi inançlarıyla, kültürleriyle, yaşayış tarzlarıyla, hattâ düğünleri- dernekleriyle farklılıklarını koruyarak yaşamaları öngörülüyordu. Asimilasyon ise, sonradan gelenlerin, toplumun büyük kesimi içinde tamamiyle eriyip gitmelerini..
Bu açıdan bakıldığında, Almanya’daki Türkiye kökenlilerden alevîlik adına teşkilatlanan ateist kitlelerin böyle bir derdi yoktu ve tam mânâsıyla asimile olmuşlardı, ve hattâ, ’alevîliğin İslam’la ilgisi olmadığını, ayrı bir din olduğunu’ bile alman makamlarnına resmen kabul ettirmişlerdi. Alman makamları da bu çabayı çok takdire şayan bulmuş olmalı ki, vargücüyle destek vermişlerdi, veriyorlardı.
Ertesi gün ise, alman medyası, Erdoğan destekçilerinin 20 bin kadar; onu protesto edenlerin ise, 30 hattâ 45 bin olduğunu yazıyor ve ’Erdogan spaltet Köln..’ gibi başlıklarla Erdoğan’ın Köln’ü ikiye böldüğünü sözkonusu ediyorlardı.
100 bin kadarının Türkiyelilerin olduğu 1 milyon 200 bin kadar nüfuslu Köln’ü bölmüştü Erdoğan.. Birkaç milyonluk tirajı olan bulvar gazeteleri, ’Köln: Die gesteilt stadt /Köln: bölünmüş şehir..’ manşetlerini çekiyorlardı. Ama, asıl bölenlerin kim olduğunu görmek- göstermek istemiyorlardı.. Gerçekte ise, hemen bütün elektrik direklerinde göze çarpan ve iki minareli bir cami resminin üzerine bir çizgi çekilerek hazırlanmış ve kocaman harflerle, ’Wir haben’s satt!/ Sizden bıktık artık..’ şeklindeki (Pro-Köln) imzalı, ’örtülü neo-nazi’ seçim afişleri ve panolardı, Köln’ü asıl bölen..
Erdoğan’a‚’Almanya’yı âdetâ, ülkesinin bir kolonisi gibi ziyaret ettiği’ suçlaması..
Ciddî yayınlarda bile, Erdoğan, âdetâ, bir kötülük sembolü halinde algılandırılmaya çalışılıyordu.
Bunlardan, Frankfurter Allgemeine Zeitung, Başbakan Erdoğan'ın konuşmasına dair bir yoruma yer veriyor ve ’Erdoğan göğsünü gererek, ülkesinde polisin protestoculara karşı uygulamasını savundu ve asimilasyonsuz bir uyumdan yana olduğunu söyledi" diye yazıyor ve Spiegel dergisinin internet portalinde, ’Cehenneme kadar yolun var Erdoğan! / Scher Dich Zum Teufel Erdogan’ sözlerinden hareketle, Alman medyasına yüklendiğinin de altını çiziyordu.
Focus Dergisi ise, internet portalinde ise, bazı alman okuyucuların ağzından, "Erdoğan'ın Köln'ü âdetâ ülkesinin bir kolonisini ziyaret eder gibi ziyaret ettiği" görüşüne yeri veriliyor; ve böylece Gauck’un da Türkiye’ye hangi gözle baktığı zımnen dile getirilmiş oluyordu. Çünkü, Gauck’un, gittiği başka Fransa’da, İngiltere’de, B. Amerika’da veya güçlü kabul ettiği başka bir ülkeye gittiğinde, Türkiye’de yaptığı gibi o ülkelerin iç siyasetlerine dair eleştirilerde bulunmazken, Türkiye’de başka bir tavır takınmış, ama, Erdoğan’dan da cevabını en sert şekilde almıştı.
Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Cem Özdemir ise, Zaman gazetesinin 26 Mayıs günlü sayısında, ’Erdoğan’ın artık olumsuz Türkiye’nin ‘simge’si olduğunu savunuyor ve Almanya Başbakanı Merkel’in yuhalanmasının çok çirkin olduğunu ve bunun hâfızâlarda kalacağını ‘bedelini kendilerinin ödeyeceklerini’ bu ziyaretin AB ilişkilerini de olumsuz etkileyeceğini vurguluyor ve ‘Erdoğan, Almanya’nın yüzde yüzünü kaybetmiştir’ diyordu.
Türkiye’deki protesto gösterilerinde sergilenen tahrib ve şiddet eylemlerine daima sıcak mesajlar veren Özdemir’in, sıra Almanya’ya gelince farklı bir tavır takınması ve , ‘Merkel sözü sarf edildiğinde salonun yuhalaması çok kötü bir izlenim bıraktı. Çok çirkin oldu. Bu hâfızâlarda kalacak. Bunun bedelini ödeyeceğiz. Şu mesajı veriyor: Burada yaşıyorsun, buranın ekmeğini yiyorsun, vergini burada veriyor, çocuklarını burada okula gönderiyor, sosyal devletten istifade ediyorsun. Aynı zamanda buranın başbakanını yuhalıyorsun.. Biz 50 senedir uğraşıyoruz. “Sâdık vatandaşız” diyoruz, “Bize güvenin, korkmaya gerek yok.” diyoruz. Oraya gidenlerin bıraktığı imaj bu söylediklerimizi çökertiyor’ demesi düşündürücü idi. Cem Özdemir, ayrıca, ‘tarafdarlarının Erdoğan’a taptıklarını da iddia ediyor ve bu iddiasını, ‘Böyle bir hayranlık Alman siyasetinde olmayan bir şey, destekler ama tapmaz. Sonuçta insanız, hepimiz bir gün bu dünyadan ayrılacağız. İnsana tapmak hem şaşırtıyor, hem korkutuyor.’ sözleriyle güçlendirmeye çalışıyordu.
Kaldı ki, Özdemir’in Merkel’in yuhalanması hakkındaki görüşleri de doğru değildi. Çünkü, Erdoğan, sözlerini Merkel’e teşekkür etmek üzere sürdürürken, yükselen ‘Yuhh..’ seslerini bir el işaretiyle bizzat Erdoğan susturuyordu. Yani, orada, yuhlatan bir Erdoğan’dan değil; belki, Almanya’ya haksızlığa uğradığını düşünenlerden Merkel’e yönelik reflektif bir yuhlamadan sözedilebilirdi.
*
Erdoğan korku ve nefreti, asıl nereden mi kaynaklanıyor? Rusya lideri Putin bugün, Batı medyasında nezdinde, diktatör ve Yeni Çar, vs. gibi yaftalarla anılıyor. Halbuki, başlangıçta ne kadar sevimliydi.. Ama, Rusya’yı güçlendirince, tabiatiyle sevimsizleşti.. Herhalde, Rusya’dan tarih boyunca ağır darbeler yiyen ve ağır bedeller ödeyen bütün ülkeler ve halkları (ve tabiatiyle, Osmanlı’nın müslüman halkları ve hattâ İran halkları da) yeniden güçlenen bir Rusya’dan pek o kadar da memnun değildir.
Erdoğan için de durum böyledir..
Çünkü Erdoğan, sadece güçlenen bir Türkiye’yi, ya da Osmanlı hayalini temsil etmiyor; uyanan bir milleti, İslam Milleti’ni temsil ediyor. Onun ‘Millet’ ile anlatmak istedikleri de, bu..
Onun konuşurken, sadece Anadolu coğrafyasını değil, gözünün önüne, bütün müslüman coğrafyalarını getirdiğini hatırlayabiliriz. Mekke ve Medine’den, Kahire, Şam ve Bağdad’dan, Saray Bosna, Mostar, Kosova ve Üsküb’den, Kırım’dan, Bingazi’den, Cezayir’den, Sûdan’dan, Filistin’den, Kafkasya’dan, Lahor’daki aynı inancı paylaşan insanlardan sözeden bir siyasetçinin nasıl bir dünya tasavvuru olduğu tahmin edilebilir. ‘Şehidliklerimizi, mezarlıklarımızı ziyaret ederseniz; orada, farklı dil ve renklerden, ama aynı inancın çocuklarının bu topraklar için dünya hayatından geçtiklerini görürsünüz, bizi bir millet yapan değerler işte onların dünyasındaki değerlerdir..’ diyen bir kimsenin millet anlayışı ve tasavvuru elbette, o lider hele de ülkesini güçlendiriyor ve halkını daha kendisine güvenen bir duruma getiriyor ise; Avrupa için asırlarca korku kaynağı olan bir tarihî arka-plan, yine korku kaynağı olur.
Tayyîb Erdoğan’dan duyulan korkunun aslı, onun şahsından değil; onun sahib çıktığı ve yüceltmeye çalıştığı değerlerden kaynaklanmaktadır.
Çünkü, 1699’da Karlofça Andlaşması’yla ilk toprak kaybıyla, boğazına kemend geçirilen ve Avrupa için asırlarca bir korku kaynağı oluşturan Osmanlı’nın boğazındaki bu kemendin sıkılması, -ünlü ingiliz tarihçi filozofu Arnold Toynbee’nin deyimiyle- 225 sene sürmüştü.
Şimdi ise, o uzuuun çöküş ve geri çekiliş dönemlerinin ve yaşanan ağır sosyal travmalarının etkisinden kurtulup, kendisini kendi doğrularıyla ifade eden bir anlayışın dirilmesi konusu.. Bu, eski Osmanlı saltanatı tipi bir yapının diriltilmesi değil, ama, aynı kültür ve aynı tarihî birlik düşüncesi etrafındaki müslüman toplumların yeniden toparlanması ihtimalini temsil ediyor Erdoğan’ın sözleri ve Türkiye’nin güçlenmesi.
Bu da, Batı dünyasının eski tarihî korkularını canlandırıyor hâfızâlarında.. Ve Batı’nın bugün en güçlü temsilcileri ve sözcülerinden birisi olan Almanya da onun için, Tayyîb Erdoğan konusunda ve güçlenen Türkiye karşısında bu hınç, korku ve nefret dolu tepkileri veriyor.
Emperyalist güç odaklarının sevdiği bir geleceğin bir daha yaşanmaması ümid ve dileğiyle..
*
haksöz