Ahmet Taşgetiren
Derinleşen kimlik parçalanması
Samuel Huntington “Medeniyetler Çatışması” kitabında Türkiye’yi “kimliği parçalanmış ülke” niteliğinde tanımlıyordu.
Osmanlı, kendisini İslam devleti olarak görmesine rağmen, çok milletli – çok kültürlü bir devletti. Bu farkları tek bir kimlikte eritmek gibi politikası da olmadı.
Osmanlı’nın mirası üzerinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti, “Ulus devlet” yaklaşımı ile, yeknesak bir kültür inşa etmeye yöneldi. Ama daha başta “Dini sınırlama” yaklaşımı, din alanında derin bir farklılaşmayı beraberinde getirdi. Cumhuriyet tarihi Dindar – Laik çatışmalarının zemini oldu.
Türkiye Dindar – Laik geriliminin zirve yaptığı 28 Şubat döneminden sonra, 20 yıldan bu yana, “Dindar” diye tanımlanabilecek bir siyasi kadronun yönetiminde. Yola geniş kesimleri kucaklama perspektifi ile çıkılmış olsa dahi, zaman içinde, belirli bir oy yüzdesinin tahkiminin de zorlaması ile, “ideolojik hüviyeti daha keskin” bir siyasi çizgi ortaya çıktı.
Bekleneceği gibi bu ideolojik keskinlik, karşıtını doğurmakta, ya da zaten derinlerde akmakta olan tepkiyi gün yüzüne çıkarmakta gecikmedi.
Şu anda iktidar karşısında oluşan ve “benzemezler” diye tanımlanan ve “benzemezliği” iktidarın kamplaştırma siyasetine alternatif gibi sunan 6’lı muhalefet bloku, her ne kadar farklı ideolojik çizgilerin buluşması ise de, sık sık gündeme gelen “problem alanlar” yüzünden gerilim yaşama potansiyelini de bağrında barındırıyor. Zaten iktidar cenahı da siyaseten bu alanları yumuşak karın niteliğine büründürmekten kaçınmıyor.
Aslında Türkiye’nin geleceği üzerinde düşünen herkesin gittikçe keskinleşen bu kimlik parçalanması üzerine kafa yorması gerekiyor.
Rahmetli Özal “Dört eğilim”i birlikte ülke yönetimine katmayı denemişti, başarısızlıkla sonuçlandı, sonunda kendi kurduğu partiyi terk etmek zorunda kaldı. Ak Parti’nin yola çıkış perspektifi ve geldiği nokta ortada.
Geçtiğimiz hafta sonu iki sembolik olay yaşandı.
Birisi İsmailağa Cemaati’nin büyüğü (yani Şeyhi) Mahmut Ustaosmanoğlu’nun vefatı idi. Cenaze Fatih Camiinden on binlerce insanın iştirak ettiği bir cenaze namazından sonra ebediyete uğurlandı. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere kalabalık bir devlet ricali katıldı.
Bu olay sembolik açıdan çok önemli. Çünkü merhum “Mahmut Efendi” erkek cemaatine cübbe ve sarığı, kadın cemaatine çarşafı şart koşan bir tasavvufi çizginin Hocası idi. Cemaat 28 Şubat döneminde bile vaz geçmediği bu özelliği ile nev’i şahsına münhasır bir nitelik arz ediyordu.
Bu bir Türkiye rengi.
Bir başka renk, epeyce bir süredir yürüyüşlerle, gösterilerle bir tür “meydan okuyuşlar”la kamuoyu oluşturan LGBT çizgisinin rengi idi. Eylemlerine “Onur yürüyüşü” adını koyuyorlar, bir anlamda toplumsal planda dışlanmışlığı “onur” diye takdim etmenin pervasızlığını sergiliyorlardı.
LGBT konusunun, İstanbul Sözleşmesi ile bağlantılı olarak cinsel eksende ama tamamen ideolojik çerçevede çok derin bir tartışma halinde devam ettiği biliniyor.
Bunun yanında, gündüz yayınlanan kadın programlarına yansıyan çürümüşlük, aile – kadın – erkek ilişkileri, cinsellik noktasında acayip bir sürükleniş halinde bulunulduğunu gösteriyor.
Ve tabii kadın cinayetleri… En son Pınar Gültekin cinayetinde verilen “haksız tahrik indirimi” ile gelen yargı faciası.
Bütün bu yaşananlar ister iktidar ister muhalefet, yani Türkiye’yi halen yönetenler ya da yarın yönetime talip olanlar açısından Türkiye toplumunun geleceği konusunda nasıl bir değerlendirmeye konu oluyor merak ediyorum.
Bir yanda Mahmut Ustaosmanoğlu’na taziyede bulunduğu, cenazesine iştirak ettiği için linç edilenler, bir yanda taziyede bulunmadığı için linç edilenler…CHP milletvekili ama muhafazakâr dünyaya da yabancı olmayan İlhan Kesici’nin cenazeye iştiraki de önemli – anlamlı, ona yönelik tepkiler de anlamlı. Mesela kadın – erkek bunca insanın 93 yaşında bir Hocayı – Şeyhi üstad olarak benimsemesi “güncel CHP çizgisi” için ne anlama geliyor, sorusunun cevabını merak ediyorum. (“Alevi açılımı”nda tıkanan iktidarın 200 Alevi Dedesini Kerbela’ya götüreceği haberi de bu açıdan ilginç)
Bir de “Helalleşme” var… Kılıçdaroğlu’nun “Helalleşme” çizgisinin kendi içindeki limiti ne? Mesela Mahmut Efendi Cemaatine başsağlığı dileyebilir miydi? Mesela İlhan Kesici’nin cenazeye gitmesine üzülmemiştir umarım.
Neyi nasıl yapacağız? Birbirimizin dilini nasıl anlayacağız, nasıl anlaşacağız? Kim kimi neye dönüştürecek? Ve nasıl bir Türkiye’ye varacağız?
RAHMET DİLEĞİ:
Bir insan topluluğunun manevi anlamda iyileşmesine rehberlik eden Mahmut Ustaosmaoğlu’na Allah’tan sonsuz rahmet diliyorum. Ebediyet yolculuğu cennete ulaşsın. Sevenlerine, evlatlarına taziyelerimi sunuyorum.