Ahmet Taşgetiren

Ahmet Taşgetiren

Devlet dili- Güven sorunu

Bir Cumhurbaşkanı herhangi bir “Vatandaş”ını terörist diye suçlamaz.

Bir İçişleri Bakanı herhangi bir “Vatandaş”ına namussuz demez.

Bir Adalet Bakanı herhangi bir “Vatandaş”ına mahkum olmadan suçlu muamelesi yapamaz, mahkum olmuşsa da cezasından başka ceza çektirerek ek maliyetler ödetemez.

Benim gördüğüm, sadece Adalet Bakanı şu ifade edilen çizgide duruyor, ne sayın Cumhurbaşkanı ne de İçişleri Bakanı buna riayet etmiyor.

Hem Cumhurbaşkanı hem İçişleri Bakanı diyelim cezaevinde bulunan ve davası devam eden insanları terörist diye damgalıyor, benzeri ifadeleri siyasi tartışmalarda başkaları için de kullanıyor.

Neden sayın Cumhurbaşkanı ve söz konusu bakanlar üzerinde duruyorum, çünkü Cumhurbaşkanı hem “milletin birliği”ni temsil ediyor, hem tüm devlet emrinde, İçişleri Bakanı’nın emrinde devletin istihbaratı ve güvenlik güçleri var, Adalet Bakanı da tüm ihtilafların çözülmesinin beklendiği Adalet kurumunun başında.

Tüm bu makamlara ve orada oturan kişilere ülkedeki her bir vatandaşın güven duyması lâzım.

Ben şahsen bunu, mesela sayın Cumhurbaşkanı söz konusu olduğunda;

-Siyasete “Şahsi ikbal” için girdi ise, kendi şahsının iyiliği için olduğunu düşündüğüm için önceliyorum.

-Siyasete “Türkiye’ye hizmet” gibi bir gayeye hizmet için girdi ise, Türkiye’nin iyiliği için istiyorum.

-Siyasete “İslam’a hizmet” gibi bir gaye ile girdiği farz edilirse, İslam’a hizmetin böyle olabileceğini düşündüğüm için istiyorum.

Türkiye’de veya dünyanın herhangi bir yerinde kişilerin öfkeleri üzerinden siyaset yaparsanız, arkanızda toplanacak kitleler bulursunuz. İnsanların bencilliği – bireyselliği üzerinden politikaların icra edildiği Amerika’da bile Trump gibi bir adam arkasında 71 milyon oy topladı ve onları terörize edip, memleketin Meclis’ini basmaya yönlendirdi. Başka pek çok örnek verilebilir böyle, kitleleri arkasından sürükleyen, ama kendileri için de ülkeleri için de iyi olmuyor.

Türkiye, kimlik üzerinden fay hatları oluşmuş bir ülke. Oradan yola çıkıldığında da karşıt öfkeler oluşturmak mümkün. Ama Türkiye’ye iyilik etmek isteyenler, bana göre, bu fay hatlarını derinleştirmez, tamir etmeyi ana ilke olarak benimser.

Şunu da söyleyeyim: Politika yapan herkes memleketin fay hatları ile oynasa bile, Devlet sorumluluğunu üzerinde taşıyan insanlar ona yönelmez.

Uzunca bir süre Ana muhalefet liderini “zehirli bir dil” kullandığı için eleştirdim. O, bu yolun yol almadığını gördü veya yapılan eleştiriler ona bunu gösterdi, daha kuşatıcı bir dil geliştirerek kendi klasik tabanı dışında toplum alanlarıyla iletişim kurmaya yöneldi.

Şu sıralar yeniden sadece belli kesimlerinin öfkelerine denk düşecek olan bir “Hakaret dili” ile konuşmaya başlamasının mantığını anlamak mümkün değil.

Ben, uzunca süredir Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın diyelim ana muhalefet liderini “aşağılama” niteliğinde “Bay Kemal” diye konuşmaması gerektiğini yazmak istiyorum. Çünkü bu tür söylem, karşıtını üretir, o da “Bay Recep” diye konuşmaya başlarsa, bu bir Cumhurbaşkanı ile iletişim noktasında şık olmaz, diye düşünüyordum.

Gelinen noktaya bakar mısınız, bir Cumhurbaşkanı mesela bir il başkanı ile ağır siyasi polemiğe giriyor. İçişleri Bakanı hakeza.

Bir Cumhurbaşkanı siyasetin kendisi ve karşıtları şeklinde bölünmesini sağlıklı bulabilir mi? Bugün Türkiye’de siyaset yüzde 50-50 Erdoğan ve karşıtları şeklinde ayrışmış bulunuyor.

Bu kendisi için iyi midir, Türkiye için iyi midir, İslam için iyi midir?

Hadi kendisi kendisidir diyelim -ki bence kendisinin misyon kaybı da ülke için israftır- Türkiye derin bir farklılaşma içine sürükleniyor, toplumun ana harcı olan İslam siyasi öfkelerin ayrışma malzemesine dönüşüyor.

En önemlisi, kitlelerin “Devlete güven” noktasında kafası karışıyor. Cumhurbaşkanı’nın en tepeden hüküm kurduğu, İçişleri Bakanı’nın en bıçkın ifadelerle hedef aldığı herhangi bir insan, Yargı’dan emin olabilir mi, emniyet kuvvetlerinden emin olabilir mi?

Evet, Cumhurbaşkanı yüzde 50 oy alıyor, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun oy oranı da ondan aşağı değilmiş, belki fazlaymış.

Ben mesela Ordu’nun, mesela Diyanet’in güven ve saygınlık noktasında en küçük bir kaybını problem olarak gördüğümü daha önce yazdım. Bu kurumlar güven kaybetmemelidir.

Aynı hassasiyetin Cumhurbaşkanlığı, İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı (Yargı) için gösterilmesi gerekir.

Hani “başörtülü yargıç” üzerinden tartışıldı ya konu, başörtülü - başörtüsüz, bıyıklı - bıyıksız, sakallı - sakalsız, kravatlı - kravatsız… Kılık kıyafet değil ki insanın insana karşı sorumluluğunu getiren, yüreği, kafa yapısı ile icra ediyor görevini… Ben huzuruna çıktığım yargıca güven duymalıyım, yolda beni çeviren polise güven duymalıyım. Askerime güven duymalıyım.

15 Temmuz’da bir kısım askerin ne hale geldiğini gördük. Türkiye taraflı yargı, taraflı polis, taraflı bürokrat olgusunu tanıyor. Herkes o hafızaya yatırım yapsa, devlet sorumluluğunu taşıyanlar yapmamalı, dikkatli olmalı, diyorum son söz olarak.

Bu yazı toplam 740 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar