Diyarbekir Nasıl Diyarbakır Oldu?
Vakit Gazetesi'nden Selehattin Çakırgil'in yazısı..
Hepimiz önemli mes’eleleri tartışırız; ya da, tartıştığımız için, o konular önemli oluverir!.
Voltaire, ‘devletler kuran, devletler yıkan, savaşlar kazanan, barış andlaşmaları imzalayan yığınla güçlü insanla görüştüm’ der ve arkasından, ‘Öyle, saraylardakilerden veya savaş meydanlarındakilerden sözetmiyorum; ziyafet sofralarındakilerden, toplantılardakilerden sözediyorum..’ diye ekler.. Hepimiz de böyle devlet adamlarıyla her gün karşılaşmıyor muyuz? Bugünün medya dünyası karşımıza sürekli bu tipleri çıkarmıyor mu?
Dün, Kanal 7’de, MHP m. vekili, (eski büyükelçi) Deniz Bölükbaşı’nı dinliyorum.. Ken’an Evren, Kıvrıkoğlu, Karadayı, Aytaç Yalman vs. gibi, çoğu askerî darbelere veya darbe benzeri davranışlara girip çıkmış ünlü emekli generallerin geçenlerde yaptıkları ve ülkemize-halkımıza ne büyük acılara mal olduğu bilinen büyük hataları şimdi olsun itirafları ‘emeklilik halet-i rûhiyesi’ne bağlıyordu.. ‘Ben de emekli oldum, iki-üç aydır.. Bende de başlar mı öyle bir hal?’ diye soruyordu da, başladığını fark edemediği görülüyordu. Çünkü, yaptığı açıklamalar, em. generallerin yaptığı derecedeki çarpıcılıkta beklenmeyen açıklamalardı..
Deniz Bey, Güneydoğu Problemi ile ilgili olarak, hâlâ ‘tek dil’ vurgusu yapabiliyordu. Aynen Diyarbakır’da sokaklarda, ‘tek vatan, tek bayrak’ sloganlarına ‘tek dil..’ lafı da eklenerek yürütülen askerlerin sloganları gibi..
Evet, bu eski seçkin diplomat, şimdi, ‘tek dil’ anlayışına karşı çıkmanın ‘ülkenin temeline dinamit koymak’ mânasına geldiğini söyleyebiliyordu.. Halbuki, ülkenin temeline, o gibi ‘resmî ideoloji’ dayatmalarıyla dinamit konulduğunu düşünmesi de gerekirdi.. O ise, ‘PKK terörü bittikten sonra da asla yaklaşılmaması gereken konuların arasında ‘tek dil’ mes’elesinin bulunduğuna’ da vurgu yapıyordu..
‘PKK mı, o gibi talebleri geliştiriyor’ veya, ‘o gibi talebler mi, PKK’yı?’
Meğer, ‘dil mes’elesi’ ne kadar önemliymiş!. Ama, bu önem, kürdçe için de geçerli sayılmalı değil midir?. Yoksa, o zaman, ülkenin temellerinin dinamitleneceğinden mi sözedeceğiz?
Ben bir taraftan o tv. proğramını izlerken, bir taraftan da, ‘Diyarbekir’ (Diyar-ı bekr) adının nasıl olup da Diyarbakır olduğuna dair, gülmece edebiyatında yerini alması gereken bir diğer yazıya da rastladım; dünkü Milliyet’te, C. Dündar’ın kaleminden..
Dündar, Diyarbakır’da, ‘asker’in sözkonusu yürüyüşü yapması’nın, ‘28 Şubat’ günlerinde ‘Sincan’da tankların yürüyüşünü hatırlattığını’ da hatırlattıktan sonra, M. Kemal’in Diyarbekir’e 1937’deki gelişine işaret ediyordu.. (Ama, bunun ‘Dersim İsyanı’nın kanlı bir şekilde bastırılıp, ayaklanmanın başı olan Seyyîd Rızâ ve oğullarıyla diğer önde gelenlerin idâmından hemen sonra, El’Aziz’e yapılan gezi çerçevesinde olduğu hatırlatılmıyordu..)
Benim üzerinde durmak istediğim asıl konu ise şu..
Hani, şimdi bir mes’ele tartışılsa, hemen, ‘Memleketin bütün mes’eleleri halledildi de, bu mu kaldı?’ denilir ve akan sular durdurulur ya.. İşte o mentalite açısından, demek ki, o zaman da, memleketin bütün önemli mes’eleleri halledilmiş ki, yığınla şekilci değişiklik, inkılab adına, hem de ‘karşı çıkanların kellelerinin koparılacağı’ tehdidleriyle gerçekleştirilmiş..
Bu devrimlerden birisi de ‘Diyarbekir’ adının Diyarbakır’a inkılab ettirilmesi imiş..
Yazının Tamamı İçin TIKLAYINIZ