Abdurrahman Dilipak
Dünyanın kalbini dinle
1970’lerin başı idi. 12 Mart’tan sonra çıkan ilk İslami kimlikli dergi idi “Adım dergisi”. Sembolü bir ayak izi idi. Yürüyüşü ifade ediyordu. Doğru yönde ileri doğru, sıratı müstakim üzre.. Hemen yanından Erdem Beyazıt’ın şu dizeleri yer alıyordu:
“Dünyanın kalbini dinle geliyor adım adım;
Dallar meyvaya dursun, toprak tohuma dursun,
İnsan barışa dursun, selama dursun zaman.
Sabır savaş zafer. Adım: Müslüman.”
Ad’ımız, “adım”larımızda gizli idi. Yüzümüzü döndüğümüz yöne doğru yürüyüşümüzde gizli idi. Ortak adımız “Müslüman”dı.
Dünden bugüne bu yürüyüşümüz devam ediyor. Kah sarp dağlara tırmanıyoruz, kah yokuş aşağı koşar gibi gidiyoruz. 4 mevsimi birden yaşıyoruz. Kimi yolunu şaşırıyor, kimi savruluyor, kimi yoruluyor ama bu yürüyüş sürüyor.
Ne günlerden geçtik. 12 Mart’ta mahkûm olmuştum. 12 Eylül’de Erbakan’ın danışmanıydım. 28 Şubat’ta Kudüs platformunun sözcüsü idim. 15 Temmuz’da Köyceğiz’de Marmaris’e ve Dalaman’a 20-25 km mesafede bir yerde “FETÖ ve Darbeler” konulu bir konferans veriyordum.
Dönüp bakıyorum da, nerdeyse yarım asır olmuş koşmaya başlayalı ve hâlâ koşuyorum, yaş 70’e yaklaştığı halde.
Gençler! Ne çabuk yoruluyorsunuz. Çile çok mu zor geliyor. Kolaya çok alıştık. Zevk ve eğlence peşinde koşuyor insanlar sanki. Oysa bu dünyaya oyun ve eğlence için gelmedik. Bakıyorum da insanlar para, makam sahibi olunca hayatları da değişiyor. Dünya’ya daha çok meylediyorlar sanki. Çocukları siesta, fiesta, futbol peşinde koşuyor. Uyu, ye, oyna ve unut..
Aileler çocuklarının karınlarını doyurmaya gösterdikleri özeni çocuklarının kafasını doyurmaya göstermiyorlar. Elbiselerinin temizliğine gösterdikleri özeni çocuklarının kalplerinin temizliğine göstermiyorlar.
Gençlerimizin çoğu ne Allah’ın kitabını okuyup, manasını anlamaya çalışıyorlar, ne de peygamberlerinin hayatını okumuşlar. İmam-Hatip öğrencileri bile 7 yılda bir siyer kitabını zor okuyor. Bu böyle olmaz. İnsanlarımız kıldıkları namazın kendilerine yükledikleri sorumluluğun pek farkında değil.
Bakın, biz kendimizi değiştirmedikçe Allah bizi değiştirmeyecek. Asıl değişmesi gereken biziz. İnsanları Hakka ve hayra çağıracağız. Yoksa içimizdeki beyinsizlerin işledikleri yüzünden biz de helaka uğrayanlardan olabiliriz.
Bakın, Hz. Musa kavmini denizden geçirdi, ama 7 günlük yolu, 40 yılda Tihan eyledi. Allah onları düşmanlarının şerrinden korudu, ama onların hataları yüzünden, her adımda yüzlerini denize ve çöle çevirdi de, 7 günlük yolu 40 yılda tamamladılar. Hz. Harun yolda vefat etti. Hz. Musa Kudüs’ü görmeden ahirete intikal etti. Nefsin hilelerinden kurtulmak, düşmanın hilelerinden kurtulmaktan daha zordur bazan.
Tur-i Sina dönüşü lanetlenenler, Firavunun zulmü altındayken değil, peygamberlerinin önderliğinde o beladan mucizevi bir şekilde kurtulup, kendilerine Rabbin fazlı olarak kudret helvası ve bıldırcın kebabı ikram edildiği bir zamanda lanetlendiler. Denizi geçtiler ama düz yolda sapıttılar.
Sakın ha, size güç, iktidar, makam ve servet verildiğinde siz de sapıtanlar gibi olmayın!
Hz. Musa halkını Kudüs’e götürüyordu, ama ne kendi, ne de kardeşi Harun Kudüs’ü göremedi. Bir neticeye ulaşmak değil, o yolun yolcusu olmak önemli.
Bakın Hz. Musa zamanında, kendine servet verilen Karun, Hz. Musa ve Hz. Harun’dan sonra Tevrat’ı en iyi bilenlerdendi. Ama o kurtuluşa erenlerden olmadı. Onun serveti onu kurtarmaya yetmedi. Kendine servet ve güç, makam verilenler bu olaydan ders almalı. Sakın o servet ve iktidar, sizi cehenneme taşıyan bir taht’a dönüşmesin.
Servet ve güç, bize dünyada itibar kazandırsa da her zaman ahirette itibar kazandırmayabilir. Tek şartla, eğer o sahib olduğumuz servet ve iktidarı Allah yolunda fedayı göze alabiliyorsanız sorun yok. Yani Hz. Süleyman gibi olabiliyorsanız. Yoksa Karun gibi olursanız vay halinize!
Biz bu dünyada yapıp yapmadıklarımız, söyleyip söylemediklerimizle, ya kendi cennetimize sırtımızda tuğla taşıyacağız, ya da kendi cehennemimize sırtımızda odun taşıyacağız.
Kudüs konusuna gelince, zalimlerden yardım isteyecek, onların zulümlerinden vazgeçmelerini bekleyecek halimiz yok. Onlara karşı mallarımızla, canlarımızla, sevdiklerimizle seferber olacağız.. Birileri bu şekilde cehenneme gidecek biz de cennete inşallah! Allah bizim ellerimizle zalimleri cezalandırmak, mazlumlara yardım etmek ister.
Bu şekilde biri cennete gidecek, birileri de cehenneme.
Bakın, Allah’ın kolaylaştırdığından daha kolay ve zorlaştırdığından daha zor bir iş yoktur. Biz Allah’ın dinine yardım edersek Allah da bize yardım eder.
Allah, servet ve iktidarı halklar ve ülkeler arasında evirip çevirmektedir. Ve O Allah bizim ellerimizle zalimleri cezalandırıp, mazlumlara yardım etmek istemektedir. Biz Allah rızası için bir bedel ödersek, yaptığımız iyiliğin karşılığını bize, on katı, yüz katı, hatta 7 yüz katı ile geri verecektir.
Allah’tan zalimleri kahretmesini isteyenler, dua ederken kendi ellerine bakıyorlar değil mi. Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi işte o ellerdir. Allah’tan istediğinizi O’nun adına, “Bismihi teala” diyerek siz yapın o zaman! O zaman Hızır’ı yanınızda göreceksiniz. Allah’ın yardımı size o zaman ulaşacak. Siz o zaman Hakk’ın ve halkın gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olacaksınız. O zaman “yaşayan Kur’an” olacaksınız, “veresetül enbiya” olacaksınız.
Siz de o zaman “suyu arayan adam” değil, bir İsmail, bir Eyyüb misali, “suyun aradığı adam” olacaksınız.
Zafer inananlarındır ve zafer yakındır! Selâm ve dua ile..
yeniakit