İbrahim Karagül

İbrahim Karagül

Dünyanın merkezi neresi?

'Batı artık dünyanın tek merkezi değil..' Bu gerçek önemli. Son yirmi yıldır, uluslararası politikadan savaşlara, iç politik arayışlardan 'örtülü' ekonomik çatışmalara kadar her gelişmenin altında bu gerçek var.

Belli dönem 'eksen kayması' adıyla ihraç edilen, içeride kısır ve düzeysiz bir sataşma haline dönüştürülen ama aslında Türkiye'nin ve bölgenin geleceğini belirleyecek ölçüde değer taşıyan tartışmanın altında bu gerçek yatıyor.

Sadece Türkiye'nin değil, yaşadığımız coğrafyanın yüzyılını, Atlantik ortaklığının yavaş yavaş kendini belli eden gerilemesini, Asya'nın hatta Afrika'nın geçtiğimiz yüzyılda yaşananları tersine çevirecek uyanışını şekillendirecek gerçeği de bu cümle açıklıyor.

Yıllardır tartıştığımız ancak hiçbir zaman hakkını vermediğimiz, afaki, hayali görülen gelecek tartışmalarının özünü bu gerçek oluşturuyor. 19. Yüzyıl'dan bu yana devam eden, acımasızlığı ve adaletsizliği ile özellikle 20. Yüzyıl'ın ikinci yarısına damgasını vuran dönem sonlara yaklaşıyor.

Siyasi olarak, ekonomik olarak, askeri olarak, teknoloji olarak yeryüzünün Doğusu ile Batısı arasındaki uçurum daralıyor. İnsan faktörü olarak, kaynaklar olarak, motivasyon olarak bu uçurum çoktan beri Batı'nın aleyhine seyrediyordu.

Güç haritası değişiyor, yeryüzünün ağırlık merkezi dağılıyor, 'İki Kutuplu Dünya' dengesinin bozulmasından sonra 'Tek Kutuplu Dünya' hayal edenler hüsrana uğruyor.

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın; Batı artık dünyanın merkezi değil. Dünya çok merkezli bir yapıya dönüştü. Daha adaletli kurumsal dönüşüme ihtiyaç var. Kimse BM'nin yapısının adil bir anlayış üzerine bina edildiğini söyleyemez. Beş daimi üyenin içinden biri çıkıp 'hayır' dediği zaman karar çıkarmak mümkün değil' diyerek karar mekanizmalarını ağır eleştiriye tutması, yeni şartlara göre yeni karar mekanizmalarının oluşmasını istemesi Türkiye'nin durduğu yer olmalı.

Soğuk Savaş dönemi algısına saplanıp kalanlar bunu, bir tür Üçüncü Dünya refleksi sanacak. Yeni Amerikan Yüzyılı projesi için dünyaya savaş alanına çevirenlerin algıları ne kadar saplantılıysa, hâlâ Üçüncü Dünya diye bir çevre olduğunu sananların algısı da o kadar saplantı.

Kayıtsız şartsız Atlantik Merkezi inancına sahip olanlar da öyle. İnsanlık tarihi, medeniyetler tarihi, siyasi tarih güç haritalarının nasıl değiştiğine dair sayısız örneklerle dolu.

Haçlı Savaşları ne kadar yıkımsa sonrası o kadar yükseliştir. Moğol istilası ne kadar yıkımsa sonrası o kadar aydınlanmadır. Birinci Dünya Savaşı ne kadar hüsransa sonrası yeni bir yükseliş dalgası olacaktır.

Dünyayı yöneten iradeyi oluşturan 'Beşli' kendi arasında bile anlaşamıyor. Dünyayı temsil etmiyor. Tek kutuplu diyenlerle çok kutuplu diyenlerin çatışmasını izliyoruz.

Öyleyse uluslararası kurumlar, oluşmakta olan güç haritasına göre yeniden şekillenmeli. Bu yöndeki itirazlar siyasi kararlılığa dönüştürülmeli. BM Güvenlik Konseyi'nden önce İslam İşbirliği Teşkilatı gibi, BM'den sonra en büyük organizasyonu oluşturan yapı ıslah edilmeli ya da yeni bir yapı inşa edilmeli.

Afrika'nın, İslam dünyasının, Hindistan'ın temsil edilmediği, İkinci Dünya Savaşı sonrasına ayarlı bir karar mekanizmasının 21. Yüzyıl dünyasına söz söylemesi mümkün değil, hiçbir zaman mümkün olmayacak.

Bugün, başta kendi bölgemiz, yeryüzündeki çatışmaların ana sebebi bu temsil sorunudur. Türkiye olarak, bu adaletsizliği sadece Suriye için değil, ilkesel olarak seslendirmek, itirazı diri tutmak zorundayız. Dünyanın ezici çoğunluğu bu kanaati paylaşıyor çünkü.

Dünya siyasi olarak da ekonomik olarak da tek merkezlilikten çok merkezliliğe gidiyor. Yeni başkentler, özellikle de ekonomik başkentler oluşuyor, oluşacak.

Bu, insanlığın tanık olduğu tarihsel kırılmalardan biridir ve geri dönüşü olmayacak.

İşte bu yüzden, uzunca zamandır; Türkiye ve bölge ile ilgili değer tanımlarını kendimiz yapmamız gerektiğini, rol tayinlerinin geride kaldığını, kendimize ve dünyaya bakışımızın yerli bir bakış olması gerektiğini savunuyoruz.

Türkiye'nin yeni neslinin, genç kuşaklarının, bu anlamda öncekilerden daha geniş, daha yerli, daha gerçekçi baktığını söyleyebilirim. Yıllara dayalı önyargı ve önkabullerden sıyrılmış kuşakların Türkiye ve dünya algısı yukarıdaki itirazlara göre şekilleniyor.

Bu; sadece Türkiye'de değil, Asya'da, Afrika'da, Ortadoğu'da da böyle.

'Kaos Kuşağı', 'Fay Hattı' gibi tanımların esiri olmayacağız. 'Kaos Kuşağı'nın yeni merkezlerden biri olamayacağına dair inanç, en büyük düşmanımızdır.

Yüzyıllarca merkez olmuş bir coğrafyanın bu inançsızlığından daha kötü ne olabilir...

yenişafak

Bu yazı toplam 1847 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar