Egemenlik Halkın Değil Medyanındır

Egemenlik Halkın Değil Medyanındır

The Guardian'da Sümeyye Ganişi "Boeş verin demokrasiyi " diye başlamış....

21. yüzyılda, Rousseau ve Mill'in demokrasi ve özgürlük tanımlamalarını boşverin; demokrasi çoğu Batı ülkesinde artık halkın iradesinin yansıması değil. Zira, halkın neyi konuşup kime oy vereceğine Murdoch gibi büyük medya patronları karar verirken siyasiler bu gücü kısıtlayamıyor

Egemenlik halkın değil Murdoch'un!

Demokrasi çağında yaşıyoruz; ya da bize söylenen bu. 2. Dünya Savaşı'nda faşizm ve Nazizm'in yenilgiye uğratılmasından, 10 yıl kadar önce de Doğu ve Orta Avrupa'da komünizmin yıkılmasından sonra demokrasi kendini ideal yönetim şekli ve siyasi meşruiyetin temel standardı olarak güvenli bir biçimde kabul ettirmiş görünüyor. Demokrasi masalı antik çağlardaki doğumundan günümüze kadar hep mutlu sonla bitiyor gibi görünüyor.
'Siyasi katılım' veya 'temsil' gibi kilit terimler üzerinde hiçbir zaman bir uzlaşma sağlanamamış olsa da, demokrasinin tanımına dair merkezi bir fikir 18. yüzyıldan bu yana varlığını yıkılmadan sürdürdü. Rousseau'nun Toplumsal Sözleşme'de yazdığına göre, demokrasi yönetimin 'halkın veya halkın büyük çoğunluğunun elinde olmasıdır'. Egemen olan halktır.

'Hepimizi fikirler yönetir'
Wall Street Journal'ın küresel medya baronu Rupert Murdoch tarafından alınmasına ilişkin haberleri okurken, Rousseau'nun dediklerini düşünüp kendimi şunu sormaktan alıkoyamadım: demokrasinin hâlâ halkın özgür iradesinin ifadesi ve ortak yararının gerçekleşmesi olduğunu söyleyebilir miyiz? Siyasi kurumlarımız ve onları yönetmek için seçtiklerimiz halkın genel iradesinin ve ortak çıkarının temsilcisi mi?
Filozof ve hukukçuların klasik ifadesiyle, yaşlı emeklisinden genç öğrencisine kadar geçim mücadelesindeki milyonlarca sıradan kadın ve erkek, milyarder medya baronu Rupert Murdoch'la birdir. Murdoch yüzlerce gazete, televizyon kanalı ve internet sitesinden oluşan 30 milyar dolarlık imparatorluğuyla insanların neyi okuyacağına ve izleyeceğine, ne hakkında konuşacağına, neyi tüketeceğine ve kime oy vereceğini belirlese bile söylenen bu. Demokrasinin halkın iradesinin yansıması olduğunu kabul etsek bile, bu 'genel iradeyi' kimin şekillendirip, ürettiği ve yönlendirdiği sorusuyla karşı karşıya kalıyoruz.
Serbest piyasacı düşünce kuruluşu Center for Independent Studies'de 1994 yılında yaptığı konuşmada Murdoch, kâr etmekten ziyade fikirleri şekillendirmekle ilgilendiğini belirtmişti. Sonra da "Hepimizi fikirler yönetir" demişti. Murdoch'un geçtiğimiz 40 yıl boyunca Avustralya, Yeni Zelanda, Britanya ve ABD'de gerçekleştirmeye çalıştığı tam olarak fikirleri kullanarak yönetmek.
Televizyon kanalları ve çok sayıdaki gazetesi sayesinde Murdoch memleketi Avustralya'da ulusal gündem üzerinde çok büyük ideolojik etkide bulunmayı başardı; katı piyasa ekonomisini popülerleştiren, Aborjinleri ve göçmenleri şeytanlaştıran Murdoch'un en önemli gazetesi Australian, kültürel savaşında entelektüel sağın elindeki en önemli silaha dönüştü.
Murdoch'un en büyük özel uydu şebekesi Sky dışında, Sun, News of the World ve Times da dahil olmak üzere, ister tabloid ister entelektüel olsun en çok okunan gazetelere sahip olduğu Britanya'da da durum aynı. Britanya'nın ulusal politikaları üzerinde Murdoch'un etkisi emsalsiz. Eski Başbakan Margaret Thatcher, Sun gazetesinin de aleyhinde etkin bir kampanya yürüttüğü İşçi Partisi lideri Neil Kinnock'u az bir farklı yenilgiye uğrattığında, bu gazetenin manşetinde 'Sun'ın Anlayışı Kazandı' yazıyordu.
Murdoch fikirleri kullanarak yönetirken siyasetçiler silikleşiyor; Murdoch'un onayı için kur yaparken, Britanyalı seçmenin öfkesinden çok onun öfkesinden çekiniyorlar. 1998-2001'de Başbakan Tony Blair'in medya danışmanı olarak çalışan Lance Price, The Spin Doctor's Diary (Akıl Hocasının Günlüğü) isimli anı kitabında şöyle yazıyor: "Herhangi bir büyük karar alınırken, sanki Murdoch'un Blair'in omuzunun üstünden baktığı izlenimine kapılıyordum". Ayrıca Murdoch'un ekibiyle yapılan tartışmaların AB ortak para birimine ilişkin tavrı belirlediği konusunda "Buna dair gayet belirgin bir izlenim edindim" diyor. "Kabinenin 24. üyesi gibi görünüyordu. Sesi nadiren duyuluyordu ama varlığı hep hissediliyordu" cümlesini kullanıyor.
Murdoch'u bir kabine üyesiyle karşılaştırmak onu hayli küçümsemek olur. Gerçekte medya baronu kabineden daha geniş siyasi etkinliğe sahip. 2003 yılında BBC'ye verdiği bir mülakatta, gelecek seçimde kimi destekleyeceği sorulduğunda, yanıtı gazete patronundan ziyade bir kral gibi konuşarak "Muhafazakârların önde gelenlerinin nasıl olacağını görmek zorundayız... Geçtiğimiz aylarda Tony Blair'in uluslararası planda gösterdiği cesareti de çabucak unutacak değiliz" demek oldu ki, Blair'in cesareti derken kendisinin de şiddetle destek verdiği Irak Savaşı'nı kastediyordu.

Karşı konulmaz hâkimiyete sahip
Kamuoyunun Murdoch gibiler tarafından yönlendirilen bir sanayiye dönüştüğü günümüzde zevklerimiz, fikirlerimiz, ahlaki değerlerimiz, dünyaya bakışımız genel olarak okuyup izlediklerimizle şekilleniyor. Murdoch da bilgi çağında bilgi kanallarını kontrol eden kişi olduğundan, karşı konulmaz bir hâkimiyete sahip. Siyasetçiler, kendilerini yücelttiği gibi gözden de düşürebileceğinden, onun uşağı konumunda. Efendilerine karşı çıkmak veya onun gücünü kısıtlamaya kalkmak siyaseten intihar olur. Belki de demokrasinin yeniden tanımlanması gerekiyor. Rousseau ve Mill'i boşverin; demokrasi artık halk iradesinin yansıması değil. Demokrasi, Murdoch'un iradesinin ifadesi. (9 Ağustos 2007)

Sümeyye Ganuşi

Radikal