Ahmet Taşgetiren
Ekonomi için çığlıklar
Ali Babacan’ın bir videosunu dinledim. Gelecek Partisi sözcüsü eski Merkez Bankacı Serkan Özcan’ın gece yarısı bir tv kanalındaki sözlerine şahit oldum.
“Çığlık” diye nitelenebilecek tonda konuşuyorlardı.
Serkan Özcan “Bir siyasetçi olarak değil, diyordu, bütün ekonomi kariyerimi ortaya koyarak söylüyorum, ülkeyi bir felaket bekliyor!” diyordu.
Ali Babacan “Erdoğan kazanırsa…” diye başlayan konuşmasında bir felaket tablosu çiziyordu.
İkisi de sonuçta siyasetçidir, konuşmalarını abartılı, rakibini kötülemeye yönelik sözler olarak bulabilirsiniz. Ama gene de dinleyebilmenizi isterdim.
Siyasi kanaatinizi değiştirmeseniz bile, bu iki ismin, kariyerlerini ortaya koyarak ülke geleceğine ilişkin kaygılarını not etmenizi dilerdim.
Aslında bir şeyi seçmek böyle sağlıklı olur. “Demokrasi”den söz edilecekse, o da olan biteni bilmek ve ona göre karar vermekle olur.
Mesela Ali Babacan’ın veya Serkan Özcan’ın ya da İyi Parti’den Bilge Yılmaz’ın geleceğe ilişkin öngörülerini kaydedip, en güvenilen “Ekonomist”e soru olarak yöneltmek ve verilen cevapların içimizi tatmin edip etmediğine bakmaktır sağlıklı olan, doğru olan, kendimize, çocuklarımızın çocuklarına ve ülkemize karşı sorumluluğumuzun gereği olan…
Diyor ki bu adamların tamamı, çığlık çığlığa, “Şu an her taraftan baskılanan ve yarın patlayacak olan bir ekonomi söz konusu. Fiyatlar zorla tutuluyor. Döviz zorla tutuluyor. Dışardan borçlanmada faizleri tefeci faizine dönüştüren risk pirimi tırmanmaya devam ediyor. Seçimlerden sonra herkesin başına sağanaklar halinde felaket boşalacak…”
İnsanlarımız ekonominin gerçekten ne halde olduğunu, daha önemlisi nereye doğru gittiğini, yarın nelerin olacağını biliyorlar mı?
Evet, herkes hayatında bir daralma yaşıyor. İşsiz gencin yüreği daralıyor, çocuğunun önüne sağlıklı bir kahvaltı koyamayan annenin yüreği daralıyor, oturduğu evin kirasını ödeyemeyen babanın yüreği daralıyor, ürettiği ürünü masrafları karşılayamayan çiftçinin yüreği daralıyor.
Sabit gelirli hayatında geleceğe dair umutlarının karardığı müthiş bir tıkanma yaşıyor.
Bütün bunlar doğru ama, ben, sanki hepimizin gerçeğin tüm boyutlarını bilemediğimiz gibi bir duygu yaşadım bu ekonomi adamlarını dinlerken…
“Seçimden sonra…. Şöyle şöyle olursa…” diye başlayan bir tablo çiziyorlar ve o tablo çok sıkıntılı. Çok çok sıkıntılı.
Diyorlar ki, “Mevcut ekonomi politikası çok küçük bir azınlığın servetine servet katıyor, milyonlarca insanı ise daha derin bir yoksulluğun içine sürüklüyor. Açlık sınırının asgari ücretin çok üstüne çıktığı bir zeminde, toplumun çok büyük kısmı açlık – yoksulluk girdabının mahkûmu haline geliyor.”
“Demokrasi ancak sağlıklı bilgilenme ile sağlıklı işler.” Bu kuralı unutmamak gerekiyor.
Yukardan beri çığlıklarını nakletmeye çalıştığım insanlar, “Muhalif” konumda bulunuyorlar.
Bizde siyaset zemininde iletişim sağlıklı işlemiyor. Öteden beri bu böyle. Muhalefet iktidarın söylediklerinin kitleye ulaşmasını istemez, iktidar da muhalefetin…
Bu nasıl sağlanır?
İletişim kanallarına müdahale ederek - hükmederek…
Türkiye’de şöyle bir gerçeklik var:
Bir lider, mesela, basın toplantısı yapmak istediğinde 29 tv kanalından birden insanlara hitap edebilme imkânını kullanıyor. Bir başkası ise, bu 29 kanal dahil daha başkalarının da ancak “korkmama” hasletine sahipse yayınlayabileceği imkanla halka ulaşmak durumundadır… Sosyal medya, youtube şu bu imkanlarla…
Bütünüyle sıfır değil kuşkusuz, ama boyutlara bakıldığında asimetrik bir olgu söz konusu.
Mehmet Akif’in Safahat’ta anlattığı bir hikâye var. Orada “Bizim köylünün başına tokmakla vururlar, komşu köyde davul çalınıyor zanneder” gibi bir ifadesi var.
Ekonomide yaşananları – yaşanacakları bazen acaba öyle mi algılıyoruz diye düşünmemek kabil değil.
Faizle ilgili bir “nas” var bunu bilmek lazım elbet, ama buradan yola çıkıp ekonomi politikası oluşturan iradenin, ürettiği ekonomik enstrümanlarla tüm toplumun cebinden alıp KKM ile para sahiplerinin cebine faiz aktardığını da bilmek lazım. Bankaların faiz gelirlerini katladığı bir ekonominin yaşandığını bilmek lazım.
Nasıl işliyor düzen, bunu bir de bu işin raconunu bilenlerden dinlemek gerekmez mi?
Söylemeye çalıştığım, biraz daha fazla bilgilenmek. “O durumda kafamız karışıyor, kafa konforumuz bozuluyor” diyenlere söyleyecek fazla bir şey yok kuşkusuz… Ama, bazen oturup “Ne olacak bu evin bütçesi, çocukların okul masrafı, ek kirası, evlenecek yaşa gelen oğulun – kızın geleceği” gibi kaygılar taşıyorsanız, bence ulaşın, bir dinleyin Ali Babacan’ı, Bilge Yılmaz’ı ya da Serkan Özcan’ı derim. Bu adamlar bedava bilgilendirme görevini yürütüyorlar.