Ahmet Taşgetiren
Ekonomi ve insan onuru
Kur’an “arkasından eza gelen bir yardım”ı problemli bulur. (Bakara, 263) Yine insan, “kendisine verildiğinde yüzünü buruşturacağı bir şeyi başkasına sadaka olarak vermek”ten sakındırılır. (Bakara, 267) Çünkü yine Kur’an’a göre “Sadakaları Allah alır.” (Tevbe, 104)
Bakar mısınız inceliğe: Yardım alan insanın gönlü kırılmasın diye, nasıl bir “infak terbiyesi” oluşturuluyor. İnsana sahip olduğu her şeyi lütfeden Kudret, birisine yardım yaparken aklımız karışır da gurura falan kapılırız diye kendi Zatını koyuyor araya ve yardıma muhtaç insana karşı asla ve kat’a büyüklük taslama rollerine girilmemesini istiyor.
İnfak terbiyesi” son derece önemlidir İslam’da. Ama bu yazı, bu girişe rağmen “infak terbiyesi”nin bütün boyutlarını anlatmayı amaçlayan bir yazı değildir. Meselenin öteki boyutuna dikkat çekmek istiyorum.
Kur’an ayetlerinin de ortaya koyduğu gibi belli ki sadaka alacak durumda olan insanın bir psikolojisi var. Orada kırılgan bir dünya var. Görülmemesi istenen, görülse bile yüzüne vurulmaması istenen, “Onur meselesi” edinilen, bir adım sonrasında “onur incitme tehlikesi” bulunan bir dünya.
Verenin ve alanın bilinmediği sadaka taşları neden geliştirilmiş? Sağ elin verdiğini sol elin bilmemesi kültürü neden gelişmiş. Veresiye defterlerinden borç sildirmek, borçlunun haysiyetini koruma adına geliştirilmiş bize ait güzelliklerden birisi değil mi? Evet, belli ki orada kırılgan bir alan var ve toplumda böyle kırılgan alanlar oluşması toplum sağlığı açısından problemli bulunmuş. Bu bir erdem alanı olarak gelişmiş.
Bu hassasiyetlere rağmen, “Alan insan psikolojisi” yeterince gözetilmiş olur mu, orada bir yara varsa, o hepten tedavi edilmiş olur mu, sorusu sorulduğunda biraz durmak gerekiyor. Babaların – annelerin bir şekilde katlandıkları hadise, çocukların dünyasında nasıl bir tortu bırakır?
Asıl olan, istenen, olması gereken, hani tamamen sıfırlanamasa bile “Alan el” psikolojisine sürüklenen insan sayısını asgariye (en aza, yok denecek seviyeye) indirmektir.
Hadi gelin tüm bu genel değerlendirmeleri güncelleyelim:
Toplum olarak nereye geldik?
Her gün ekonomi konuşan bir toplum. Her gün enflasyon konuşan, cebindeki paranın an an eridiğini konuşan, aldığı maaşın alım gücünün aydan aya aşındığına tanık olan, maaşı açlık -yoksulluk sınırları arasında tur atan, arabasına binip üç-beş kilometre gezmekten ürken, boşalan depoyu kaça dolduracağının hesaplarını yapan, ete, sebze, meyveye yaklaşırken tedirgin olan, çıkma sebzeleri kimse görmeden alabilme planları geliştiren, ucuz ekmek kuyruğunda maske ile durmayı tanınmamak için bir kurtuluş imkanı olarak gören, uzatılan mikrofona kendini ortaya koymadan “millet eziliyor kardeşim” türü sözlerle iç yangınını anlatan, öyle “yüksek makamlara hakaret” davalarına maruz kalmasa, içinden çok daha ateşli öfke yalımları saçılacak olan, “ucuz memleket” diye sınır şehirlerine alış – verişe gelen komşu ülke insanlarının “size pahalı gelebilir ama bizim için ucuz” gibi kahredici sözlerine muhatap olan, her gün yaşadığı statü kaybı sebebiyle memleket dışına gidebilmeyi bir kurtuluş çaresi olarak değerlendiren…. Yurt dışında işe yarayacak bir işi bulunmadığı için ayrıca dertlenen… İşsizlikten kıvranan, iş aramaktan yorulduğu için “ev genci”ne dönüşen, emekli babasından gelecek üç kuruşla büyük şehirde üniversite okurken, arkadaşıyla içeceği çay parasını ödeme kaygısı taşıyan….. Daha sayayım mı? Hepsi hepsi bizim insanlarımız… Bir tarafları ezilmiş insanlarımız. Bilim adamlarımız, doktorlarımız, kalifiye mühendislerimiz… Maaşını dolar cinsinden hesap ettiğinde farklı ülkelerde alaya alınma korkusu taşıyanlarımız… Artık ev – araba alma ufku kapananlarımız… Ve kişi başına milli geliri, 12 bin dolardan 8 binlere gerileyen insanlarımız…
Türkiye nüfusunun kaçta kaçını kapsıyor yukarda saydığım, ya da sizlerin ilave edecekleri kategoriler?
Kaç milyon kişi açlık sınırının altında, kaç milyonu yoksulluk sınırının? Kaç kişi ya da aile yoksulluk maaşı alıyor?
Ve onların içinde yaşanan fırtına ne? Kaç kişi “Alan el” psikolojisiyle boğuşuyor?
Acaba “Alan el” psikolojisini içselleştirdik mi? Bir ülkenin devleti ne düşünür gün gün bu psikolojinin derinleştiği toplumuna bakınca? Acaba “Alan el” psikolojisi, “borçluluk psikolojisi” de oluşturduğu ve bu yönüyle bir tür siyasi yatırıma imkân verdiği için tercih de mi edilir?
Şöyle bitirelim: Size göre mevcut ekonomi yönetimi şu an gelinen noktanın “insan onuru” açısından nasıl bir sonuç ürettiğinin farkında mı?
Ne diyor sayın bakan? “Faizi, dövizi çözdük, bir tek enflasyon kaldı…” Yani sonuç felaket de, sebep ne acaba? Çözülmüş zannedilen şeylerin çözülmemiş olması olmasın…