Ahmet Taşgetiren
En büyük tuzak
Ali Bayramoğlu Aksiyon yazarı. Aksiyon, Gülen Cemaati'nin çıkardığı bir haftalık dergi. Ben de orada yazıyorum.
İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin için yapılan "marangoz hatası" tanımlaması ona ait. (Bkz. 27 Aralık 2011 tarihli Yeni Şafak gazetesi.) Çetin Altan'dan bu yana siyasette ikinci defa yapılıyor bu tanımlama ve bunun, söz konusu kişiye ne demek anlamına geldiği açık.
İdris Naim Şahin'in bakanlığı bizzat Başbakan Erdoğan'ın tasarrufu. "Marangoz hatası" varsa, "marangoz" da var demektir. Bayramoğlu "marangoz"u da unutmuyor nitekim. Şöyle yazmış:
"Soru açık:
Tercih bakan tercihi mi yoksa siyasal tercihi mi?
Marangoz hatası mı yoksa marangozun yeni tarzı mı?"
Sizin de aklınıza şu soru geliyor mu?
-Acaba Ali Bayramoğlu bu çıkışı, "cemaat"le bağlantılı olarak mı yaptı?
Benim aklıma gelmiyor ama öyle bir toz duman içindeyiz ki, kimin nerede durduğunu anlayabilmek kolay değil.
"Otonom güç" mucitleri
Ali Bayramoğlu şimdilerde Başbakan'ın yanına geçmiş, "otonom güç" olarak tanımladığı "cemaat"e karşı "tasfiye" tahminleri (yoksa tavsiyeleri mi demeliydim) yapıyor. Çok ilginç!
Zaman yazarı Etyen Mahçupyan da, Yeni Şafak'tan Murat Aksoy'a verdiği demeçte, "7 Şubat örtülü darbesi"ne işaret etmiş. Çok ilginç! Bizatihi Zaman grubu darbe odağının uzantısı, öyle mi?
Diyorum ki, "güvenlikçi" politikaların amansız sözcüsü İdris Naim Şahin'i İçişleri Bakanlığı'na bir punduna getirip "Otonom güç" tayin ettirmediyse, Başbakan'ın zihin haritasında da "otonom güç"ün etkisi var demektir.
Yanlış bir akıl yürütme mi?
KCK operasyonlarını emniyet ve yargıdaki otonom güç istedi, öyle mi?
Ya, Başbakan'ın operasyonların arkasında duran sözlerini ne yapacağız?
Yoksa, Star'ın pazar eki Açık Görüş'teki yazısıyla açıkça KCK operasyonlarını savunan Yalçın Akdoğan da, (ki kendisi milletvekili oluncaya kadar Başbakan'ın danışmanı idi) gizli bir "otonom güç" üyesi midir? Her yere sızan
Opus Dei'den söz ediyoruz ya...
"Demokrat" Ali Bayramoğlu, bir başka platform olsaydı, eminim MİT mensuplarının yargı önüne çıkarılmasını alkışlar, Başbakan'a verilen "izin yetkisi"ni sorgulardı. Ne de olsa bu ülkede faili meçhullerin büyük kısmı, başbakanların gözetimi altında gerçekleşti. Çiller dönemindeki infazları ve Demirel'in "rutin dışı" tanımlamasını unutmamak lazım.
Şu son hadisede neye güveniyoruz, bir, Başbakan'ın Erdoğan, iki, MİT Başkanı'nın Hakan Fidan olmasına... Ben de Erdoğan'a ve Hakan Fidan'a güven duyuyorum ama kanunlar kitapta durduğu gibi durmuyor, Erdoğan ve Hakan Fidan da, "Mahkeme kadıya mülk değil" özdeyişince, orada ebedi kalıcı değil. Bir de MİT dediğiniz Hakan Fidan'dan ibaret değil. Hakan Fidan da yanılmaz değil.
Tuzağı kuran kim, tuzağa düşen kim?
N'oldu da birden bire "demokrat" yazarlarımız, bütün günahların yükleneceği bir "Otonom güç" üretip, ona karşı "tasfiye" moduna geçtiler. N'oldu?
"İktidara karşı darbe girişiminde bulunan cemaat" laflarının çöp sepetine atılması gerektiğini adım gibi biliyorum.
Bunu söz konusu "demokrat" yazarların bilmiyor olacağını da sanmıyorum.
Hatta tam tersinden, cemaatle iktidarı vuruşturmanın, iktidarı güçlendirmek yerine darbe ve en büyük tuzak niteliği taşıdığını bilebileceklerini de düşünüyorum.
Bakın işte AK Parti Milletvekili Naci Bostancı, Zaman'da, "AK Parti-cemaat çekişmesini"ni hem bir rüya hem bir temenni ve hayal olarak nitelemiş. Sağduyu böyle diyor. Ama birileri rüya görmeye devam ediyor.
Benim şu anda üzerinde durduğum soru şu: Bir tuzak var. Cemaatle iktidarı vuruşturma tuzağı. Acaba kimilerimiz bu tuzağın kurucuları mı, yoksa tuzağa düşenler mi?
bugün