Nureddin Şirin
Erbakan Hocayı Anma Programındaki Konuşmamız Dolayısıyla Bizi...
Erbakan Hocayı Anma Programındaki Konuşmamız Dolayısıyla Bizi İtham Edene...!
Milli Görüş lideri Merhum Necmeddin Erbakan hocamızın rıhletinin birinci yıldönümü dolayısıyla, Saadet Partisi ve Anadolu Gençlik Derneği"nin düzenlediği Kayseri, İskenderun, Adana ve Urfa"daki anma programlarına katılıp konuşma yaptım.
Ben kendi adıma, hem hocamıza olan şükran, minnet ve ahde vefa, hem de hocamızın siyonizme karşı mücadele misyonunu sürdürme azmi ile bir nebze olsun sorumluluğumuzu yerine getirmek istedim. İnşaallah ruz-i mahşerde hocamızın şefaatine, Allah Tebareke ve Teala katında mağfiretimize vesile olur. Tek bir hesabımız ve tak bir arzumuz varsa o da budur.
Bu programların birinde, Kayseri Saadet Partisi İl teşkilatının düzenlediği "Erbakan Hocayı Anma Programı"nda yaptığımız konuşma ile ilgili, Kayseri"den Ahmet İlhan adlı bir ağabeyimiz, "kayserianadoluhaber.com.tr internet sitesinde, "Hangisi Daha Gerçekçi" başlığı altında, bizim konuşmamızdan duyduğu rahatsızlığı dile getiren bir yazı kaleme aldı.
Kendisini daha önce şahsen tanımadığım, program sırasında da görüşüp görüşmediğimi hatırlamadığım Ahmet İlhan ağabeyimize, internet sitesindeki resmiyle aşina olmuş oldum. Bu veçhile, bizden yaşlı ve mütedeyyin bir ağabeyimiz olduğunu anlaşılıyor.
Dolayısıyla kendilerine hürmetlerimi sunduktan sonra, önce bizimle ilgili yazdığı bu yazısını aktardıktan sonra, kendilerinin de anlayışına sığınarak, bir kardeşi olarak birkaç satır da ben yazmak istiyorum.
HANGİSİ DAHA GERÇEKÇİ
Erbakan Hocayı anma toplantısına davet edilmiştim. O akşamki oturmayı iptal ettim, toplantıya katıldım. Bu ülkenin Onu tanıyan insanlarının, Ona bir vefa borcu olduğuna inanıyorum. Vefatında Türkiye"de değildim. Cenazesine katılamadım. Hiç değilse vefatının birinci yılı anma programında olayım, bir Fatiha yollayayım istedim.
Programı Saadet Partisi teşkilatı düzenlemişti. Teşkilatın bilinen tüm yüzleri oradaydı. Sivil toplum örgütleri de davet edilmişti. Ancak salon Saadet Partililerce doldurulmuştu. Saadetli gençler bilinen heyecan ve dinamizmleriyle oradaydılar.
Yazar Nurettin Şirin ana konuşmacılardan biriydi. Hani Sincan"da tankların yürümesine sebep olarak gösterilen Kudüs gecesinin konuşmacısı olarak, daha sonra yargılanıp hapis edilen Yazar Nurettin Şirin.
Konuşmasında Erbakan Hocanın talebelerini anlattı. Bu talebelerin nasıl olamayacakları konusunda da sık sık bugün ülkeyi yönetenleri örnek gösterdi. Ak Partiye ağır eleştiriler getirdi. Onun Erbakan Hocanın uzun siyasi geçmişinde bir siyasi görevinin olduğunu hatırlamıyorum. Ancak siyasetçiden daha fazla siyasetçi olarak konuştu. Diğer konuşmacılar, hatta siyasi kimlikleri olan konuşmacılar, yalnızca Hocalarıyla ilgili sözler ettiler. O ise, sanki anma toplantısında değil de adayların belirlendiği bir toplantıda konuşur gibi konuştu.
Ak Partililerin Hocayla bağları yoktur, olmamıştır demek ne Hocaya ne de Ak Partiye bir eksiklik getirmez. Siyasette yollar ayrılabilir. Her yol ayrımı, nifakmış gibi gösterilemez. Kardeşlerin aralarına onarılmaz ayrılıklar sokmak ve kavuşmayı ve kucaklaşmayı önleyen söylemler nifaktır.
Öte yandan Hocaya en yakın olmuş, gerektiğinde elini taşın altına koymuş, partinin Genel Başkanlığını yapmış Recai Kutan bakın ne demiş:
"25-30 senedir omuz omuza bir mücadele vermiştik. Ayrılıp iki parti haline geldiğiniz takdirde siyasetin doğası icabı kardeşler karşı karşıya gelir. Yazık değil mi? Kaldı ki Erbakan Hoca'nın yaşı kemale ermişti. Birkaç sene sabredilseydi zaten partinin yönetimi Erdoğan'ın elinde olacaktı. Bu gerekçelerle o dönem biraz sitem edilmişti ama şimdi kararlarının doğru olduğunu görüyorum. Çok da başarılı bir yönetim gerçekleştirdiler."
Hangi değerlendirmenin daha gerçekçi olduğunu, daha samimi olduğunu düşünelim.
Bir tarafta gölgelerin içinden çıkıp gelmiş, hiç taş taş üstüne koymamış, hiç toplumsal sorumluluk almamış, hep gerilerden, başkalarının sırtından, omzundan seslenmiş birilerinin kıskançlık dolu değerlendirmeleri, diğer yanda, her çileli yolculukta, davanın her aşamasında vücudunu taşın altına koymuş, başını liderinin ayağına koymuş, fazilet timsali insanların değerlendirmeleri.
Artık Erbakan Hoca Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Kimse de siyasi mirasının paylaşılması derdinde değildir, olmamalıdır. Onu samimiyetle sevenler, Onun şahit olunması isteğini yerine getirmek arzusundalar. Onun Allah yolunda ömür tükettiğine şahidiz demek istiyorlar.
Onun açtığı yolun yolcusu olmak ve bu kutlu yolculukta omuz omuza yürümek isteyenlerin, kimse tarafından başkalaştırılması kabul edilemez."
Ahmet İlhan ağabeyimizin yazısı böyle"
Düşünceleri, bizimle ilgili değerlendirmeleri kendi tercih ve takdirleridir. Ancak, yazısında, bizi inciten satırların da yer alması, en azından kamuoyunun bir kez daha belli gerçekleri öğrenmesi ve duruşumuzun, siyasi tavrımızın ve ileri sürdüğümüz görüşlerin anlaşılmasına katlı sağlaması amacıyla böyle bir cevabı vermemizi zorunlu kıldı.
Sayın Ahmet İlhan ağabeyimiz, yazısında bizim kim olduğumuzu belirtirken "Yazar Nurettin Şirin ana konuşmacılardan biriydi. Hani Sincan"da tankların yürümesine sebep olarak gösterilen Kudüs gecesinin konuşmacısı olarak, daha sonra yargılanıp hapis edilen Yazar Nurettin Şirin" ifadesini kullanıyor.
Saygıdeğer ağabey,
28 Şubat sürecinin bir yıldönümünü daha geri bıraktık. Bilindiği üzere bu sürecin başta gelen hadiselerinden biri de "Sincan Kudüs Günü davası" idi. Bu program ile ilgili daha çok şeyler yazıldı, söylenildi. Örneğin, Sincan Belediye Başkanı Sayın Bekir Yıldız"ın genişçe açıklamaları ve röportajları da yer aldı gazete sayfaları ve televizyon ekranlarında.
Ben bu açıklamalara müdahale etmek istemiyorum. Kimin neyi ne kadar söyleyeceği kendisinin takdirindedir. Ancak bazı gerçekler bilinmeyince ya da üzeri örtülerek kamuoyundan gizlendiğinde, hala daha birilerinin çıkıp sizler gibi "Hani Sincan"da tankların yürümesine sebep olarak gösterilen Kudüs gününün konuşmacısı" ifadelerini kullanmasına sebep olur.
Burada örtülü bir itham da var. Öyle ya, 28 Şubat post modern darbesine malzeme edilen, bundan da öte bir koçbaşı olarak kullanılıp Sincan caddelerinde tankların yürümesine yol açan Sincan Kudüs Günü programında konuşmacı olduğuma göre, sonuçta tankların yürümesinde ve 28 Şubat darbesinin yapılmasında bizim de bir şekilde payımız olmuş oldu.
Bir kez daha belirteyim öyleyse. Bizim Sincan Kudüs günü programına konuşmacı olarak katıldığımız doğru. Ancak bizim bu programdan dolayı yargılanıp hapsedilmemiz, diğer bir ifadeyle DGM savcılığının hakkımızda tutuklama kararı vermesinin sebebi, 4 Şubat"ta Sincan"da tankların yürümesinin ardından, Belediye başkanı Sayın Bekir Yıldız"ın bizden salonda asılı afiş ve pankartları üslenmemiz ricasını bizim de kabul etmemizden ve bizi Ankara"dan arayan Hürriyet gazetesi haber müdürünün "salonda asılı afiş ve pankartları sizin getirdiğiniz söyleniyor, bu doğru mu?" sorusuna "evet, ben getirdim ve astım" demimizden sonra olmuştur. Eğer biz bu ricayı kabul etmeseydik, ne bu davanın bir sanığı ne de 17.5 yıl hapis cezasının mahkumu olurduk...
Refah-Yol ve Milli Görüş Hareketi"ne karşı, Sincan Kudüs günü programı üzerinden kurulan kumpası kırabilmek ve siyonizmin uzantılarının planlarını bozabilmek amacıyla, gönüllü olarak üslendiğimiz bu yargı ve mahkumiyet süreci, sadece Milli Görüş hareketine ve Merhum Necmeddin Erbakan hocamızın başbakanlığındaki Refah-Yol hükümetine olan ahde vefamızın bir sonucu olmuştu. Bundan da hiçbir zaman pişman olmadım, bir kere daha, bin kere daha olsa, yine yaparım.
Dolayısıyla, yazınızda bizimle ilgili olarak kullandığınız "Hani Sincan"da tankların yürümesine sebep olarak gösterilen Kudüs gününün konuşmacısı" ifadesinin ardından bu açıklamanın bir anlamı olduğunu düşünüyor, takdirini pak ve özgür vicdanlara bırakıyorum.
Sayın Ahmet ağabey,
Yazınızda, bizim Kayseri"deki konuşmamızla ilgili olarak, "konuşmasında Erbakan Hocanın talebelerini anlattı. Bu talebelerin nasıl olamayacakları konusunda da sık sık bugün ülkeyi yönetenleri örnek gösterdi. Ak Partiye ağır eleştiriler getirdi. Onun Erbakan Hocanın uzun siyasi geçmişinde bir siyasi görevinin olduğunu hatırlamıyorum. Ancak siyasetçiden daha fazla siyasetçi olarak konuştu. Diğer konuşmacılar, hatta siyasi kimlikleri olan konuşmacılar, yalnızca Hocalarıyla ilgili sözler ettiler. O ise, sanki anma toplantısında değil de adayların belirlendiği bir toplantıda konuşur gibi konuştu" diyorsunuz"
Haklısınız, Erbakan hocanın talebelerinin nasıl olamayacağına da anlattım. Ancak anlattıklarım bununla sınırlı değildi. Çünkü konuşmamızın ana ekseni, Merhum Erbakan hocamızın siyonizme karşı mücadelesi ve dolayısıyla Milli Görüş siyaset geleneğinin siyonist işgal altındaki Kudüs"ün özgürleştirilmesi hedefi idi. Bütün bir ömrünü "siyonizme karşı mücadele"ye ayıran ve Müslümanlara da "özgür Kudüs" hedefini gösteren Merhum Erbakan hocamız, hayatta olsaydı, siyonist işgal rejiminin güvenliğini sağlama amaçlı NATO Radar sisteminin Malatya"da kurulmasına sessiz ve tepkisiz kalmazdı herhalde. NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen NATO radar sisteminin Malatya"da kurulmasını Türk hükümetinin istediğini belirtti geçenlerde.
Peki ne yapacak bu sistem?
Amerika, NATO, İsrail merkezli İran"a saldırı tehditlerinin ayyuka çıktığı bir zamanda, İran"a saldırı olması durumunda İran"ın da uzun menzilli füzeleri ile siyonist İsrail rejimi ve ABD"nin bölgedeki üs ve donanmalarını vuracağını açıklaması, Malatya"daki füze sisteminin ne işe yarayacağını anlatıyor. ABD veya İsrail İran"a saldıracak, ama İran saldırılara karşı kendi caydırıcı gücünü kullanmaya kalktığında Türkiye üzerinden elleri bağlanacak".
Sayın Ahmet ağabey,
Yazınızda hükümete yönelik eleştirilerimizden duyduğunuz rahatsızlık, hükümete olumlu baktığınız intibaını veriyor açıkça. Eğer siz hala Milli Görüş kimliğini taşıyorsanız, böyle bir durum sizin de kanınıza dokunur sanırım. Zira, hasta haliyle ve yanında ilaçlarıyla birlikte İran İslam Cumhuriyeti"ne giden, "emperyalizm ve siyonizme karşı İslam birliği ve ortak İslam cephesi" kurulması projelerini görüşen merhum Erbakan hocamız bu emperyalist ve siyonist planı ayakları altına almaz mıydı..?
Ak Parti hükümetinin şu veya bu politikaları bir kenara, tek başına bu NATO radar sistemi bile, sizin deyiminizle "Ak Parti"ye ağır eleştiriler" getirmemize yeter sebep olmaz mı?
"Amerika"dan bana ne?" diyen Merhum Erbakan hocamızı anıyorsak eğer, onun talebeleri gibi görünen bir hükümetin Amerika"nın bu emperyalist projesine bu denli entegre olmalarına tepki göstermek niçin "siyasetçiden fazla siyasetçi olmak" şeklinde görülüyor?
Acaba siz de biraz olsun "siyaset" yaparak, şu NATO füze kalkanının Türkiye"de niçin ve ne amaçlı kurulduğunu sorgular mısınız, acaba bu Erbakan hocanın mirasına sadık bir Milli görüşçü için temel bir görev ve sorumluluk değil mi?
Programın diğer konuşmacıları Sayın İl başkanı ve Erbakan hocanın özel kalem müdürü Sayın Mehmet Karaman"ın konuşmaları ile bizim konuşmamızı karşılaştırarak, "diğer konuşmacılar, hatta siyasi kimlikleri olan konuşmacılar, yalnızca Hocalarıyla ilgili sözler ettiler. O ise, sanki anma toplantısında değil de adayların belirlendiği bir toplantıda konuşur gibi konuştu" diyorsunuz.
Haklısınız Ahmet ağabey, bizim konuşmamızı "adayların belirlendiği bir toplantı" olarak da niteleyebilirsiniz. Ama bu toplantıyı bir seçim öncesinde aday belirlemesine yönelik bir toplantı değil de, "rıhletinin yıldönümünde kendisini rahmet ve minnetle andığımız Merhum Erbakan hocamızın misyonunu, tüm savrulma ve dönmelere karşın her ne pahasına olursa olsun savunmaya azmetmiş insanlar ile üç-beş kuruşluk makam mevki, koltuk hesabına, İslam dünyasına haçlı emperyalist saldırıları kesintisiz sürdüren müstekbir Amerika"nın stratejik ortağı olmayı içine sindirenler arasındaki farkı gösterme toplantısı" şeklinde tanımlamak yerinde olur. Zira hepimiz adayız;
Erbakan hocanın emperyalizm ve siyonizme karşı mücadele şiarını pazarlıksız sürdürmeye! Dünya İslam birliğini, dünya Müslümanları arasında askeri, ekonomik, siyasi bir birlik oluşturma projesini gerçekleştirme azim ve iradesini göstermeye! Emperyalizmin yeni oyunu "ılımlı İslam" projelerine karşı "Muhammedi İslam" sancağını elden ele dolaştırmaya! Kudüs özgürleşinceye kadar siyonizmle mücadele yolundan asla dönmemeye! Adına "Büyük Ortadoğu Projesi" dedikleri şeytani kapanları direniş kararlılığı ile Amerika"nın yüzüne çarpmaya..!
Evet bu bir "aday toplantısı" idi. Televizyon ekranları ve gazetecilerin kameraları karşısında değil de, Merhum Erbakan hocamızın ruhaniyetinin huzurunda. Bu bir "tecdid-i misak" idi aynı zamanda. Zira köprünün altından sular aktıkça, karşı tarafa kimler geçmiyor ki"? Dün Siyonizme karşı mücadele sahnesinde en yüksek sesle haykıranlar, bugün "Türkiye İsrail Parlamenterler Dostluk Grubu" kurabiliyorsa, tecdid-i misak"ın bir anlamı ve önemi olsa gerek"
Sayın Ahmet ağabey,
Sayın Recai Kutan"ın açıklamalarına yer verdikten sonra, bizleri ima ederek şöyle diyorsunuz:
"Bir tarafta gölgelerin içinden çıkıp gelmiş, hiç taş taş üstüne koymamış, hiç toplumsal sorumluluk almamış, hep gerilerden, başkalarının sırtından, omzundan seslenmiş birilerinin kıskançlık dolu değerlendirmeleri, diğer yanda, her çileli yolculukta, davanın her aşamasında vücudunu taşın altına koymuş,başını liderinin ayağına koymuş, fazilet timsali insanların değerlendirmeleri."
Evet kızgınlığınız ve öfkeniz size bu ifadeleri yazdırdı. Bu kadar da gazaplanmanızı doğrusu anlayabilmiş değilim.
Tamam, kabul edebilirim, "taş üstüne taş" koymadık, hiç "toplumsal sorumluluk" almadık da, Peki ne demek oluyor "gölgelerin içinden çıkıp gelmek"? Ne demek oluyor, "hep gerilerden, başkalarının sırtından, omzundan seslenmek"..?
Bu ifadeler ithamın ötesinde hakaret olmuyor mu?
"Kıskançlık dolu konuşmalar""
Kimi kıskanmış oluyorum; ağır eleştirilere tabi tuttuğumuz Ak Parti hükümetini mi? Başbakanımız Sayın Erdoğan"ı mı? Ya da milletvekili ve bakanları mı?
O zaman bu "gölgelerin içinden çıkıp gelmiş, taş üstüne taş koymamış" olan bu kardeşiniz, bir hususu size de anlatsın.
1996 yılının Aralık ayında, Genelkurmay Psikolojik Savaş Dairesi"nin bir komplosu olan Müslim Gündüz-Fadime Şahin, Ali kalkancı-Emire Kalkancı tezgahının doğrudan İstanbul Belediye Başkanı Sayın Erdoğan"ı hedef almaya başladığında ve özellikle Kanal D üzerinden Erdoğan"ı yıpratma kampanyası başlatıldığında, bu komplo hakkında edindiğimiz hayati bilgileri Sayın Erdoğan"a bizzat ulaştıran, şimdilerde kendileri Silivri hapishanesinde olan Ergenekoncu asker-sivil çete liderlerinin Refah Partisi"ne yönelik komplolarını ölüm pahasına da olsa deşifre etmeye hazır olduğumuzu Belediye binasına giderek bizzat Sayın Erdoğan"ın kendisine diyen, bu komplolar hakkında bilgi sahibi olan kardeşlerimizi ikna edip televizyona çıkarak gerçekleri ifşa etmeye çalışan, sonuçta arı kovanına elini değil, başını sokan bu kardeşinizdi"
Yani anlayacağınız, "gölgelerin içinden çıkıp" Tayyib beyle görüşmek için Belediye"ye gitmiştik. Tamam, amacımız "taş üstüne taş koymak" değildi ama, hiç olmazsa, Sincan Kudüs Günü programı davasında olduğu gibi, o zaman da, Refah Partisi ve Milli Görüş hareketine karşı kurulan komployu etkisizleştirmeyi amaçlamış, kendimizi henüz deşifre olmamış "Ergenekon çeteleri"ne hedef etmiştik. İsterseniz bu anlattığımı, o dönem Sayın Erdoğan"ın basın danışmanlığını yapan ve daha sonra İstanbul milletvekili seçilerek meclise giren Sayın Hüseyin Besli"ye sorabilirsiniz"
Doğru diyorsunuz Ahmet ağabey, "taş üstüne taş" koymayı bilmiyoruz, beceremiyoruz. Ama, birileri var ki, bir zamanlar bu davanın yılmaz ve kahraman savunucuları, doğrusu "servet üzerine servet" koymayı gerçekten çok iyi beceriyorlar. Eğer bunları kıskandığımızı kastediyorsanız, bu dünya hayatında bir heybeden başka bir beklentimiz olmadı, olmayacak da. Zira Hz. Ali"nin buyurduğu gibi:
"Ey dünya, bana cilve yapma! Sen benim gözümde bir keçinin ağzından akan salyadan daha değersizsin..!"
İşte böyle Ahmet ağabey"
Büyüğüm olduğunuz için size olan saygımı korumaya çalıştım.
Hakkında ileri geri konuşan bir kişi hakkında bir Ehl-i Beyt imamının verdiği cevabı burada aktarmak isterim:
"Eğer onun dedikleri bizde varsa Allah bizi affetsin! Eğer yoksa hakkımızda böyle töhmetlerde bulunduğu için onu affetsin."
Ama ben yine de "Allah beni affetsin" diyor, sağlık, esenlikler diliyorum"
velfecr