Hasan Karakaya
Erdoğan Obama'dan güçlü ise, Başkanlık Sistemi'nin sakıncası ne?
Erdoğan Obama'dan güçlü ise, Başkanlık Sistemi'nin sakıncası ne?
Bu ülkede "yazılmayan, konuşulmayan, tartışılmayan" ne var?.. Eli kalem tutan yazıyor, ağzı olan konuşuyor ve fikri olan tartışıyor!.. Haa, her şeyin bir bedeli olduğu gibi; "yazma"nın, "konuşma"nın ve "tartışma"nın da elbette bir bedeli olacak...
Hani, derler ya; "Mâbadına güvenmiyorsan, mantar avına çıkmayacaksın!"
Gerçi, "delikli demir"in icat olmasıyla "mertliğin bozulması" gibi; "kültür mantarı" icat edilince, mantarlar da "mantarlaştı" ya, neyse!..
Mantarlar mantarlaşınca, elbette "mâbad korumaya" da gerek kalmadı.
Ama, yine de;
"Sonuçlarına katlanmayı" göze alamadığın işlere burnunu sokmayacaksın!..
Dün, İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada yaşandığı gibi; hem "Ölüm Pornosu" ve "Yumuşak Makine" adlı kitapları "tercüme" ettirip yayınlayacaksın, hem de "bilirkişi"ye karşı çıkıp, "Bu kitapların müstehcen olup olmadığına onlar mı karar verecek?" diye efeleneceksin!..
Ya, kim karar verecek?..
Sen mi karar vereceksin?..
Adı üstünde; birinin adı "Ölüm Pornosu", diğerinin adı "Yumuşak Makine!"
Sen, bu kitaplarda "porno"ya yer verecek, "eşcinsel ilişkileri", hem de detayına kadar anlatacaksın, sonra da kalkıp, diyeceksin ki;
"Bunlar mı müstehcen?"
Yok, devenin nalı!!!
KEMAL'İN CUMHURİYET AŞKI!
Bu örnekte de görüleceği gibi;
"Bedelini ödemek" kaydıyla, yani "yargılanmayı" ve gerekirse "hapsedilmeyi" göze almak kaydıyla, bu ülkede "porno kitap" yayınlamak bile serbest!.. Yani, kimsenin elini tutan, ağzını kapatan yok!..
Ve ayrıca, bu ülkede;
Ağzı olan da konuşuyor!..
Meselâ, A.N. Sezer'le birlikte "Cumhuriyet gazetesinin 88. kuruluş yıldönümü" törenine katılan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu demiş ki;
"Cumhuriyet gazetesi ile ilkokul yıllarında tanıştım... Babama gelen Cumhuriyet gazetelerinde en çok Malkoçoğlu'nun bulunduğu sayfayı okurdum... Daha sonra ise köşe yazarlarıyla tanıştım ve bilinçlendim... Hâlâ büyük bir keyifle Cumhuriyet gazetesi okuyorum... Beni sert şekilde eleştirseler de, Cumhuriyet okumaktan yılmayacağım, direneceğim... Cumhuriyet'i diğer gazeteler gibi görmemek gerekiyor... Cumhuriyet'in pek çok sorunu var... Cumhuriyet Halk Partisi'nin sorunlarının olduğu gibi... Ama o sorunları aşmak hepimizin ortak görevidir... Cumhuriyet'e destek vermek hepimizin ortak görevidir!.."
Görüyorsunuz ya;
Bay Kılıçdaroğlu "Cumhuriyet'e övgü yağdırdı!.. Herkesi Cumhuriyet'i desteklemeye çağırdı" diye, Türkiye ayağa kalkmadı, hiç kimse de cayırtı koparmadı!..
Ama, eminim ki;
Meselâ, Başbakan Tayyip Erdoğan; aynı sözleri, meselâ "Akit" için sarfedip; "Akit'e destek vermek hepimizin ortak görevidir" deseydi, herhalde kızılca kıyamet kopar ve en başta Bay Kılıçdaroğlu tepki gösterip, derdi ki;
"Bakın, gördünüz ya; yandaş gazeteye nasıl sahip çıktı?"
Ama, hiç kimse; onun "yoldaş ve candaş"ına sahip çıktığını söylemedi.
Niye söylemedi?.. Çünkü, "tahammül" denilen, "anlayış" denilen bir şey var!.. Ama CHP'den aynı tahammülü, aynı anlayışı göremiyoruz, o da ayrı mesele...
TİYATRO DA TARTIŞILSIN!
En başta dedim ya;
Ağzı olan konuşuyor,
Fikri olan tartışıyor!..
Meselâ, "Şehir Tiyatroları"ndan istifalarla gündeme gelen "Tiyatroların özelleştirilmesi" konusu da, hâlâ tartışılıyor!..
Tartışılmasın mı?.. Elbette tartışılsın!..
Ne yani; "Devlet dine karışmasın" denilerek 1924'te kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın varlığı tartışılıyor da, 1914'te kurulan Şehir Tiyatroları'nın varlığı niye tartışılmasın?..
"Devlet dinden elini çeksin" diyenler, "devletin sanattan da elini çekmesini" isteyenlere tahammül etmelidir!..
Evet, Diyanet'in tartışıldığı bir ülkede, "tiyatro"lar da tartışılmalıdır!.. Ne yani; tiyatrocuların dışkılarında "gök boncuk" mu var ki, tartışılmıyor!..
Tartışılsın!.. Tartışılsın!..
Tiyatroların niye "zarar" ettiği, "devletin beslemesi" olmasalar, bir tek tiyatronun bile niye ayakta kalamayacağı tartışılmalıdır!..
Asıl önemlisi de;
"Tiyatrolar niye seyircisiz" konusu masaya yatırılmalı ve tartışılmalıdır.
BAŞKANLIK DA TARTIŞILMALI
Bu gök kubbenin altında; yazılmadık, konuşulmadık ve tartışılmadık konu kalmasın!.. Daha önceleri Başbakan Tayyip Erdoğan'ın gündeme getirdiği, önceki gün de Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ'ın dillendirdiği "Başkanlık Sistemi" de tartışılsın!..
Ne var ki;
Bu ülkede "din"in, "Diyanet"in ve "inanç"ların tartışılmasını isteyen ama "tiyatro"lara toz kondurmayan, "Cumhuriyet" gazetesine destek çıkan "solcu"lar, maalesef "Başkanlık Sistemi"nin tartışılmasını, tartışılıp da "gündemde kalmasını" bile istemiyor!.. Çünkü, Bay Kılıçdaroğlu'na göre, bu "yapay bir mesele"dir!..
Meselâ, "CHP'nin akıl hocası" veya "CHP'nin kılavuzu" olarak bilinen Sabih Kanadoğlu'nun, yani nam-ı diğer "367 ucubesi"nin mimarı "367 Sabih"in tahammülsüzlüğü de konuşulmalıdır.
Dün, Habertürk ekranlarındaydı...
"Başkanlık Sistemi" konusundaki görüşlerini sordular ona... "Erdoğan'ı kutluyorum" diye girdi söze ve dedi ki;
"Gündemi istediği gibi belirlemede, istediği konuyu tartışma gündemine getirmede, üstüne yok!.. Gerçekten de büyük usta!.. Başkanlık Sistemi'ni Bekir Bozdağ vasıtasıyla tartışma gündemine getirmesi de bir ustalık göstergesidir!"
Tamam, Erdoğan "usta"dır da, sen nesin?.. Bırak tasviri de, görüşünü açıkla!.. Ne diyorsun, "Başkanlık" meselesine?..
"367 Sabih" bir-iki "hık-mık"tan sonra, gerçeği itiraf etti...
"Başkanlık Sistemi de, aslında demokratik bir sistemdir ama!.."
"Ama"sı ne?..
Çıkarsana ağzındaki baklayı!..
"Başkanlık Sistemi'nin en başarılı uygulandığı ülke Amerika'dır... Ama, Amerikan Başkanı Obama'nın bile; başkanlık özentisi içinde bulunan Tayyip Erdoğan kadar yetkisi yoktur!..
Amerika'da kuvvetler ayrılığı vardır ve Obama'nın yetkileri sınırlıdır... Ama Tayyip Erdoğan; milletvekillerini belirlemek, bakanları tayin etmek, Meclis'e hükmetmek ve hatta partiye hakim olmak istiyor... Bu kadar yetki, Obama'da bile yok!"
"367 Sabih"e sormak lâzım...
Erdoğan, "Başbakan" olduğu halde bütün bunları yapıyorsa, demek oluyor ki, "Başkan" olmasında hiçbir sakınca yok!..
Öyle ya;
"Başkanlık Sistemi"nin, kendisine getireceği bir "artı yetki" yok ki!..
Şu anda da yetkili,
O zaman da yetkili olacak!..
O halde, "Başkanlık Sistemi"ne geçmenin neresi sakıncalı?..
"367 ucubesi"nin mimarı Bay Kanadoğlu'na göre; Erdoğan'ın bu sisteme geçmek istemesi, "tamamen bir özenti"dir!..
Geçmişte Özal, şimdi de Erdoğan, "Başkan olmaya özeniyorlar"mış!..
Türkiye'nin bu "özenti"lere harcayacak vakti yokmuş!..
Yani, tartışmayalım!..
Her şeyi tartışalım ama, "Başkanlık Sistemi"ni tartışmayalım...
Çünkü Erdoğan;
Kafasına koyduğu bir konuyu önce "tartışma gündemi"ne getirtir, sonra da "uygulama"ya koyarmış!..
Bu konuyu tartışmayalım ki;
Erdoğan "Başkan" olmasın!..
Ne "kestirme yol" değil mi?..
Tartışılmasın ki, yol açılmasın!..
NİYE BAŞKANLIK SİSTEMİ?
Oysa, "Başkanlık" da tartışılmalıdır!..
"Parlamenter Sistem" mi daha iyidir, yoksa "Başkanlık Sistemi" mi?..
Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, önceki gün açıkladı işte... "İktidarların yapabileceği işler"in tüm sistemlerde "belirli sınırı bulunduğunu" söyleyip, ekledi:
"Kuvvetler ayrılığı; iktidarı sınırlamak ve Meclis'e tahakkümünü önlemek içindir...
Tam iktidar belli olsun, Meclis'e tahakküm etmesin, Meclis de iktidarı denetlesin, halk da!..
Bizim sistemde ise, bir belirsizlik var... İkincisi; operasyona çok da uygun bir sistem... Meselâ, vekil transferi yaparak milletin vermediği iktidarı, millete rağmen başkalarına veriyorsun!.. İşte 28 Şubat sürecinde ne yapıyorsunuz, gayri ahlaki ve gayri hukuki bir şekilde iktidar değişikliği yapıldı..."
Yani, "mebus transferi" ile "hükümet yıkmak" gibi "ahlâksızlık"ların olmaması için, en iyi yol "Başkanlık Sistemi"dir!.. Hem de; "yarım" değil, "Tam Başkanlık" sistemi!..
Neden Başkanlık Sistemi?..
"Çünkü" diyor Bekir Bozdağ;
"Çünkü Başkan'ı doğrudan halk seçiyor. Başkan, parlamentonun güvenine muhtaç değil... Parlamento, Başkan'ı güvensizlik oyuyla veya başka yöntemlerle düşüremiyor. Parlamentoyu da yasamayı da ayrıca halk seçiyor. Başkan da yasamaya müdahale edemiyor, komisyonları kendi oluşturamıyor, kanun tasarısı veremiyor.
Bugün ne yapıyor hükümet?.. Kanun tasarısı veriyor... Hükümet, Bakanlar Kurulu sıralarına oturmazsa kanun görüşülemiyor!.. Başkanlık Sistemi'nde ise; Başkan kanun tasarısı getiremez, kanun da teklif edemez, o tamamen parlamentonun işidir!..
Sistem; yürütmeyi ayırıyor ve yürütme tek kişi tarafından kullanılıyor!.. Koalisyon yok, başka şey yok ve halka sadece hesap veriyor.
Parlamento da yürütmeyi denetliyor. Aynı zamanda parlamentoya da hesap veriyor bir noktada, çünkü parlamento da onu denetliyor, bütçesini onaylıyor, başka denetim mekanizmaları var, onu kullanıyor; suçlama sistemi var, onu kullanıyor; başka uygulamalar var, onu kullanıyor.
Yasama da, Başkan'ı denetliyor.
Başkan'ın da veto hakkı var. Başkan'ın da yasamaya karşı bir takım güçleri var. Bu ne yapıyor sonuçta?.. Yasama ve yürütme arasında uzlaşmayı zorlayan, yasal dayanaklarıyla zorlayan bir sisteme gidiyor. Çünkü yasamayla uzlaşmayan bir Başkan'ın başarılı olma şansı yok. Başkan'la uzlaşmadığı zaman da yasamanın orada da bir şeyi yok.
O zaman ne yapıyor?
Hem yasama, hem yürütme birbiriyle uzlaşmak zorundalar!..
Uzlaşma oluşmadığı zaman da, sistemde tıkanma yaşanmıyor... O zaman, başka mekanizmalar devreye giriyor...
Güçlü yürütme, güçlü yasama, etkin denetim ancak Başkanlık Sistemi'yle sağlanabilir."
Bekir Bozdağ'ın söyledikleri "doğru"dur, "yanlış"tır... Tüm bunlar; "yapay gündem" ve "özenti"dir diyerek, kestirip atmak yerine tartışılmalı ve Türkiye için faydalı ise, uygulanmalıdır!..
Öyle ya;
Her şeyin yazıldığı, konuşulduğu, tartışıldığı bir Türkiye'de, "Başkanlık Sistemi" de tartışılmalıdır.
Kaldı ki;
Başbakan Erdoğan, "İlla da olsun" demiyor ki...
"Tartışılsın" istiyor...
Tartışmaktan niye korkuyoruz ki?!?..
Güven Erkaya'nın damadı!
Ne yalan söyleyeyim; duyunca, Cenab-ı Allah'a şükredip, "buruk bir sevinç" yaşadım... Sevindim; çünkü "28 Şubat darbecileri"ne yönelik "4. dalga"da gözaltına alınanlar arasında, Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Güven Erkaya'nın damadı emekli Kurmay Albay Ardan Kıratlı da varmış...
Malûm, Güven Erkaya öldükten sonra; "Hakkımızı helâl etmiyoruz" diye manşet atıp, yazılar yazdığımız için; emekli Albay Ardan Kıratlı'nın da aralarında bulunduğu Erkaya ailesi; "Abdurrahman Dilipak ve benim hakkımda tazminat dâvâsı" açmış, kazanınca da evlerimize "haciz" koydurup, "satış"a çıkarmışlardı!.. Sonunda, Dilipak da evinden oldu, ben de!.. Ama, "mazlumun ahı" yerde kalmıyor işte... O gün, bizim evlerimize göz koyan adam, şimdi gözaltında!..
Bu vesileyle, şunu da söylemek istiyorum...
Malûm; Güven Erkaya'nın; "Genelkurmay'dan, terörle mücadele için ayrılan örtülü ödenek paralarını Atatürkçü Düşünce Dernekleri'ne peşkeş çektiği" iddia edilmişti... Bu iddia gündeme gelince, ben de sormuştum: "Terörle mücadele" için ayrılıp da, ADD'ye peşkeş çekildiği söylenen o paralardan, "Erkaya ailesinin sahip olduğu; Etiler Alkent'te 2, Kibele Konutları'nda 1 ve Aktek Sitesi'nde 1 olmak üzere, toplam değerleri 5 milyon civarında olan 4 adet lüks konuta da acaba bir pay düştü mü?.. O konutlarda da, terörle mücadele parası var mı?"
Evet, 21 Nisan'da bunu sormuştum...
Şimdi, "Güven Erkaya'nın damadı"na da bu soru sorulmalıdır.
yeniakit