Selâhaddin Çakırgil
Erdoğan’ın konuşmaları, yeni bir yapılanmanın gereği
C.Başkanı Tayyîb Erdoğan çeşitli vesilelerle meydanlarda.. Bu durum, en azından son bir kaç on yılın uygulamalarına bakıldığında alışılmışın dışında..
Gerçekten de, en azından, son dönemlerdeki C. Başkanları da bir takım tartışmalı görüşler açıklamış olsalar bile, bunları halkın karşısına çıkıp açıkça söyleyemiyorlar veya bir takım güçlere sırtlarını dayayarak veya bir takım korku ve vehimlerle toplum hayatına yön vermeye çalışıyorlardı. Ama, halk tarafından yüzde 52’lik bir ekseriyetle seçilmiş bir cumhurbaşkanı olarak Erdoğan, o makama, mitingler tertibleyerek, kendisini halka sunmuş ve cumhurbaşkanı denilince alışılmış kalıplar içinde hareket eden birisi olmayacağını, cumhûr’un, halkın başkanıolmaya çalışacağını açık-açık beyan ederek gelmişti.
O şimdi o sözlerinin, milletten aldığı emanetin gereğini yerine getirmek ve h bir olumsuz durumla karşılaşmamak için, istemuhtemel tehlikeleri halkına anlatmaya çalışıyor. Bunu yaparken de, -kanunî gereklilik adına-, herhangi bir partinin adını anmıyor, ama, ‘herkesin gönlünde bir aslan yatar..’ sözünü hatırlatarak, aslında kimi isteyebileceğini açıkça ortaya koyuyor.
Esasen, ‘Cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisiyle ilişkisi kesilir..’ şeklindeki anayasa kuralının hiç bir gerçekliği yoktur. Bu kuralla, herkesin kendisini kandırması istenmekte, öngörülmektedir. Çünkü, kim, partisinin üyeliğinden şeklen ayrılmakla, rûhen de ayrılıp tarafsız hâle gelebilir?
Nitekim, M. Kemal, Ankara’da, -kanûnen, hâlâ da sürmekte olan – fiilî sultanlığını kurarken, -halkın, cumhûr’un haberi bile yokken- hem cumhur tarafından seçilmiş gibi, reis-i cumhûr sıfatını taşıyordu; hem de CHP’nin (o zamanki ismiyle Cumhuriyet Halk Fırkası’nın) Genel Başkanlığı’ sıfatını..
Hattâ, bir fransız gazetecisi, kendisine, ‘parti başkanlığı ile devlet başkanlığıarasında bir tercihte bulunmak durumunda kalsa, hangisini terkedebileceği’ni sorduğunda, o, tereddüd etmeden, CHP Gen. Başkanlığı’nı asla bırakmıyacağını net olarak açıklamıştı. Çünkü, o örgütlü güç odağının önemini bilmekteydi.
Ondan sonra, İsmet İnönü de aynı yolu izlemiş ve hem CHP Genel Başkanlığı, hem de Cumhurbaşkanlığı sıfatını birlikte yürütmüştür.
3.C. Başkanı Mahmûd Celâl Bayar, -üstelik de o zaman için, herhangi bir kanunî mecburiyet olmadığı halde-, Demokrat Parti Başkanlığı’nı Adnan Menderes’e bırakmıştı. Ama, buna rağmen, tek parti döneminin kodamanları, onun DP sembollü asâ /bastonlarla dolaşmasının bile itiraz ediyorlardı.
Ondan sonraki 4. C. Başkanı sıfatlı 27 Mayıs İhtilali lideri General Cemal Gürsel; 5. C. Başkanı General Cevdet Sunay; 6. C.Başkanı Amiral Fahri Korutürk ve 7. C. Başkanı konumundaki 12 Eylûl 1980 Darbesi’nin lideri General Kenan Evren, hepsi asker idiler. Ama, 1961 Anayasası’nın hükmü gereği, güyâ tarafsız ve partisiz idiler. Halbuki, onların herbirisinin kemalist rejimin sıkı bağlıları olarak, fikren ve kalben CHP’ye ne kadar bağlı oldukları kimsenin mechulü değildi.
Ondan sonra, Turgut Özal 8. Cumhurbaşkanı oldu, partisiyle ilişiğini kesti ve partisi darmadağın oldu..
Onun ölümünden sonra 9. C. Başkanı olarak seçilen S. Demirel de partisinin başından çekilince, onun partisi de dağıldı.. Ondan sonra, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’ndan 10. C.Başkanlığı’na getirilen A. Necdet Sezer evet, bir general değildi, ama, o da, Demirel de, kemalistlikte önceki generallerden geride kalmayan birer sivil general durumundaydılar; CHP’nin ve laik rejimin temel kurallarının korunması açısından..
Ve, 11. Cumhurbaşkanı olarak seçilen Abdullah Gül’ün, partisiyle (aslî kurucularından olduğu) AK Parti ile ilişiği kesildi.. Herhalde, şimdi yeniden eski partisinin içinde alt kademelerinde yer alması modern yönetim anlayışı açısından problemli gözüküyor. Üzerinde durulması gereken bir konu..
*
İmdiii… Belli bir dünya görüşünün çerçevesinde ilk gençlik yıllarından beri siyasetin içinden gelen bir Tayyîb Erdoğan’ın, yarım asrı bulan siyasî hayatından, C.Başkanlığı dolayısiyle çekilivereceğini sanmak, safdillik olur. Hele de bir inanç ve ideolojiye bağlı olan kimseler açısından, en üst hedef, Cumhurbaşkanı olmak değil, kendi inandığı değerleri sosyal hayata hâkim kılmak çabasıdır.
Bu bakımdan, halkın yüzde 52’sinin rey ve iradesini almış bir kimse olarak Erdoğan, yarın, herbirisi halkın oylarının yüzde 50’lerinin altında oyları alan partilerin bir koalisyon hükûmeti kurmaları veya ona karşı bir partinin yüzde 50’leri aşarak tek başına iktidara gelmesi halinde, ortaya çıkacak yönetim krizinin ve sosyo-politik kargaşanın nasıl halledileceğini şimdiden düşünmek ve tehlikeyi halka açıkça anlatmak istemektedir.
‘Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi’ni öngören anayasa değişikliği yapılırken, halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanının yetkilerinin neler olacağının da belirlenmesi gerekirdi, o yapılamamıştı.. Bugünkü sıradışı gelişmelerin temelinde yatan etken, bu..
*
‘Alevîlik Ali’yi sevmekse, varım; bir dindir deniliyorsa, ben orada yokum!’
İki insanın her konuda tıpatıp birbirinin aynısı olması neredeyse muhaldir.
Bu bakımdan, insanlar ayrılmak ve ayrışmak değil de, birlikte olmak derdinde iseler, asgarî / en az müştereklerini belirleyip, bunları azâmî, / ençok –en üst seviyeye yükseltmeyi hedef edinirler.
Tayyîb Erdoğan geçtiğimiz günlerde, Almanya’nın güneyindeki Karlsruhe şehrinde yaptığı bir konuşmada, ‘Avrupa’da Ali’siz bir Alevilik’ten bahsediyorlar. Eğer Alevîlik Hz. Ali’yi sevmek ise, benden daha Alevîsi olamaz. Ancak Alevîlik bir din ise Tayyîb Erdoğan orada yoktur.’ diyordu, gaayet net bir ifadeyle..
Sanıyorum ki, bu ifadeyi, ‘ben müslümanım’ deyip de reddedecek kimse olmaz.
Bununla Tayyîb Erdoğan, ‘asgarî müşterek’ sınırını koymuştur. Bu sınıra riayet edilerek, ‘azamî müşterek’lere doğru ilerlemek yolu da daha rahat açılır.
Ama, bu hususta, alevî dernekleri veya onların safında bulunan kişiler değişik medya organlarında ve internetlerde veryansın ediyorlar.
‘Birgün’ isimli bir gazetenin int. sitesinde ‘O alevi olamaz’ başlığıyla ve T. Eser imzasıyla yayınlanan bir yazısı, benim e-mail adresime de gönderilmiş..
Bilindiği gibi, ‘ateist’ olduğunu gizlemediği halde, ‘alisiz alevilik’ lafıyla Almanya devleti nezdinde destek bulan ve bu destekle, okullarda alevî çocukları için,(İslamla ilgilerinin olmadığı gerekçesiyle) alevî din dersi okutulması hakkını kabul ettirmiş bulunan Avrupa Alevî Birlikleri Federasyonu Başkanı T. Öker isimli kişi, HDP listesinden de aday gösterilmiş bulunuyor.
Sözkonusu yazıda, ‘Erdoğan’ın niçin alevî olamıyacağı’na dair bir yığın kriter dile getirilmiş.. Erdoğan’ı da, kendilerinin durumunu da ne kadar doğru tesbit etmişler..Onlardan bazılarını buraya aktarayım:
’Aleviler “hakikat” yolunda, o “şeriat”!
Aleviler “Kırklar meclisinde, Cem’de semaha duran Ali’yi” sever, o “Namaza duran Hz. Ali’yi”
Aleviler tahta Zülfikarlı Ali’yi, o kılıç Zülfikar’ı olan Hz. Aliyi.
Aleviler “Hak, Muhammed, Ali” diyerek, unvansız, fakir Ali’yi sevdi; o ümmetine Halifelik yapan Hz. Aliyi!
Pir Sultan Abdal “Bilmeyenler bilsin beni, Ben Ali’yim, Ali benim” der, o “Hz Ali’yi sevmeyi” Alevilik sandı.
Aleviler dört kapı, kırk makam ilkesi İnsan-i Kamiller meclisine gider, o İslam’ın beş şartı ile ümmetin “iyi kulu” olmaya.
Aleviler “akıl” danışır ve “felsefe” okur, o “vahiy” okur, “fetva” dinler. (…)
Aleviler “En-el Hak” (Tanrı benim) der, o “Tanrı ile insanı bir göstermek Tanrı’ya şirk koşmaktır” der.
Aleviler “İnsan-ı Kamil” mertebesine yükselmek ister, o “Başkanlık” mertebesine! (…)
Aleviler “benim kabem insandır” der, o “Kabe Mekke’de”.
Aleviler “cem” der, o “namaz”
Aleviler “cemevi” der, o “cami”
Aleviler “Dede, Ana, Pir” der, o “İmam, Ulema” (…)
Aleviler “Cennet ve cehennem bu dünyadadır. İyi ve kötü insanın elindedir” der, o “hayrın” ve “şerrin” fıtrat olduğuna ya da Allah’tan geldiğine inanır.
Aleviler “Muharrem orucu” der, o “Ramazan orucu” (…)
Aleviler “Eşitlerin rıza şehrinde musahiplik-yol kardeşliğine” çağ?r?r, o (…)?ırır, o (…) “İslam kardeşliğine” (…)
Aleviler onun ecdatlarının katlettiklerinin yolundan gider, o Alevi katleden ecdatlarının yolundan. (…)
Alevi’ye dini sorulduğunda “Ben Aleviyim” der, o “Elhamdülillah Müslümanım“!
Özetle Alevilik kendine özgü, bağımsız bir inançtır. Bu inanç dogmalardan, hurafelerden arındırılmış, ilim, irfan ve insanlık sevgisi üzerine kurulmuştur.
O nedenle Aleviler düşündü:
O Alevi olamaz!’
Evet, buyrun, cenaze namazına..
Bu sözlerin bütün alevîler adına söylendiği iddia edilemez, Çünkü biz biliyoruz ki, Anadolu’da namazında-niyazında olan büyük bir alevî kitlesi de vardır.
Erdoğan o kitlelerle birlikte olduğunu söylüyor. Kendilerine ‘alevî’ diyerek kitleleri aldatan ateistler ise, tamamen farklı şeyler söylüyorlar ve yığınla ayrılık noktasını gösteriyorlar Erdoğan’a.. Anadolu’nun ‘müslüman alevî’leri, o gibi kişi veya gruplarla aralarında varolan derin uçurumu görüp, onlardan uzak durmalı ve onların kendileri adına açıklama yapmaları yolunu da tıkamalıdırlar.
Anadolu’nun geniş alevî kesimleri, kendileri adına bu gibi görüş açıklayanlara ellerinin tersini göstermelidirler. Bazı yorum farklılıklarını ayrılık ve düşmanlık değil,zenginlik vesilesi sayarak, kendilerini, etrafında birleşilen İslam’ın değer ölçülerine göre şekillendirmelidirler. Yoksa, ateist-laik ve emperyalist odaklarda kotarılmış saçma-sapan iddiaları din olarak göstermeye kalkışmak, Anadolu halkının birliğine karşı kurulmuş büyük bir ihanet tuzağı olacaktır.
*
dirilişpostası